İhanet ve teslimiyetin işgalden daha tehlikeli olduğunu görüyoruz
Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı Sayın Orhan Çekiç, 7 Nisan 2020 Salı günü Aydınlık’ta yayınlanan röportajında Ya İstiklal Ya Ölüm dizisine ilişkin eleştirilerde bulunmuştur. Ancak, röportajda diziye karşı önyargılı bir tutumun benimsendiğini görüyoruz.
Kurtuluş Savaşını konu alan 'Ya İstiklal Ya Ölüm'dizisine ilişkin yazı dizimizi, Öncü Gençlik Genel Sekreteri Ferdi Tanhan'ın Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı Orhan Çekiç'in geçen hafta salı günü bu yazı dizisi kapsamında yayınlanan söyleşisi üzerine kaleme aldığı makele ile devam ediyoruz. Orhan Çekiç'in dizi ile ilgili eleştirilerine yanıt veren Tanhan, “Ülkemizde tarihi kurgu eserlerin gerçekle çelişen örnekleriyle sıklıkla karşılaşıyorduk ama Ya İstiklal Ya Ölüm dizisinde bunun en ufak bir örneğiyle bile karşılaşmamış olmak büyük mutluluktur” diyor. Tanhan'ın değerlendirmeleri şöyle:
Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı Sayın Orhan Çekiç, 7 Nisan 2020 Salı günü Aydınlık’ta yayınlanan röportajında Ya İstiklal Ya Ölüm dizisine ilişkin eleştirilerde bulunmuştur.
Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı’ndan, hakları teslim eden, diziyi yaşadığımız dönem itibariyle de yerli yerine oturtan bir tavır takınması beklenirdi. Ancak, röportajda diziye karşı önyargılı bir tutumun benimsendiğini görüyoruz. Bu önyargı,“kasıtlı” ya da “kasıtsız” gerçeklerden kopmaya neden oluyor.
DİZİ TARİHSEL GERÇEKLERİN BAM TELİNE BASIYOR
Sayın Orhan Çekiç, “Dizi tarihi gerçekleri yansıtıyor mu” sorusuna, “Dizide bugüne kadarki bölümlerde, çok önemli olup atlanmış konular var” diye yanıt veriyor. Şüphesiz dizinin eksiklerinin vurgulanması gelecekte ortaya konulacak eserlerin kalitesini artıran bir çabadır ve değerlidir. Ancak, bunca hakikat varken diziye dair akılda kalan tek şey, verilecek cevap bu mu olur? Yoksa doğru olan, Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı olarak böyle bir diziyi ortaya çıkaran çabaya teşekkür etmek midir?
Topkapılı Cambaz Mehmet tarihsel gerçeklere uygun değil midir? Halide Edip, Mehmet Akif, İsmet Paşa, Atatürk’ün yaverleri, Celaleddin Arif Bey, Damat Ferit, işgal komiserliği, Mustafa Sağir, Şeyh Ata Bey, Hüsamettin Bey… Karakterlerin hepsini buraya sığdırmamız mümkün değil, hangi karakter gerçeklere aykırıdır? Hangi olay bağlamından kopuk ve gerçek dışı olacak şekilde işlenmiştir? İstanbul’un işgali, telgraf ve propaganda savaşları, gerici isyanlar, İngiliz kışkırtmaları, İstanbul-Ankara arasındaki iktidar mücadelesi, İttihatçıların rolü, Damat Ferit ve avanesinin tavrı dizi de bütün bu olaylar tarihe tam bir sadakatle işlenmekteyken bir takım eksikliklerin olduğunu iddia ederek “Dizi tarihi gerçekleri yansıtıyor mu” sorusuna kaçamak cevap verilmesinin sebebi nedir?
MEMLEKETİN BÜTÜN KUVVETLERİNİ HAREKETE GEÇİRMEK
Ya İstiklal Ya Ölüm Dizisi, Kemalist Devrim’in 100. yıl dönümünde tam olarak işlenilmesi gereken konuya odaklanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasında kritik sorun yeni bir devlet, yeni bir hükümet ve yeni bir ordu kurmaktı. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşını “Memleketin bütün kuvvet kaynaklarından yararlanma şartlarına ve yetkisine sahip olarak...” kazanabileceğini biliyordu. Bunu başarabilmenin yolu ise iktidar kuvvetini ele geçirmekti. Bu yüzden Atatürk’ün her eyleminin hedefinde iktidarı ele geçirmek vardır. Mustafa Kemal bunun için önce, Amasya, Erzurum ve Sivas’ta iktidarı ele almasını sağlayacak aygıtı -yani Öncü Parti’yi- inşaa etti.
Milli teşkilatın inşasıyla birlikte aynı zamanda Heyeti Temsiliye namıyla Anadolu'daki devrimci hükümetin çekirdeğini oluşturdu. Bunun sonucunda Anadolu'daki devrimci hareket ve İstanbul hükümetleri arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başladı.
Ya İstiklal Ya Ölüm dizisi, işte; milletimizin kaderini belirleyen bu mücadeleyi ekranlara taşıyarak tarihi bir görevi yerine getiriyor.
(Bu dönem hakkında detaylı bilgi almak için 16 Mart 1920’ye uzanan gelişmeleri Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek’in Kemalist Devrim – 4 Kurtuluş Savaşında Kürt Politikası başlıklı kitabının 174-215. sayfalarını inceleyebilirsiniz.)
MECLİS ANKARA'DA MI İSTANBUL'DA MI TOPLANACAK?
Atatürk’ün Meclisi Mebusan açıldığı sırada Anadolu’da yalnız kaldığını iddia eden görüşler bu açıdan gerçekçi değildir. Daha o zaman milli bir teşkilata ve devrimci bir hükümet çekirdeğine sahip olan Mustafa Kemal’in, vekillerin İstanbul’a gitmesi yüzünden yapayalnız kaldığını söylemek çok yanlıştır. Oysa o günlerde İstanbul Hükümeti, Anadolu iktidarını eylemli olarak tanımıştır. 20-22 Ekim 1919 günlerinde gerçekleşen Amasya görüşmeleri sonucu imzalanan protokol ile Meclisi Mebusan’ın açılması Anadolu tarafından İstanbul hükümetine dayatılmıştır. Meclisin açılması baştan sona Mustafa Kemal’in başarısıdır, zira meclis açıldıktan sonra da Anadolu’daki hükümet odağı kendisini ilga etmemiş, aksine çalışmalarını hızlandırmıştır. Burada tartışma konusu olan meclisin İstanbul’da mı Ankara’da mı toplancağıdır. Toplantı yeri konusundaki mücadeleyi İstanbul kazanmıştır. Atatürk bunu Nutuk’ta şöyle ifade ediyor:
“Milli Meclis’in İstanbul’da toplanmasının sakınca ve tehlikelerine rağmen, Saltanat Hükümeti İstanbul dışında toplanmayı kabul etmediği ve memleketi bir bunalım ve sürüklemekten sakınıldığı için Meclis’in İstanbul’da toplanması zarureti kabul edildi.”
MUSTAFA KEMAL VEKİLLERİ İSTANBUL'A HAZIRLIYOR
Mebusan Meclisi’nin İstanbul’da toplanması kesinleşince Mustafa Kemal Meclis’te izlenecek politikayı saptar ve 3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gruplar halinde gelen mebuslara bu politikaları en ince ayrıntısına kadar anlatır. “Mustafa Kemal’in, Heyeti Temsiliye üyelerinin İstanbul’a gitmemesini istemesi” gibi bir durum söz konusu değildir. 16 Kasım 1919’dan 29 Kasım 1919 tarihine kadar günlerce süren görüşme ve tartışmalardan sonra Heyeti Temsiliye’nin de gerekli tedbirler alındıktan sonra Meclis çalışmalarına katılacağı karar altına alınır. Bu karar Nutuk’ta bir paragrafın içindeki üç ayrı cümleyle hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak ölçüde kayıtlıdır:
“…Bu toplantıdan sonra, Heyeti Temsiliye’de uygun şekilde yeni üyelerle desteklendikten sonra, öteki milletvekilleri de İstanbul’a Milli Meclis’e gideceklerdir. Heyeti Temsiliye göreve devam ettiği sürece, Milli teşkilatın şekli ve çalışma yöntemi tüzükte yazıldığı şekilde olacaktır.”
Dolayısıyla Orhan Çekiç’in “Rauf Orbay İstanbul’a Mustafa Kemal’in yönlendirmesiyle değil, tam aksine gitmemesi ısrarına rağmen kendisi gitti” sözleri tarihsel gerçeğe uygun değildir. Mustafa Kemal, ne Heyeti Temsiliye üyelerine ne de Rauf Bey’e Meclis’e gitmeyin diye bir telkinde bulunmamıştır. Yalnız 6 Mart 1920’den sonra tutuklanacaklarının kesinleştiğine dair istihbarat alınması üzerine böyle bir istek söz konusudur. Bu durum da dizide işlenmiştir. Burada eleştiri konusu Nutuk’ta Atatürk’ün bu tavrı çok sert biçimde eleştirmesinin tam olarak verilmemesi olabilir. Oysa Nutuk 1927 yılında yazılıyor, Atatürk’ün o dönem bu gitme ve tutuklanma meselesine kafayı takmayıp yeni oluşan şartlardan yararlanmaya çalışması tarihsel gerçekliğe uygundur.
MEBUSAN MECLİSİ'NDE ANKARA-İSTANBUL SAVAŞI
Dizide derinlemesine anlatıldığı üzere Milli hareketin, İstanbul hükümeti içinde güçleri vardır. Dizideki Salih Hulusi Paşa, Fevzi Paşa (Çakmak), Çobanlı Cevat Paşa İstanbul Hükümeti içindeki millicilerdir. Öte yandan İstanbul Hükümeti de Anadolu’da bir iktidar odağı oluşmasını engellemek için temkinli, korkak ve tereddütlü unsurlardan yararlanmaktadır. Rauf Bey ve Kara Vasıf gibi unsurlar da bu güçleri temsil etmektedir. Meclisi Mebusan’ın açılmasıyla birlikte bu örtük iç savaş kendisini orada da göstermiştir.
İlgili ropörtajda İstanbul’a giden vekillerin Mustafa Kemal’in isteklerini yerine getirmemesinin işlenmemesi çok önemli bir tarihi hata olarak görülüyor. Sahiden de Mustafa Kemal’in vekillerle karara bağladığı bazı hususlar meclis açıldıktan sonra yerine getirilmiyor. Bu kararlar şunlardı: Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal’in seçilmesi, Mecliste oluşturulacak grubun adının “Müdafaa-i Hukuk Grubu” olması ve Misak- Milli’nin kabul edilmesi. Misak-ı Milli kabul edilmekle birlikte diğer iki karar uygulanmamıştı. Oysa dizi 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaliyle başlıyor. Meclisi Mebusan’ın ise 12 Ocak 1920’de açıldığını biliyoruz. Dolayısıyla bahsi geçen konular yaşanmış ve bitmişti. Dizinin izlediği kronolojik sıraya göre yeniden işlenmesi tarihsel akışa aykırıydı. Yani bu konuyu eleştirmenin Sivas Kongresi’nde manda ve himayeyi savunanların işlenmemesini eleştirmekten farkı yoktur. Ayrıca dizinin son bölümünde Kara Vasıf’ın ve Rauf Orbay’ın isimlendirdiği Felah-ı Vatan grubundan bazı kişilerin sorumsuz davranışları açıkça eleştiriliyor. Celaleddin Arif Bey ile Mustafa Kemal arasındaki farklılıklar tarihsel gerçekliğe uygun şekilde işleniyor.
MİSAKI MİLLİ ANKARA'NIN ZAFERİ
Mustafa Kemal, meclis başkanlığına seçilmemesini ve Müdafaai Hukuk adıyla değil, Felahı Vatan adıyla bir grup oluşturulmasını Nutuk’ta “imansız idiler, korkak idiler, cahil idiler” diyerek eleştirmektedir. Şüphesiz Mustafa Kemal’in bu iki politikasına aykırı davranılması milli hareketin içindeki ikiliklerin sonucuydu. Bu durum milli hareketin içindeki tereddütlü güçlerin (Rauf Beylerin) başarısı olarak görülebilir. Ancak 29 Ocak 1920 günü Ankara’daki devrimci odak son Meclisi Mebusan’ın Misak-ı Milli’yi kabul etmesini sağlar. Bu tarihi karar Ankara’daki iktidarın programını İstanbul’a dayattığının en somut göstergesidir. Dolayısıyla Orhan Çekiç’in “Gölge Hükümet” konumunda olan Temsil Heyeti çok zayıfladı” tespiti de gerçeklerle çelişiyor. Kendi eylem programını İstanbul’a dayatan Temsil Heyeti’nin bir zayıflamadan değil aksine otoritesini ve ağırlığını arttırmasından söz edebiliriz. Misakı Milli’nin kabulüyle birlikte Mustafa Kemal’in 21-22 Haziran günü Amasya Genelgesinden sonra yaptığı “Artık İstanbul Anadolu’ya hakim değil, tabi olmak mecburiyetindedir.” görüşü tam olarak hayat bulmuştur.
Görüldüğü üzere Mustafa Kemal’in İstanbul hükümetine karşı yürüttüğü iktidar savaşı, bir anlamda milliciler içindeki çelişmeleri çözmenin de yoludur. Bu anlamda İstanbul’un işgali ve Mebusan Meclisi’nin basılması Mustafa Kemal’in Ankara’da bir iktidar ve idare merkezi kurma fikrini rakipsiz bırakmıştır.
MECLİS BAŞKANI BİLGİSİ HATALI
Orhan Çekiç Meclisi Mebusan’ın seçilen ilk başkanını ise yanlış bilmektedir. 12 Ocak 1920 günü açılan mecliste başkanlığa Celaleddin Arif Bey değil, Reşat Hikmet Bey seçilmiştir. Celaleddin Arif Bey ancak 4 Mart 1920'de Reşad Hikmet Bey'in ölümü üzerine meclis başkanlığına getirilmiştir.
DİZİ VAHDETTİN'İ KORUMUYOR
Sayın Çekiç burada İstanbul’un işgal günü, Meclis baskınından önce saat 17.00’de Rauf Bey, Mecdi Efendi ve Hoca Vehbi Efendi’nin Sultan Vahdettin’i ziyaret etmelerinin işlenmediğini söylüyor. Buradaki konuşmaların tarihi öneminden bahsederek bu anlattığı diyalogların eksikliğini, dizi için büyük bir hata olarak görüyor. Ardında acımasızca ekliyor: “Kasıtlı yapıldıysa, yukarıdaki sözleri nedeniyle Vahdettin ‘korunmak’ istenmiştir. Kasıtlı değilse, bu kez de senaryonun kalitesi yetersiz demektir.” Yine dizinin ele almadığı saatlerde yaşanan bir olayın dizi kurgusunda olmaması eleştiriliyor.
Burada, dizinin İstanbul’un işgalinden önceki tarihsel dönemi ve anları değil, İstanbul’un işgaliyle birlikte ortaya çıkan 16 Mart 1920 - 23 Nisan 1920 arasındaki 38 günlük süreci ele aldığını yeniden hatırlatıyoruz.
Bununla birlikte dizide Vahdettin’i korumak olarak nitelendirilecek hiçbir olguyla karşılaşmıyoruz. Aksine dizide, İstanbul’daki Saray Hükümeti’nin Vahdettin tarafından desteklendiği, Vahdettin’in sadarete getirdiği Damat Ferit’in İngiliz güçleriyle işbirliği yaptığı, Vahdettin’in Ankara’daki devrimci hükümete açıkça düşman olduğu, hâlâ padişahı savunanların sertçe eleştirildiği hemen hemen her sahnede işleniyor. Bu eleştiri, Mustafa Kemal Paşa’nın esas olarak padişahı hedef almamasından kaynaklanıyor olabilir. Oysa, bu durumda tarihsel gerçekliğe uygundur. Bahsi geçen dönemde Mustafa Kemal Paşa, öncelikle Padişahı değil, İstanbul’daki Damat Ferit Paşa Hükümetini hedef alır. Bu da onun taktik zekâsının bir ürünüdür.
Bütün bunlara rağmen diziye “Vahdettin’i korumak” suçlaması yapılmasının siyasi bir önyargıdan kaynaklandığı açıktır.
SENARYODAN KALİTE DAMLIYOR
Ayrıca senaryonun kalitesizliğini ortaya koyacak Sayın Orhan Çekiç’in kendi kurgularından başkta hiçbir delile rastlamıyoruz. Tam tersi İstanbul’u Anadolu’ya tabi kılacak biri dizi olayın, Kurtuluş Savaşı’nın esasında bir iktidar mücadelesi olduğunun vurgulandığı tarihimizin en nitelikli Kurtuluş Savaşı eserlerinden birini görüyoruz.
Gerici isyanların, iç cephedeki tartışmaların, İstanbul ve Ankara Hükümetleri içindeki ikiliklerin, ihanetin, teslimiyetin ve kararsızlığın düşman işgalinden daha tehlikeli ve önemli olduğunu tarihte olduğu gibi diziden de çok nitelikli bir şekilde öğreniyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün taktik ve stratejisindeki zenginliği, kararlılığı ve vatanseverliği dizi sayesinde yeniden bilinçlerimize çıkarıyoruz.
İNKAR EDİLEMEYECEK GERÇEK
Sayın Çekiç, “Mustafa Kemal Paşa karakteri tarihsel rolüne ve kişiliğine uygun işleniyor mu?” sorusuna da garip bir cevap vermektedir.
“Dizide doğal olarak çok kahraman var ama hareketin gerçek liderinin Mustafa Kemal olduğu açık. Elbette bundan sonra izleyeceklerimiz de kesin karar vermek için, önemli.”
Oysa dizinin merkezinde tam olarak Mustafa Kemal var.
KARARSIZLIK, GÜVENSİZLİK
Dizi baştan sona onun stratejilerinin doğruluğunu, kurduğu teşkilatın sağlamlığını, kararlılığını ve cesaretini anlatıyor. Ancak Sayın Çekiç, Mustafa Kemal’in tarihsel rolüne ilişkin soruya kesin cevap vermek için beklemeyi tercih ediyor.
Şüphesiz bugün Atatürkçü aydının içine girdiği kararsızlık, güvensizlik ve tedbirlilik psikolojisinin sarmalından kurtulamıyor. İnkâr edemeyeceği kadar “açık” olan bir gerçeği bile dile getirirken tereddüt ediyor.
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM DİZİSİNİN FARKI
Ya İstikal Ya Ölüm dizisi ülkemizde eşine az rastladığımız nitelikte bir eserdir. Bilgisi zayıf, romanlar, diziler ve filmler ile tarihi çarpıtan eserlerin aksine verdiği bilgiler tarihin içindendir ve güvenilirdir. Edebi tarihçiliğin ülkemizde son yıllarda aldığı büyük yaralar bilinmektedir. Ya İstiklal Ya Ölüm dizisi yalnızca verdiği bilgiler ile değil tarihi yorumlaması ve bakış açısıyla da bilime yaslanmaktadır. Kafadaki kurgular, önyargılar ve yanlış siyasal konumlanma yüzünden ülkemizde tarihi kurgu eserlerin gerçekle çelişen örnekleriyle sıklıkla karşılaşıyorduk. Ya İstiklal Ya Ölüm dizisinde bunun en ufak bir örneğiyle bile karşılaşmamış olmak büyük mutluluktur. Nitekim dizi genel savaşı ve çelişkileri çok iyi anlatırken tarihin detaylarda kalan hazinelerine ve karakterlerine ışık tutmada da çok başarılıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün güzel Türkçesi ve dönemin ruhunu yansıtan görüntüleri, oyunculukların niteliğiyle birleşince her izleyeni mest eden bir eser ortaya çıkmıştır. Tarihi bir sanat eserinin en güzel yanı tarihi gerçekliği öğretmesiyle birlikte yaşatabilmesidir. Abartısız olarak söylersek, Ya İstiklal Ya Ölüm dizisi İstanbul ve Ankara arasındaki hükümet savaşını izleyicilerine sadece anlatmakta değil aynı zamanda yaşatmaktadır. Diziye emek veren senarist, danışman, yönetmen ve oyuncuları her açıdan tebrik ediyoruz.