25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İngilizler Türk keçisini nasıl çaldı? Kan donduran olay...

Kökeni 1220'li yıllarda Moğollara dayanan ve Anadolu'daki üretimin en değerli ürünü olan Tiftik keçilerinin İngilizler tarafından çalındığını biliyor muydunuz? Peki dünyada 'Ankara Keçisi' (Angora Goat) olarak bilinen tiftik keçisi neden bu kadar değerliydi? İngilizler nasıl çaldı?

İngilizler Türk keçisini nasıl çaldı? Kan donduran olay...
A+ A-

Söylenceye göre , Anadolu’da tiftik üretimi 1220 yıllarında Moğol Ordularının Kayı boyunu, Süleyman Şah’ı ve halkını Türkmen topraklarından sürüp çıkarması ile başlamıştı.

70 yıl sonra Osmanlı Devleti’ni kuracak olan Osman Bey, tiftik keçisini Anadolu’ya getiren Süleyman Şah’ın torunuydu. Süleyman Şah 1229’da ölünce oğulları Kayseri’den Ankara’ya kadar uzanan bölgede tiftik keçisi sürüleriyle yayılıp yerleşmiş ve bu bölgeyi yurt edinmişlerdi.

Ankara ve çevresinde halk tiftikten ipek gibi kumaşlar dokuyordu. Türklerin dokuduğu tiftik kumaşının ünü Ankara’dan tüm dünyaya yayıldı ve tiftik keçisi Avrupa’da Ankara Keçisi (Angora Goat) adıyla anılmaya başladı.
“Öteden beri Ortadoğu’da olduğu kadar Avrupa ve İtalya pazarlarında aranan Türk kumaşları, bezleri ve halıları, (Selçuklu döneminde ) kazanmış oldukları ünü (Osmanlı döneminde de) koruyorlardı.

Başta tiftikten dokunan moher (mucaiarri) ya da sof’lar la (bogasi denilen pamuklu dokumalar ve ipekli kadifeler) 15. Yüzyılda ‘yeniçeri çuhası’ diye adlandırılan kumaşlar da dış ülkelerde rağbet görüyordu. Bu nedenle kumaş ticaretiyle uğraşan Türkler de artık İtalyan şehirlerine yerleşecek derecede alım satım işlerini genişletmişlerdi,” diyor Şerafettin Turan.

Tıpkı İpek kumaş gibi, Osmanlı ekonomisinin bel kemiği ve en çok gelir getiren dışsatım ürünüydü tiftik kumaşı. 1554’te bir çift Ankara keçisi bir “hanedan hediyesi” olarak Kutsal Roma İmparatorluğu’na gönderilmişti. Başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa’ya ve Arap ülkelerine satılan Osmanlı tiftik kumaşına Avrupa’da öyle büyük bir talep vardı ki, gün geldi Anadolu tiftik kumaşı üretimi, Avrupa’nın kumaş talebini karşılayamaz hale geldi.

Avrupa; “bize işlenmiş tiftik kumaşı satmak yerine işlenmemiş ham tiftik yünü verin, biz kendimiz dokuyalım ya da bize damızlık Ankara Keçileri satın,” diyordu.

Osmanlı’nın dünyadaki Ankara tiftik keçisi ve tiftik kumaşı tekelini kırmaya yönelik bu çabalar karşısında Sultanlar, işlenmemiş ham tiftik dışsatımına yasak koymuşlardı: Avrupa’ya yalnızca işlenmiş tiftik ürünleri, tiftik kumaşları satılacak; damızlık Ankara keçisi ve ham tiftik yünü kesinlikle yabancılara satılmayacaktı.

Kalitesiyle rekabet edemediği Osmanlı tiftik kumaşı, Avrupa’lı kumaş üreticilerinin en büyük sorunu olmuş, Avrupalılar Osmanlı topraklarından damızlık Ankara Keçisi kaçırma girişimlerine başlamışlardı.

Evliya Çelebi 1640’larda Ankara için; “burası tiftik kumaşı (sof) yeridir… Bu kumaş da Ankara’ya özgüdür. Yeryüzünde başka bir yerde üretme olanağı yoktur. Kadın ve erkek herkesin işi tiftik kumaşı dokumaktır. Fransızlar bu Ankara keçilerinden Fransa’ya götürüp yumuşak iplik eğirip tiftik kumaşı dokumak isterler de dokudukları şey sof olmaz. Hatta Ankara’dan eğrilmiş ipliği alıp Fransa’ya götürerek tiftik kumaşı yapalım dediler fakat yine olmadı.” der.

O tarihlerde başta Ankara olmak üzere; Zir, Çankırı, Beypazarı, Nallıhan ve Kalecik’te 1355 tiftik tezgahının bulunduğu ve her yıl 20.000 top kumaşın yurt dışına satıldığını bildiriyordu Tournfort.

Avrupa dokumacılıkta kol gücünden makine gücüne geçmeyi yeni yeni deniyor, ama dokumacılar kendilerini işsiz bırakacak bu makinelere karşı ayaklanıp kullanılmasını yasaklatıyorlardı. Osmanlı’da ise böyle dokumacıları işsiz bırakmakla tehdit eden dokuma makinesi icad etme girişimleri görülmüyordu.

1771’de güneybatı Almanya’da Pfalz bölgesinde bir Ankara keçisi çiftliği kurma girişimi keçilerin iklime uyumsuzluğu nedeniyle başarısız olurken, 1740’ta Ankara keçisinin İsveç’e götürülme girişimi önlenmiş ve 1778’de Venedikliler Ankara keçisi besiciliğinde (yine iklim uyumsuzluğu nedeniyle) düş kırıklığına uğramışlardı.
Osmanlı dünyanın en pahalı tiftik kumaşı tekelini kıskançlıkla koruyor, yabancıya işlenmemiş, hammadde ve damızlık keçi satmamakta direniyordu. İngilizler Osmanlı tiftik tekelini kırmak için gizlice kaçırmayı planladıkları damızlık Ankara keçilerinin dünyada uyum sağlayabileceği iklimi araştırmış ve bu keçilerin Ankara’dan başka Güney Afrika’da yaşayabileceklerini saptamışlardı.

1830’larda içinde 12 teke (erkek keçi) ve 1 anaç (dişi keçi) de bulunan bir kafile başka bir kıtaya, Afrika’ya varmak için açık denizlere yelken açmış, ancak bu 12 tekenin yolculuktan önce Osmanlılar tarafından kısırlaştırılmış olduklarının farkına varılamamıştı. Osmanlı çok kötü alay etmişti İngiliz damızlık avcılarıyla.
Ancak James Watt’ın 1765’te İngiltere’de icad ettiği buhar makinesinin 1785’te Edmond Cartwright ve 1790’da Richard Arkwright tarafından buharlı dokuma tezgahına dönüştürülmesinden sonra İngiltere’de ip eğirme ve kumaş üretiminde kol gücünün yerini buharlı makinelerin almaya başlaması, İngiliz malı ucuz fabrika işi kumaşların gümrük duvarlarına yığılarak yerli kumaş üretimini tehdit etmesi sorunuyla karşı karşıya bırakmıştı Osmanlı’yı.

İNGİLİZLERİN HİNDİSTAN'DAKİ AKIL ALMAZ VAHŞETİ

İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan’da Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretimine son vermiş, Hindistan’ın yerli dokumacılığını kanla, şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika işi kumaşlarına Asya’da pazar açmışlardı böylece…

OSMANLI DOKUMACILIĞININ SONU

1800’lerin başında yerli iplik ve kumaş üretimi tıpkı Hindistan’da olduğu gibi vahşi İngilizlerin fabrika ürünleri tarafından tehdit edilirken, bir de 1789 Fransız devrimi’nden kaynaklanan etnik ayrılıkçı akımlarla başı derde giriyordu Osmanlı’nın.

1821’de Yunanlıların Mora’da çıkardıkları ayrılıkçı ayaklanmaya koşut olarak Girit’te de yeni bir ayaklanma başlamış, bu ayaklanmalar 1825 yılında bastırılmış; 1827’de Rus-İngiliz ve Fransız donanmaları, Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi istemiyle, savaş bile ilan etmeden, ani bir baskınla, Navarin’de Türk donanmasına saldırıp 57 Türk gemisini batırarak 8000 askerimizi şehit etmişler.

Ardından 8 Mayıs 1828’de Rusya, Osmanlılara savaş ilan etmiş, savaş sonunda 1830 yılında imzalanan Londra Protokolü ile İngiltere, Rusya ve Fransa’nın koruması altında bağımsız Yunanistan kurulmuş ve ardından Osmanlı’ya sadık olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa de çeşitli uyuşmazlıklar nedeniyle Fransızlarla işbirliği yaparak ordusuyla Osmanlı’nın üzerine yürümüş, tüm Mısır,Suriye,Irak ve Anadolu topraklarını ele geçirmiş; İzmit’e dek dayanmıştı.İngilizler Türk keçisini nasıl çaldı? Kan donduran olay... - Resim : 1

Osmanlı İmparatorluğu dış kışkırtmalarla örgütlenen iç ayaklanmalarla sarsılmış ,yıkılma noktasına gelmişken, 1835’lerde Ankara’ya gelen İngiliz gezgin Hamilton burada tiftik kumaşı üreten 1000 ‘den çok tezgahın bulunduğunu yazıyordu.

Osmanlı’nın ayrılıkçı iç ayaklanmalarla ve Mehmet Ali Paşa İsyanıyla bunaldığı 1837’de , 18 yaşında tahta çıkan İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransızlarla işbirliği yapıp İngiliz mallarının Mısır ve Suriye’da satılmasını yasaklayan Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Padişahı II.Mahmud’la 1838 Balta Limanı Antlaşması imzalayarak, Osmanlı tahtının Mehmet Ali Paşa eline geçmesini önlemek karşılığında, İngiliz mallarına uygulanan gümrüğü kaldırtmış ve böylece bir yandan Osmanlı pazarını ucuz İngiliz fabrika kumaşlarıyla doldurarak Türk yerli dokuma sanayisini yok etmeye yönelirken, bir yandan da ham tiftik ve damızlık tiftik keçisinin yabancılara satışını önleyen yasakları delmişti.

Osmanlı’nın sanayisini, ticaretini,dirliğini,düzenliğini bir daha hiç düzelmeycek denli baltalayan 1838 Balta Limanı Antlaşmasından sonra ,İngiliz Albay Handerson Ankara’dan seçtiği damızlık tiftik keçilerini Güney Afrika’da özel olarak kurulan İngiliz çiftliklerine götürmüş, çoğaltmış ve böylelikle 1856’ya gelindiğinde İngiltere, Osmanlı’nın 1838’e dek kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşı tekeline son vermişti.

ANKARA KEÇİSİNE İNGİLİZ DAMGASI

Böylece 1550’lerde Osman Bey’in dedesi Süleyman Şah’ın Türkistan’dan Anadolu’ya getirdiği tiftik keçileriyle, Osmanlı-Türk Tiftik Kumaş tekeli üzerinde yükselen Osmanlı İmparatorluğu 1838’de bu tekeli İngilizlere kaptırıp elinden kaçırmakla, kendi sonunu da belirlemiş oluyor ve Ankara Keçisi’ne İngiliz damgası vuruluyordu: British Angora Goat Society

Ankara keçisinin bin yıllık öyküsü gösteriyor ki; Osmanlı, savaş alanlarında askeri ve siyasi yenilgilere uğramadan önce, bilimsel ,teknolojik alanda geri kalarak ekonomik-siyasi çöküntüye ve askeri yenilgilere uğratılmış, üretimde buhar gücünden yararlanamayan Osmanlı sanayisi, ucuz yabancı fabrika ürünlerinin karşısına, el yapımı yerli pahalı ürünlerle dikilemediği içindir ki, yerli çıkrıklar durmuş ve 600 yıl Batı’ya ekonomik olarak da üstün olan Osmanlı çökmüştü.

'ÇIKRIKLAR DURUNCA...'

İlk yayınlanışının üzerinden 70 yıl geçtikten sonra yeni basımını yaptığım “Çıkrıklar Durunca”’ya yazdığı sunumda, Atilla İlhan da bu gerçeği belirterek şöyle diyordu:
“Batı’nın Deli Gömleği’nden aktardığım, hayli eski bir söyleşime, şöyle bir göz atar mıydınız? Tesadüf, “Çıkrıklar Durunca…”’nın üzerinde geliştiği fabrika malı satanlarla dokumacılar arasındaki mücadeleyi irdelemiştim:

“Hüseyin Avni Bey yazıyor. (…) 1800 ve 1820 yıllarında İstanbul’da kumaş esnafının 2.750 ve Kemahçı (havız kadife) esnafının da 350 tezgahı vardı. Bütün bu tezgahlarda 5 binden fazla insan çalışıyordu. 1868 yılında yerli sanayin ıslahı için hazırlanan bir inceleme raporunda, bu kumaş tezgahlarından ancak 25 (evet, yanlış okumadınız beyler hanımlar) tane kaldığı esefle kaydedilmektedir. Bu raporun yazıldığı devrede, Avrupa sanayinin dokuma eşyası bol bol ve ucuza gümrük kapılarından giriyor ve yerli imalathaneleri tazyik ediyordu. Zamanla imalathaneler kapanıyor, bunların yerine Avrupa malı satan mağazalar açılıyordu…” (bkz: Yarı Müstemleke Oluş Tarihi) “…gerçekte, o dönemde, bu anlamda ASRİLİK, düpedüz İHANET idi….”

İşte “Çıkrıklar Durunca”…daha 1930’lu yıllarda bu yakıcı gerçeği kavramış, sayfalarına dökmüştü. (…) “Çıkrıklar Durunca”’nın yeni basımı için yetmiş yıl beklemiş olmamız, ayrı ve havsalarının alamayacağı bir utanç değil mi? (Atilla İlhan , 24 Ocak 2000,Maçka-İstanbul)

Kaynak: Kalemin Namusu 1, Türk Savun Kendini, Cengiz Özakıncı

Son Dakika Haberleri