İlk çağdan günümüze tıpta kadının rolü
Uygarlıklar, sürekliliklerini sağlamak için insana dayalı eğitim ile gelenek göreneklerden yola çıkarak, sürdürülebilir yaşamın nasıl olacağını saptayarak, o gereksinime uygun insan yetiştirirler. Adına ne dersek diyelim bu durum bir gücün devam sağlayacağına dair 'nasıl bir insan yaratmak' şeklindedir. Tarihin şafağında kadında saptanan güç, üreme yeteneği, dişil düşüncelerin gelişmesine yol açmış; ana tanrıça figürü ilk uygarlıklarda gücün, verimin simgesi olarak görülmüştür. Bu öylesine güçlü etkidir ki... Kıble sözcüğü kıbele sözcüğünden alınmıştır. Sonraları savaşlar ve yayılmacı politikalar eril kültürün gelişmesine yol açmış, ana tanrıça figürü gerilemiştir. Bu gelişmeleri tıpta da görmek mümkündür. Anadolu’nun ilk uygarlıklarından Hatti Hiti kültüründe kadın otacıları çok görürken sonraki dönemlerde azalma görmekteyiz. Bu yazı insanlığın gelişim sürecinde sağlık alanında kadın cinsiyetin nasıl evrildiğini göstermek için planlanmıştır.
Boğazköy/Hattuşa’dan çıkartılan tabletlerin bir kısmı, fiziksel ve ruhsal problemler ile beden ve zihin sağlığının korunması ve yapılacak müdahaleler hakkındadır. Aralarında dikkate değer olanı 14.yy’ın ortalarında kendisi de “aphasia”dan muzdarip Kral Murşili II’nin “Veba Yakarıları”yla ilişkilendirilen muğlak tıbbi felaket ya da felaketlerdir. Ayrıca Kral Hattuşili III, Prenses Gaššullivawiya, Prens Kantuzili gibi önde gelen şahsiyetlerin tanı konulmamış hastalıkları aracılığıyla da çeşitli bilgilere ulaşabiliyoruz. Hattuşili hastalıklı bir çocukluk geçirmişti ve eşi Prenses Puduhepa’nın, sağlık tanrısı Lelwani’ye eşinin şifası için ettiği dualardan da görülebileceği gibi hastalıklı bir yetişkindi.
BÜYÜCÜLÜK
Modern bir tıp öğrencisi bütünüyle fiziksel tıbba dayanan –örneğin kas tedavileri ve ilaç kullanımı gibi- tedavilerle, her biri büyülü ve yarı tanrısal güçlere sahip chimera karakterlerini birbirinden ayırır. Oysa Hitit’in sağaltım yöntemleri arasında belirgin bir ayrım yoktur ve bunların her ikisi de aynı şekilde uygulanır. Bunu tıptan ziyade büyünün ağır bastığı sayısız antik tedavi yönteminden söz eden metinlerden de görebiliriz.
Yazılı tarih öncesi dönemlerin toplumsal yaşamında ilk sosyal eylemin kadın ve erkek arasında iş bölümü olduğu, bu iş bölümünde ok ve yayın erkeğe, sepetin kadına verildiği, avcı-toplayıcı dönemin karakteristiği olarak erkeklerin avlandığı, uygarlığın tohumunu atan kadınların ise toplayıp taşıdığı bilinmektedir. Doğanın ürkütücü anlaşılamazlığını büyüsel yöntemlerle açıklamaya çalışan insan düşüncesi, hastalıklarla baş etmede de aynı yöntemden yararlanmış, büyülere ve cinlere bağladığı hastalıklardan kurtulmak için şamanı yaratmıştır. Yapılan çalışmalar şamanlığın, ilk dönemlerde kadınlara özgü bir uygulama olduğunu düşündürmektedir; bunlar arasında şamanların uzun saçlı olması, özel giysilerinin kadın bedeninin simgelerini taşıması, cenaze törenlerinde kadınların en önde yürümeleri sayılabilir. Bilinenle bilinmeyen arasında bir aracı olarak kabul edilen şamanlığın, büyüsel düşünceden dinsel düşünceye geçişte de bir aracı kurum olduğu, ataerkil sistemle birlikte babadan oğula aktarılan bir şefliğe dönüştüğü dile getirilmektedir. Hastalık-sağlık süreçlerine ilişkin bir başka yaklaşım, hastalık etkenlerinin doğadan kaynaklandığı, dolayısıyla tedavisinin de doğada bulunduğu varsayımından hareket eden otacıların deneme yanılmaya dayalı bitkisel yöntemleri kullanmasıdır. Otacılık geleneğinde toprakla doğrudan ilişkisi ve bitkiler konusunda daha fazla bilgiye sahip olması nedeniyle kadınların egemen olduğu bilinmektedir. Pek çok toplumda “kocakarı ilaçları” olarak adlandırılan bitkisel tedavi yöntemlerinin akılcı tıbbın ve farmakolojinin öncüsü olduğu, bu bağlamda kadınların tıbbın gelişimine tarihin ilk dönemlerinden başlayarak katkıda bulundukları söylenebilir.
Hastalıkların iyileştirilmesine yönelik uygulamaların tarihi neredeyse insanlığın tarihi kadar eski olsa gerektir. Nitekim tıbbın başlangıcı “tarih öncesi çağlarda ormanda yankılanan ilk ağrı çığlığı, hekime gönderilen ilk çağrı idi” sözleriyle dile getirilebilir. Tıbbın evriminde temel eksenleriyle büyüsel tıp, akılcı tıp ve çağdaş bilimsel - deneysel tıp olarak sıralanabilecek dönemlere her aşamada eşlik eden geleneksel halk hekimliği ve şifacılık uygulamaları da insanlığın başlangıcından günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Geleneksel halk hekimliği uygulamalarından koruyucu hekimlik hizmetlerine ve bilimsel klinik uygulamalara kadar geniş bir spektrumda tanı – tedavi, esenlendirme ve bakım pratiklerinde etkin bir rol oynayan kadınlar açısından tarihsel sürece bakıldığında ise, cinsiyetçi bir yaklaşımın sergilendiği görülmektedir.
ŞAMANLIK VE OTACILIK
Tarihin ilk dönemlerinde kadının toplumsal saygınlığının artışına ilişkin bir kozmik model söz konusudur. Bu kozmik modele göre doğumun-ölümün toprakla ilişkilendirilmesi ve kadının hayatın kaynağı sayılan toprakla temas halinde olması, onu toprağın dünyadaki temsilcisi konumuna yükseltmekte, erkeğin döllenme süreçlerindeki işlevinin bilinmemesi bu mitolojik algıyı güçlendirmektedir. Paleolitik ve neolitik dönemlere ilişkin arkeolojik bulgular arasında çok az sayıdaki erkek imgelerine karşın, doğurganlık simgelerini içeren mağara resimleri, mezar figürleri, üretimin ve bereketin sembolü kadın heykelciklerin çokluğu kadınların saygınlığının olağanüstü artışını göstermektedir. Eliade’nin aşağıdaki sözleri kadının yaratıcılığına ve gücüne ilişkin kozmik çerçeveyi açıklar niteliktedir: “Toprak Ananın gebe kalmak için bir babaya gereksinimi yoktur.” Bu düşüncenin izleri Akdeniz tanrıçalarının tanrı doğurmalarına ilişkin efsanelerde görülmektedir ve Toprak Ananın kendine yeterliliğinin ve üretkenliğinin mitolojik ifadesidir. Bu tür mitolojik kavrayışlara; kadının bitkilerin hayatı üzerinde belirleyici etkiler icra eden gizil, büyüsel-dinsel güçlerine ilişkin inançlar karşılık gelmektedir. Kadının büyüsel-dinsel prestiji kozmik bir modele sahiptir: Toprak Ana... Badinter ise kadının statüsündeki temeli ve tarihsel değişimi şöyle dile getirmektedir: “Kadınların gücü tarih dışı bir zaman-uzamda etkili iken, erkeğin güç alanı tarihsel bir zaman-uzamda ortaya çıkmıştır.” Kadının güçleri arasında yer alan ölümsüzlük, onu aşkınlık alanında önemli kılmaktadır. Kan bağlarının ve alt klanların devamlılığını sağlamaktan o sorumludur. Birçok eski dinde ortak olan Ana Tanrıça mitidir.