İran’ın hamlesi Asya eksenini güçlendirecek
İran bu çatışmada bir sonraki stratejisini en üst askeri düzeyde belirledi. Eğer İsrail, nükleer ya da altyapı tesislerini hedef alarak İran'a misilleme yaparsa, İran da İsrail'in ekonomik ve endüstriyel altyapısını vurarak ağır hasar verecektir.
İran 1 Ekim gecesi yüzlerce füzeyle İsrail'in çeşitli noktalarını hedef alan bir saldırı düzenledi. Bu, 13 Nisan 2024'teki füze ve insansız hava aracı (İHA) saldırısının ardından İran'ın İsrail'e yönelik ikinci füze saldırısıydı. İran bu saldırıyı, bölgede gerilimi tırmandırmaktan kaçınma çabalarını defalarca vurgulamasına, Tel Aviv'e karşılık vermekten kaçınmasına ve İsrail'in sayısız düşmanca eylemine rağmen düzenledi.
Ancak HAMAS lideri İsmail Heniye'nin Tahran'da suikaste uğraması, ki bu İsrail tarafından uluslararası hukukun açık bir ihlaliydi; Seyid Hasan Nasrallah'ın ölümüyle sonuçlanan Hizbullah’ın üst düzey komutanlarına yönelik suikastler; Lübnan ve Suriye'de askeri danışman olarak görev yapan üst düzey İranlı komutanların öldürülmesi; Lübnan'a yönelik kapsamlı saldırılar ve ülkeyi karadan işgal etme hazırlıkları; Gazze'de aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu binlerce masum sivilin toplu şekilde katledilmesi, İran'ı İsrail'e karşı yeni bir füze saldırısına iten etmenlerdir.
Peki bu saldırının kayda değer yönleri neler ve İran'ın bölgesel siyaseti hakkında bundan ne gibi dersler çıkarabiliriz?
1-BATI’NIN GÜVENİLMEZLİĞİ
İsmail Haniye'nin Tahran'da öldürülmesinin ardından Batı'nın İran'a, İsrail'e karşı askeri bir karşılık vermekten kaçınması halinde Gazze'de ateşkes sağlanacağı sözünü verdiği İran'daki gazeteciler ve siyasi uzmanlar tarafından bilinirken, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan tarafından da resmen kabul edildi. İran bu taahhüde dayanarak İsrail'e karşı askeri eylemden kaçındı. Ancak, Batılı ülkelerin bu taahhüdüne ve İran'ın İsrail'e askeri saldırı düzenlememe sözüne bağlı kalmasına rağmen, İsrail ne Gazze halkına yönelik soykırımı durdurdu ne de savaşın alevlerini komşu ülkelere yayma siyasetini değiştirdi. Gazze'de devam eden savaş suçlarının yanı sıra İsrail Lübnan'a saldırmaya başladı. Tüm bunlar, Batı'nın İsrail'in yanında durduğu ve İsrail'in diplomatik aygıtının bir parçası olarak hareket ettiği gibi yadsınamaz bir gerçeği ortaya koymakta ve Batılı taahhütlere güvenilemeyeceğini ispatlamaktadır.
Bu olay, Pezeşkiyan'ın yeni yönetiminin gelecekteki siyasetlerini önemli ölçüde etkileyecektir. Zira görev süresinin başında Batı'nın taahhütlerine güvenmek gibi hayli başarısız olan deneyimi göz önüne alındığında Pezeşkiyan, Batı ile ilişkilerinde gelecekteki stratejilerini tekrar gözden geçirecektir.
2-İRAN’IN ASKERİ GÜCÜ VE İSRAİL’İN ASKERİ KAPASİTESİ İÇİN GERÇEK BİR SINAV
Nisan 2024'teki saldırısında İran'ın füze ve İHA’larının İsrail’in işgali altındaki topraklara ulaşması 6 ila 8 saat almıştı. Bunların bazıları İsrail, Ürdün ve ABD'nin radar sistemleri tarafından durdurulmuş ve düşürülmüştü. O dönemde İran, harekâtın İsrail'e bir uyarı olduğunu açıklamış ve henüz gerçek askeri yeteneklerini ortaya koymadığını ileri sürmüştü.
Ancak 1 Ekim'deki harekât, farklı bir şekilde gelişti ve İran'ın hipersonik füzeleri sadece 10 dakika içinde hedeflerine ulaşarak birkaç dakika içinde yaklaşık 1,400 kilometre mesafe kat etti. Savunma sistemleri ve radarların varlığına rağmen yüzlerce füzenin bu kadar uzaktan askeri hedefleri en az hatayla vurması ve amaçlanan askeri hedefleri imha etmesi, küresel askeri füze alanında birçok yaklaşımı değiştiren çok önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir.
Bu harekât, İran'ın Hindistan'dan Akdeniz'e kadar tüm bölge üzerindeki askeri hâkimiyetini etkili bir şekilde ortaya koymuştur. Doğal olarak, bölgede bulunan ve İran'a komşu olan ABD askeri üsleri ve havaalanları artık İran'ın füzelerinin somut tehdidini hissetmektedir. Dikkat çekici olan, İran'ın gerçek füze gücünü henüz tam olarak ortaya koymadığını vurgulamaya devam etmesi ile niceliksel ve niteliksel füze kabiliyetlerinin 1 Ekim gecesi sergilenenden onlarca kat daha fazla olduğunu savunmasıdır.
Öte yandan İsrail'in askeri gücü ilk kez gerçek bir sınavla yüzleşti ve zayıflıkları açığa çıktı. İsrail şimdiye kadar hiç büyük çaplı bir savaşa girmemişti ve füze savunma sistemleri daha çok direniş gruplarının roketlerine karşı kullanılmıştı.
Ancak 1 Ekim'deki harekât, ABD ve NATO'nun tüm radar ve uydu desteğine rağmen Demir Kubbe ve diğer İsrail savunma sistemlerinin İran'ın hipersonik füzelerine karşı koymakta yetersiz kaldığını açıkça ortaya koydu. Bundan böyle İran, ateş gücüyle İsrail işgali altındaki toprakların herhangi bir bölümünü hedef alabilir. Şimdiye kadar İsrail, F-35 savaş uçaklarına, siber yeteneklere ve istihbarat üstünlüğüne sahip olmasına rağmen sivil katliamlar yaparak ve mahkumlara kötü muameleyi teşhir eden görüntüler yayınlayarak kendisini bölgenin üstün askeri gücü olarak yansıtmaya çalıştı. İsrail şimdi gerçek bir savaşta stratejik bir yenilgiyle karşı karşıya ve bu yenilginin İsrail rejimi için önemli siyasi sonuçları olacaktır.
Dolayısıyla İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e yönelik füze harekâtının Orta Doğu'daki güç dengesinde stratejik bir değişikliğe yol açacağı söylenebilir.
3-BÖLGE ÜLKELERİNDEKİ KAMUOYU
İran'ın İsrail'e yönelik füze saldırısının en çarpıcı yönlerinden biri, bölge halklarının bu saldırı karşısında duyduğu tarifsiz sevinçti. Öyle ki Filistin, Ürdün, Lübnan ve Irak'taki kutlamalar İran'dakilerden daha görünürdü. Bu da İran'ın, Orta Doğu halklarının sömürgeci Siyonist proje karşısında hissettiği 70 yıllık aşağılanmışlık duygusunu delip geçtiğini göstermektedir. Benzer bir psikolojik durum 2006'da, İsrail ordusu Hizbullah ile 33 gün süren savaşın ardından tarihinde ilk kez Lübnan'dan çekilmek zorunda kaldığında gözlemlenmişti.
Bölge milletlerinin psikolojik ve duygusal durumundaki bu değişimin bir yandan İsrail'e karşı İran'ın gelecekteki yanıtlarında daha rahat davranmasına yol açtığı, diğer yandan da bu insanları daha yüksek bir cesaret ve pratik eylemsellik duygusuna yönelttiği görülmektedir.
İsrail'in yanı sıra Ürdün ve Suudi Arabistan gibi bölgede İsrail'in işbirlikçisi haline gelen hükümetler de bu harekât sonucunda siyasi baskı ile yüzleşecektir.
4-DİRENİŞ EKSENİ’NİN YENİ MÜHENDİSLİĞİ
İran, resmî açıklamasında Filistinli lider Haniye, Lübnanlı lider Nasrallah ve İranlı komutan Nilfuruşan'ın isimlerini vererek Direniş Cephesi'nin siyasi ve jeopolitik olarak yeniden tasarlanması için harekete geçti. İran, ortaklarıyla kurduğu ittifakın yalnızca siyasi ya da askeri çıkarlara dayalı bir ittifak değil, bir varlık-yokluk ittifakı olduğunu gösterdi. Müttefiklerinin varlığına karşı her türlü eylemi kendisine karşı bir eylem olarak görmektedir. Daha önce Suriye savaşı sırasında ortaya çıkan bu siyasi duruş, İran tarafından yeniden teyit edildi ve gelecekte önemli siyasi sonuçları olacak.
İran'ın İsrail'e saldırılarıyla eş zamanlı olarak Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Ensarullah güçleri de İsrail'e saldırılar düzenlemiş ve Iraklı direniş güçleri ABD'yi tehdit ederek İran'a yönelik herhangi bir askeri eylemin Irak'taki tüm ABD üslerine ve askeri personeline yönelik saldırılara yol açacağını belirtmiştir. Bu gelişmeler, anti-emperyalist bir siyasi anlayışla hareket eden İran'ın ciddi ve somut bir Amerika ve Siyonizm karşıtı müttefik ağı örgütlediğini ve bunları savunmak için askeri yeteneklerini kullanmaya hazır olduğunu göstermektedir.
5-DÜNYADA BATI DIŞI CEPHENİN GÜÇLENDİRİLMESİ
Bu harekât, Orta Doğu'da İsrail'in neden olduğu gelişmelerden kaynaklanan bölgesel bir çatışma gibi görünse de küresel siyasetteki stratejik etkileri göz ardı edilemez. İran, 1979'daki anti-emperyalist devriminin ardından kendisini küresel anti-emperyalist eksenin bir parçası olarak görüyor ve İsrail'e karşı temel karşıtlığı Siyonizm'in emperyalist doğasından kaynaklanıyor.
Geçen on yılda, küresel değişimler ve Rusya ile Çin gibi ülkelerin güçlenmesinin yanı sıra NATO ve ABD'nin bu ülkeler üzerindeki baskısıyla birlikte, anti-emperyalist eksen dünya sahnesinde siyasi bir gerçeklik haline geldi. Çeşitli uluslararası örgütler ABD kontrolündeki uluslararası kurumların etkisini zayıflatmaya, doların hakimiyetini azaltmak için yerel para birimleriyle ticareti arttırmaya ve NATO'nun diğer ülkelere yönelik tehditlerine karşı koymak için anti-emperyalist cephe içinde askeri işbirliğini genişletmeye çalışmaktadır. Tüm bu çabalar emperyalizme karşı Batı dışı stratejik bir eksenin ortaya çıkışına işaret etmektedir.
İran'ın 1 Ekim gecesi gerçekleştirdiği ve gelişmiş askeri yeteneklerini ortaya koyan başarılı harekât, küresel anti-emperyalist cephenin askeri ve siyasi dengesinde önemli bir değişimi temsil etmektedir. İlerleyen dönemde Rusya ve Çin, anti-emperyalist hareketin stratejik büyüklüğünü değerlendirirken İran'ı daha ciddiye alacaktır. Bu sadece İran'ın küresel konumunu güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Asya ekseninin emperyalist dünyaya karşı muhalefetini de güçlendirecektir.
GERİLİM NASIL SEYREDECEK?
Füze saldırısının yol açtığı hasarın niteliği, İsrail'e ciddi bir zarar vermesinin yanı sıra İran'ın dengeyi korumak için tepkisini dikkatlice ayarladığını gösteriyor.
İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bagheri, harekâtın ardından yayınladığı görüntülü mesajda “İran tarafından sadece askeri hedeflerin ve Siyonist rejimin üç ana askeri hava üssünün vurulduğunu” vurguladı. Suikastların merkezi olan MOSSAD, F-35 savaş uçaklarına ev sahipliği yapan Nevatim Hava Üssü, şehit Nasrallah'a suikast için kullanılan Hatzorim Hava Üssü, stratejik radarlar ve Gazze halkını katleden tankların, personel taşıyıcıların ve Gazze çevresindeki rejim kadrolarının toplanma noktaları hedef alındı.”
General Bagheri, rejimin ekonomik ve sanayi merkezlerinin yanı sıra işgal altındaki topraklardaki sivil alanların, bunu yapabilecek kapasiteye sahip olmalarına rağmen hedef alınmadığını açıkladı ve şunları söyledi:
“Devrim Muhafızları Ordusu ve İran Silahlı Kuvvetleri bu harekâtı defalarca kez tekrarlamaya hem savunma hem de saldırı anlamında tamamen hazırdır. Şu an cinnet halinde olan Siyonist rejim suçlarına devam eder ya da toprak bütünlüğümüze ve egemenliğimize karşı eylemlerde bulunursa, bu geceki harekât çok daha büyük bir ölçekte tekrarlanacak ve rejimin tüm altyapıları vurulacaktır.”
Esasen İran bu çatışmada bir sonraki stratejisini en üst askeri düzeyde belirlemiştir. Eğer İsrail, nükleer ya da altyapı tesislerini hedef alarak İran'a misilleme yaparsa, İran da İsrail'in ekonomik ve endüstriyel altyapısını vurarak ağır hasar verecektir. Nitekim İsrail'in karşılık verirken Pentagon'dan yardım ve işbirliği istemekten başka seçeneği olmayacaktır. İran, çatışmanın devam etmesi halinde İsrail'in askeri ve endüstriyel altyapısını bir sonraki hedefi olarak açıkça ilan etmiştir.
Ne var ki, ABD'deki seçimlerin yakınlığı ve İran ile müttefik direniş güçlerinin bölgedeki Amerikan güçlerine yönelik ciddi tehditleri göz önüne alındığında, ABD'nin İsrail'in tırmandırıcı eylemlerini yeniden gözden geçirebileceği ve desteklemekten kaçınabileceği görülüyor. Orta Doğu siyasetinin tarihsel olarak ABD seçimlerinde küçük bir rol oynadığını ve Trump tarafından yoğun bir şekilde desteklenen İbrahim Anlaşması gibi girişimlerin bile Trump'ın başarısını garantilemediğini belirtmek gerekir. Orta Doğu meseleleri ancak Amerikan güçleri doğrudan çatışmalara dahil olduğunda ve güvenlikleri risk altında kaldığında ABD seçimlerinde önemli hale gelmektedir. Dolayısıyla, Ortadoğu'daki Amerikan güçlerine yönelik mevcut tehditler hesaba katıldığında, Amerika'nın önümüzdeki ay bölgedeki davranışlarının çok daha temkinli olması bekleniyor. Amerikalılar için başlıca endişe İsrail'in savaş odaklı planlarının başarısından ziyade bölgedeki Amerikan güçlerinin güvenliği olacaktır. İran'ın İsrail'e yönelik harekâtını takip eden saatlerde ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris tarafından yapılan açıklamalar da bu gerçeği yansıtmaktadır.
İngilizce’den çeviren: Yunus Emre Özgün