İngiliz hukukçunun tarafsız gözüyle: Kıbrıs sorunu-3
Dr. Oliver Barış Bridge / Oxford
Birleşik Krallıkta yüksek mahkeme avukatı olan Michael Stephen L.L.M. (Latin. Legum Magister, Yüksek Hukuk unvanıanlamına geliyor) aynı zamanda uluslararası avukat ve 1992-97 arasında Birleşik Krallık Parlamentosunda Millet Vekili, Stanford ve Harvard üniversitelerinde Uluslararası Hukuk alanında Harkness Fellowship'liği yaptı ve Birleşik Krallık'ın BM Büyük Elçisine 25. Genel Kurul için Asistan Hukuk Danışmanlığı yapan çok değerli bir hukukçu.
Stephen "The Cyprus Question" isimli kitabın yazarı, aşağıdaki yazı Steven’ın Kıbrıs sorununu 2004 yılında İngiliz Parlamentosu, Avam Kamarasında tarafsız bir gözle yorumlamasını içeren arşiv notlarından alınmıştır. Üzerinden yıllar geçmesine karşın konu hala aynı güncelliğini koruması açısından önem taşıyor.
BATI, KUZEY KIBRIS TÜRKLERİNİN TANINMASINI ENGELLEDİ
İngiltere “Kıbrıs Devletinin” hem Kıbrıs Türklerinin hem de Kıbrıs Rumlarının mutabakatıyla seçilen bir hükümet olabileceğini kabulleniyor. Buna karşın İngiltere ve ABD kendi çıkarları doğrultusunda diğer ülkeleri sanki Rumlar tek başına tüm Kıbrıs’ın devletiymiş gibi davranmaya teşvik ettiler. 1963’ten beri herhangi bir mutabakat sağlanamadı ve bir tarafın diğerine saldırıp sonra da devleti tek başına idare etme hakkını iddia etmesini sağlayacak bir ‘zorunluluk doktrini’ de yoktur. Rumlar Türklere 1967’den beri geri dönmelerini söylüyorlar, ama ancak Kıbrıs Türkleri temel haklarının feshedilmesini kabullenmeleri koşuluyla ki bunu kabul edemezler. Rumların “Kıbrıs Devleti” olarak tanındıkları ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 7. Bölümüne göre hiçbir hakka ve otoriteye sahip olmadan Kıbrıs Türklerinin ticaret ve iletişimlerini istedikleri kadar ambargo altında tutabildikleri sürece de uzlaşmak için herhangi bir nedenleri olmayacak.
1983’te Kıbrıs Türkleri kendi Cumhuriyetlerini kurduklarında İngiltere ve ABD, BM’de onlara karşı harekete geçtiler. Bağımsızlık İlanını “yasal olarak geçersiz” kılan 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi Kararlarını geliştirdiler ve diğer devletleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamaya çağırdılar. Ancak Güvenlik Konseyi bu önergenin hukuki temelini incelemedi. Bu “yasadışılığın” temelinin Kıbrıs anayasasının mı yoksa uluslararası hukukun mu olduğu hiçbir noktada belirtilmemiştir. Ta 1963’ten beri Rumlar tarafından ret ve feshedilen 1960 Anayasasının 1983’te Kıbrıs Türkleri üzerinde nasıl bir yetkisi olduğu hiçbir zaman açıklanmamıştır.
TEKNİK OLARAK İNGİLTERE VE ABD GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİNİ DE TANIMIYOR
Her ne kadar İngiltere Kıbrıs Rum Yönetimi sanki Kıbrıs’ın hukuki Devletiymiş gibi davransa da resmi olarak onları bu şekilde tanımış durumda değiller. 25 Nisan 1980’de Dışişleri Bakanı Lordlar Kamarasında şu demeci verdi: “İngiltere’nin başka Hükümetleri tanıma teamüllerini gözden geçirdik. Bu ortaklarımızın ve müttefiklerimizin teamülleriyle bir karşılaştırma da içerdi. Bu inceleme sonucunda bundan sonra Hükümetler tanınmayacaktır. İngiltere Hükümeti artık uluslararası standartlara göre Devletleri tanıyacaktır.”
12 Ağustos 1964’te İngiltere’nin BM temsilcisi kendi hükümetine aşağıdakileri yazdı:
- “Kıbrıs’ın geleceği ve Makarios hakkındaki gerçek siyasetimiz ve duygularımız nedir? İngiliz gazetelere ve başka pek çoğuna bakılırsa Makarios ve sözde devletine karşı duygularımız son derece güçlü ve İngiliz halkını Makarios’un devrilmesi ve Kıbrıs sorununun Türkler ve Rumlar arasında doğrudan anlaşmalarla çözülmesinden başka hiçbir şey memnun etmeyecektir. Ama bazen öyle görünüyor ki bazı insanların “Milletler Birliği” [Commonwealth] ile ilgili takıntıları onları kalan her şeye kör ediyor ve Makarios ve kabadayılarına karşı daha aktif bir yaklaşım düpedüz vatan hainliği oluyor. Başka zamanlarda öne çıkan hissiyat Makarios’a doğrudan karşı konulduğu takdirde [Rum] Kıbrıslılarla çatışmaya girilip askeri üslerimizi kaybedebileceğimiz ile ilgili endişe oluyor.”
TÜRKLER, HAKLARINI ARAYABİLECEKLERİ BÜTÜN PLATFORMLARDAN DIŞLANDILAR
1963’ten sonra Kıbrıs’ın Türk milletvekilleri, hakimleri ve diğer devlet memurları ya korkutularak ya da zorla durdurularak görevlerini icra etmekten engellendiler. Avam Kamarası Özel Komitesi’ne göre “1963 Aralık’ında gerçekleşen krizin etkisi devletin yasal organlarının Rumlarının eline geçirmek oldu. “Zorunluluk doktrinine” uygun olduğu iddiasıyla Meclisteki Rumlar devlet organlarının Türkler olmadan işlemesini sağlayacak birtakım yasalar geçirdiler.”
Özel Komite 29. paragrafta konuya devam ediyor: “Kıbrıs Türklerinin bakış açısından eşit ölçüde zararlı başka bir olay da kendi durumlarını anlatabilecekleri uluslararası arenada temsil edilme ve siyaset yapabilme olanaklarından tamamen mahrum bırakılmış olmaları”… …“Kıbrıs Türklerinin uluslararası alandaki varlıkları neredeyse bir gecede tamamen yok oldu.” Bu açıdan bakılınca bütün dünyanın Kıbrıs Rumlarının görüşlerine ikna olmuş olmaları hiç şaşırtıcı değil.
RUMLAR HALA YAPTIKLARI KATLİAMLARI İNKAR EDİYORLAR
1963-64 katliamlarından beri hala 300’den fazla Türk ardından hiçbir iz bırakmadan kaybolmuş vaziyette. Bu korkunç olaylar o zamanlar daha iktidarda olmayan “Yunan Albayların” ya da kimseyi temsil etmeyen bir grup aşırıcı Rum’dan kaynaklanmadı. Türklere çektirilen eziyet Rumların dini ve siyasi yönetiminin açık siyasetiydi ve bu yönetim bugüne kadar hâlâ katilleri adalete teslim etmek için en ufak bir çabaya girmedi.
Bunun yerine gerçekleri inkâr edip, sadece her iki tarafın da eşit ölçüde suçlu olduğu, birbirinden bağımsız çatışmalar olduğunu öne sürüyorlar. Kıbrıs Rum Yönetimi daha sadece Eylül 2004’te Türklere karşı hiçbir bir katliamın gerçekleşmediğini tekrar iddia etti. Bu iddiaya Rum gazetesi Cyprus Mail bile inanamadı. Rum gazeteci Antonis Angastionotis, gerçeklerin bunca süredir Rum halkından gizlendiği düşüncesiyle 1974’te Kıbrıs Türklerine karşı Muratağa-Sandallar-Atlılar civarında ve Taşkent’te yapılan soykırım girişimini anlatan “The Voice of Blood” isimli belgeseli çekti. Bu belgeselin Yunan televizyonlarında gösterileceği şüpheli.
Rumların tavrı hem üzücü hem akılsızca. Kıbrıs Türklerini hiçbir zaman katliamlar yaşanmadığına ikna edemezler ve yaşananları kabullenmedikleri ve af dilmeye başlamadıkları sürece de barış süreci başlayamaz. Güney Kıbrıs’ta bunu yapacak iyi insanlar var, fakat Kıbrıs Rum Yönetiminin dünyaya kabul ettirdikleri haksız ve hukuksuz yerini kaybetme korkusundan yaptıklarını kabullenmeye yanaşmayacak yüksek makam sahibi insanlar da var.
Avam Kamarası Özel Komitesi’nin bulgularına göre: “Kıbrıs Türklerinin iddia ettiği gibi tamamen ya da kısmen yok edilen 103 Türk köyünün ve Kıbrıs’taki toplam Türk nüfusunun çeyreğinin mülteci konumuna düşmesine sebep olan şiddetin doğrudan Rum yönetimi tarafından yapıldığı veya en azından göz yumulduğu şüphesizdir.”
RUMLARUN TÜRKLERE UYGULADIĞI AMBARGO
BM Genel Sekreterinin Güvenlik Konseyindeki raporuna göre “Aralık 1963’te başlayan ve 1964’ün ilk yarısında devam eden toplumsal kargaşa sırasında binlerce Türk sırf üstlerinde ve arabalarında taşıyabildikleriyle yurtlarından kaçtı ve daha güvenli yerlere sığındı.” Eylül 1964’te Genel Sekreterin Güvenlik Konseyindeki raporuna göre “Yılın ilk yarısındaki tarım ve endüstri alanlarındaki kayıpların yanı sıra Kıbrıs Türk halkı, devlet memuru olan 4000’den fazla kişinin maaşlarını alamamaları dahil, diğer gelir kaynaklarını da kaybetti.” Bu dönemde Türk halkının ticareti önemli ölçüde azalmıştı ve işsizlik çok yüksek oranda artmıştı – aşağı yukarı aile geçindiren 25000 kişi işsiz kaldı.
Türkler kendi yurtlarında sığınmacı olmuşlardı. 1964’te yıllık alınan devlet desteği kesilince Türk Kamu Odası’nın (Turkish Communal Chamber ) harcamaları çöktü. Türk halkının yarısı desteğe bağımlı hale geldiği için geriye kalan kaynakların büyük bir kısmı işsizlik maaşı ve benzer desteklere ayrılmak durumunda kaldı.
BM Genel Sekreterinin 10 Eylül 1964 raporuna göre “Türk halkına uygulanan ve bazı noktalarda adeta kuşatma raddesine gelmiş olan ekonomik sınırlamalar Kıbrıs Hükümetinin ekonomik baskıyla bir çözüm zorlamaya çalıştığına işaret ediyor.” Bu durum bugün de geçerliliğini korumakta.
İngiltere 24 Temmuz 1964’te Rumların hukuksuz davranışlarını resmi olarak protesto etti ama hâlâ Rum Yönetimi Kıbrıs’ın devletiymiş gibi davranmaya devam etti ve Rumların istedikleri gibi davranmalarını engelleyecek bir harekette bulunmadı. 1963-1974 arasında Türklerin özgür hareket edebilme hakları önemli ölçüde sınırlandırılmıştı. Posta hizmetlerini kullanmaları engellenmişti. İnşaat malzemelerine, elektrik donanımlarına, makine ve motor parçalarına, yakıta, kimyasallara ve başka pek çok ürüne erişimlerine ağır kısıtlamalar getirilmişti ve Türk sığınmacılar çadırlarda ve mağaralarda yaşamak zorunda kaldılar.
RUMLAR, HAKLARINDAN FERAGAT ETMEYEN TÜRKLERİN DEVLETE DÖNMESİNİ ENGELLEDİ
Avam Kamarası Özel Komitesinin bulgularına göre: “Temmuz 1965’te Türk milletvekilleri meclise dönmek istediklerinde yalnızca yokluklarında gerçekleşen yasal değişiklikleri kabul ettikleri takdirde geri dönebilecekleri söylendi onlara” (yeni silah zoruyla dayatılan ve toplumlarının haklarına ciddi zararlar veren temel anayasa değişikliklerini kabul ederlerse). Özel Komite devam ediyor: “Şubat 1966’da Makarios 1960 anlaşmalarının hepsinin feshedilip çöpe atıldıklarını ilan etti.”
Rumların 1963’ten sonraki siyasetleri 20 Eylül 1992’de Fileleftheros’ta şöyle özetlendi: “Biz Kıbrıs Rumları devletin tüm kontrolünü elimizde bulunduruyoruz. Bütün bakanlar Rum. Hükümetimiz uluslararası tanınan tek hükümet – neden [Türkleri] geri getirelim? Türkler bugün toprakların sadece %3’ünü kontrol ediyor. Zengin kaynaklara sahip değiller ve ekonomik olarak zor günler yaşıyorlar. Ya sonunda bizim dediklerimizi kabul edecekler, ya da gidecekler.”
Rumlar bazen saldırıya uğrayanların kendileri olduğunu, 1960 anlaşmalarını bozmak isteyenlerin Türkler olduğunu iddia ediyorlar. Ancak Türkler hem dörde bir azınlıktaydılar, hem de köyleri silahlı Rumlar tarafından sarılmıştı. Ağır silahlara sahip değildiler, kadın ve çocuklarını koruma imkanlarına sahip değildiler; Türkiye ise 40 mil denizin ötesindeydi. Bu koşullarda Türklerin saldırgan tarafta olduğunu tasavvur etmek bile absürd, saçma.
Sussex Üniversitesinin kıdemli Profesörü Michael Moran Rumların tavırlarıyla ilgili şu teşhiste bulundu: “Rumların 1963 Aralık’ında girdikleri yola öyle bir şevk ve özgüvenle girişebilmelerinin nedeni, Marksistlerin “yanlış bilinç” diye adlandırdığı zihinsel duruma benzeyen, bir çeşit ideolojik büyüye kapıldıkları içindir. Beyinlerinin en az yüzyıl boyunca vaazlarla ve okullarda aldıkları eğitimle, mantık çerçevesine sığabilecek tarihsel ve siyasi gerçekliklere patolojik olarak ters düşen birtakım düşüncelere inanmaya yıkandığı, denge sağlayabilecek bir rasyonel eleştiri geleneğiyle temastan yoksun oldukları ve teolojinin bulandırdığı sulara karşı kuşku duymayı büyük ölçüde başaramadıkları için, Rum yöneticiler, eşit ölçüde önemli olan Türklerin haklarına karşı, etkin olarak duyarsızlaşmışlardı. Bu nedenle Türk yurttaşlarına böylesine istikrarla acı çektirebildiler – yaptıklarının bu olduğunun farkında bile değildiler.”
....
- ve 2. bölümleri okumak için;
1.https://aydinlik.com.tr/ingiliz-hukukcunun-tarafsiz-gozuyle-kibris-sorunu-227192
2.https://www.aydinlik.com.tr/haber/unlu-ingiliz-hukukcusunun-tarafsiz-gozuyle-kibris-sorunu-2-227328