20 Kasım 2024 Çarşamba
İstanbul 10°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnatlaşma...

İnatlaşma...
A+ A-
Okday Korunan

İki keçi bir tomrukta… Sen geçeceksin ben geçeceğim… Hikâyesini bilmeyen yoktur. Akıl ile egonun yolu bir olsaydı bugün o keçiler hayatta olurdu. Hadi keçiler telef oldu ya karınlarında taşıdıkları, gelecekleri, onlar da yok oldu… İnat olumlu, olumsuz yanları ile ölçülse nasıl bir sonuç verir düşünmeye değer…

Akılcı olmayan bilim dışı inat cehaleti, o da karanlığı davet eder…

Ekonomi yaşamın belirleyici etkin hassasiyetlerinden ama maddi değerlerin önüne manevi değerleri koyduğunuzda… Bir de manevi değerler alanını “muhafazakâr” duvarlarla beslediğinizde karşınıza farklı bir tablo çıkabiliyor. Sanat ve toplum bu pozisyondan hangi ölçüde etkilenir kısaca bir bakalım.

Birkaç tespit yaparak başlayalım…

Coğrafyamızda kültürün, salt "manevi" kültür alanı içinde tutulup, maddi kültürden soyutlanması, maddi kültürün ise; salt burjuvazinin "seçkinler kültürü" olarak alınması ve algılanması sonuçta; kültürün "sistemsel bir bütünlük" içinde görülmemesine dayanıyor. İnatlaşma bu noktada başlıyor.

Coğrafyamız genelinde, pozitivist, yeni-pozitivist görünüşler adı altında yapılan sunumların sonunda bir yoldan idealist felsefeye bağlanması kültür sorununun altından kalkılamayan nedenini oluşturuyor. Bilimsel ayrım, netlik açığa çıkmıyor.

Coğrafyamız genelinde temel yanlışlık olarak, maddi kültürü uygarlık, manevi kültürü ise “kültür” olarak görmek ve manevi kültürü, "salt ulusal değerler" ile açıklamak tercih ediliyor. Sonuçta da “gelenek” her şeydir çözümünden yürünüyor... Kadına şiddetten, kan davasına vs. toplum bir türlü yol alamıyor. Demokratik değerler yerleşmiyor.

"Ulusal kültür" kavramı doğru dürüst açıklanamıyor. Milliyetçilik kavramı tartışılıyor, vatanseverlik anlaşılamıyor. İdeolojik saptırma yapan gruplar bu karmaşadan kolayca faydalanıyor… “Ne mutlu Türküm diyene…” sözü ülkede gündem oluyor.

Kültür kavramı "Ulusal kültür", "Anadolu kültürü", "Türk kültürü", "İslâm kültürü", "Doğu-Batı kültürü" ya da "Osmanlı kültürü" gibi kavramlar kamplaşmasında tartışılıyor. “Kültür" ve “Ulusal kültür” kavramı samimiyetle açıklığa kavuşmayı bekliyor.

Kültürün gelişmişlik düzeyi, insanın çevresini insanileştirmesinin bir göstergesidir. Kültür ürünlerinin niteliği de insanın yaratıcılık düzeyiyle ölçülüdür. O yaratıcılığı besleyecek olan insani demokratik kültürdür.

Kültür değerleri ve ürünleri kâr mekanizması içine sokuldukça kendi özlerine aykırılaşmaya ama kazanç oranını arttırmaya devam ederek siyasete malzeme oluşturuyor.

Ne var ki, aslında istenen, bu çelişkinin ortadan kalkması ya da aşılması, uyumlu bir çözüme ulaştırılması da değil, mevcut durumun sürdürülmesi için bu çelişkinin de sürdürülebilmesi meselesidir. Sonunda, kitlelerin "kişiliksizleştirilmiş" bir yığın haline dönüştürülmesi bu yoldan sağlanmış oluyor. Sömürü, itaatkâr kullanışlı yığınlar ile seçim sonuçları bu süreçte şekilleniyor. Emperyalist tuzağa bu yoldan düşülüyor.

Kitlelerin demokratik düşünce biçimiyle demokratik kültür öğelerinden yalıtılmaları ortadaki boşluğu dolduracak "ikame kültürler" var ediyor. Bunun başlıca belirtisi, toplumsal ham hayallerin, aldatmacaların, yanılsamaların yaratılması olarak çeşitli yollardan gündeme taşınıyor…

Konunun teorik yürüyüşünü sokağın pratiğinde somutlarsak nasıl bir tablo ile karşılaşırız?

Süreçten “yeni” Atatürk Kültür Merkezi de nasibini almış görünüyor. Bir mimari eser olmaktan çok seyre açılmış millet bahçesi algısı veriyor. Renklendirilmeye çalışılan eğlence alanı, ticari reklam öznesi olarak sunuluyor.

Zarf ile ilgilenmekten mazrufa bakan ne yazık ki bulunamıyor...

Yapıları, yapılanları, eksikleri konuşmak yanında yapılarda sergilenecek eserlerin derinliği, inceliği, gerekliliği, yeterliliği de önemli olmalı... Kültür konusu netlik kazanmadan tüm soru ve sorunlar şimdilik havada kalacak gibi duruyor.

Kültür neresinden tutsak dağılan, elimizde kalan eski hırka olarak görülmemeli…

Biliyorum ki, Sayın Bakanın önünde soru, sorun ve mesai çok… Kültürle mi, turizmle mi, Covid 19 la mı, çalışanların geçim ücret dengeleri ile mi ya da özlük haklarının korunması, iyileşmesi ile mi uğraşsın? Bilemedim… Son günlerin en pratik “gelenek” çözüm cümlesi ile “Cenabı Allah sonumuzu hayreylesin.”

Kültür Sanat Dünya Türkiye Sanat Okday Korunan