Irkçılığa karşı doğru mücadele anlayışı
Avrupalı aydınlar içinde ırkçılığa karşı çıkmak isteyenler, bunun için ayrımcılığa karşı kurumlar oluşturanlar, raflar dolusu kitaplar yazanlar var. Bunlar çözümü genellikle sistem içinde görüyor ve çözümsüzlüğün tarafı oluyorlar.
Avrupa ülkeleri ikinci dalga ile Korona salgınının merkezi olarak hayati bir mücadele verirken, ırkçılık da gündemde önemli bir yer tutuyor. Korona salgınına karşı tedbirleri protesto (!) eden bazı gruplar, yabancıları da ırkçı motiflerle hedef alıyorlar. Son dönemlerde yükselen ve ABD’de olduğu gibi Fransa’da da neredeyse devlet politikası haline gelen ırkçılığın günümüzdeki dayanakları ve doğru mücadele anlayışı nedir? Konuyu, dünyanın yeni saflaşması bağlamında ele alacağız. Yazıda aynı zamanda Alman tarihçi Benz’in kitabı üzerinden, Avrupalı aydınların bakış açısını değerlendireceğiz.
GÜNÜMÜZDE IRKÇILIK
Irkçılık, “Avrupa Merkezcilik”, “Oryantalizm” gibi Doğu’yu aşağılayan ve sömürgecilik geleneklerini sürdüren emperyalist sistemin ürünüdür. Bu sistemin temel dayanağı Atlantik’tir. Sistemin ürünü olan ırkçılığa karşı mücadele, Türkiye’nin birliğini hedef alan saldırıları püskürtmek için yürütülen mücadelenin bir parçası ve ona tabi olarak yürütülmelidir.
Batı’da ırkçılık ve ayrımcılığı küçük bir azınlığın üzerine atarak emperyalist sistemi aklama çabaları çok aldatıcıdır. Irkçılıkla yan yana gelmez sandığımız Sosyal Demokrat Parti’nin Eğitim Bakanı Heinz Kühn 1980’li yıllarda şunu savundu: “Türkler ya Alman olsunlar ya da geldikleri yere geri gitsinler.”
Yıllardır evleri yakılıp, yangınlarda katledilen vatandaşlarımız hangi kültürel ortamın kurbanı oldular? Bu sorular ırkçı saldırıların münferit olaylar veya bir grup “aşırı sağcı-ırkçı” yapılanmanın değil, sistemin sonucu olduğunu gizleyemiyor.
IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE
Batı’da Türk toplumu arasında yükselen vatan savunması, Türkiye’ye karşı saldırıları püskürtme bilinci ile yasal haklarını savunmak, ırkçı-dışlayıcı hareketleri alt etmek arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu bağlantı Almanya başta olmak üzere Avrupa’ya göçle birlikte ortaya çıkmış ve tartışılagelmiştir. Geçtiğimiz yıllarda en dikkate değer ve milli benlik ve birliğe zarar veren fikirler, “Avrupa’da yaşıyoruz, buraya göre politika yapalım” adı altında, Türkiye’den kopma, vatan savunmasının karşısında durma tutumu olmuştur. Bu çizgi vatanından kopan sözde aydın ve solcuları Taner Akçamların, Turgut Ökerlerin yolundan emperyalizmin kuyruğuna takmaktadır.
Vatan savunmasından bağımsız bir “ırkçılığa karşı mücadele” ister istemez bizi Yeşiller Partisi, Sol Parti ve anarşist Antifa gibi PKK hamisi Atlantikçi çizgiyle yan yana getirir. Biz Avrupa siyasi grupları arasındaki politik rekabette bir tarafın yedeğinde değil, kendi bağımsız vatan savunması çizgisinden yürümek zorundayız. Aksi halde ırkçılığın ve asimilasyon-eritme programının gönüllü elemanı haline düşeriz.
Günümüzde AB içindeki ırkçılık ve ayrımcılık, Türk-İslam düşmanlığı şeklinde kendisini göstermektedir. Bu da sorunun emperyalizmin küresel stratejisinin bir parçası olduğunu göstermektedir. Fransa ve Yunanistan’ın ABD-İsrail ekseninin vurucu gücü olarak Türkiye’ye karşı öne sürülmelerini AB içindeki Türk-İslam düşmanlığından ayrı düşünemeyiz. Yani saflaşma evrenseldir: Doğu- Batı veya Atlantik-Avrasya kamplaşması Avrupa içinde de Türk-İslam düşmanlığı şeklinde vücut bulmaktadır. Daha önceleri farklı biçimlerde şekillenmiş olabilir, ancak politika mevcut olgular üzerinde şekillenir.
Bu özetten sonra şu sonuca varıyoruz: Irkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadele, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den, KKTC’den, Güney Kafkasya’dan kuşatılma ve Libya ile ortaklık çabalarını bozmaya yönelik saldırıları boşa çıkarmaya bağlı olarak yürütülebilir. Aynı zamanda iç yıkıcılığa ve bölücülüğe karşı da mücadelenin desteklenmesi için ele alınmalıdır.
AB içinde firari PKK’lı ve FETÖ’cülerle birlikte “Düşünce suçlarına karşı, adalet için mücadele” adı altında faaliyetler örgütleyen çevreler kendilerini en keskin ırkçılık karşıtları olarak lanse edebiliyorlar. Bu çevreler PKK-FETÖ gibi Türk milletine karşı düşmanlık yapan çevrelerin hamisidirler. Bu gerçeklerden hareketle vatan savunmasından, Mavi Vatan için mücadeleden bağımsız bir ırkçılık karşıtı mücadele tam tersi sonuç verecektir. Yukarda adı geçen “solcu, özgürlükçü” ve en hızlı ırkçılık karşıtı güçler aynı zamanda PKK’nın en hararetli destekçileri, Ermeni soykırımı yalanının savunucuları ve “Totaliter-Faşist Türkiye” saldırganlığının sahipleridirler.
AVRUPALILARI KAZANMALIYIZ
Avrupalı aydınlar içinde ırkçılığa karşı çıkmak isteyenler, bunun için ayrımcılığa karşı kurumlar oluşturanlar, raflar dolusu kitaplar yazanlar var. Bunlar çözümü genellikle sistem içinde görüyor ve çözümsüzlüğün tarafı oluyorlar. Oysa çözüm Atlantik sisteminden kopup Avrasya’ya yönelmek mücadelesinden geçmektedir. Buna en çarpıcı örnek “Ermeni Soykırımı” yalanına karşı on binlerin mücadelesi, birçok Batılı aydının desteğini alması ve AİHM nezdinde zafer kazanılmasıdır.
Irkçılığa karşı mücadele anlayışımızı ortaya koyarak devrimci saflarda netliğe ulaşmak yeterli midir? Hayır! Bizler Atlantik ve Avrasya arasında gidip gelen Avrupalıları etkilemek, değiştirmek, Avrupa kamuoyunu doğru anlayışa çekmek zorundayız. Bugün çok daha netleşen “ilerici Asya, gerici Avrupa” gerçeğini gözler önüne sermeliyiz.
IRKÇILIK SADECE TOPLUM İÇİNDEKİ NEFRET Mİ?
Tarihçi Wolfgang Benz’in “Önyargıdan Şiddete” adlı kitabından hareketle konuyu açmak istiyoruz: Haftalık Die Zeit gazetesi ırkçılığın temelleri üzerine bir makale yayımladı. Yazar Sebastian Lipp’in makalesi “toplumumuzun içindeki nefret” başlığıyla ana fikrini özetliyor. Tarihçi Wolfgang Benz’in kitabını değerlendiren makale, “Irkçı terörün kökleri toplumun (Almanya-AB) tam merkezindedir” tezini savunmaktadır. Mücadele çağrısı da “sebepler orada, toplumun içinde aranmalı ve mücadele edilmelidir” şeklinde formüle ediliyor ve şu örnekleri veriyor:
“Charleston 2015, Münih 2016, Pittsburgh 2018, Christchurch, Kassel ve Halle 2019 en yakını Hanau 2020. Bu kavramların arkasında ırkçılık ve ayrımcılıktan kaynaklanan terör saldırıları gizlidir. Saldırı sayıları dünyada ve Almanya’da da artıyor, ölü sayıları tırmanıyor.
“Irkçı saldırılar tırmanırken failler şekil değiştiriyor: 80’lerde savunma sporu grup elemanı ırkçılar, 90’larda NSU’ya başlı Yeni Naziler-Skinheads gibi adlarla anıldılar. Şimdi çok yeni olarak pek ortalıkta görünmeyen ve internet aracılığıyla bilenmiş saldırganlar türedi.”
Bu yeni gelişen ve şekil değiştiren ırkçılığın gelişimini, Berlin Teknik Üniversitesi’nden tarihçi Prof. Wolfgang Benz’in incelemesi “Önyargıdan Şiddete” kitabı ortaya koyuyor.*
BATI’DA BİREY DEĞİL BİREYCİLİK ÖZGÜRDÜR
Makale, Avrupa merkezci liberalizmin unutturduğu ortak ruhu hatırlatıyor. Çünkü “özgür Batı” bir yalnızlar toplumudur. Özgür olan insan değil, bencillik ve egoizmdir.
Güvensizlik ve gelecek korkusu, umutsuzluk ve dünyadaki değişmelerin anlaşılmaması gibi ortamlar demogojik nefret söylemleri için uygun bir alan açmaktadır.
79 yaşındaki yazar yıllarca ayrımcılık araştırmaları yürütmüş ve şu sonuçlara varmıştır: Nefret zamanla kitlesel şiddete, savaşa ve halk kırımına kadar genişlemektedir. Buradan hareketle refah toplumu, mülteci akınları ve yabancı işgücü akını ile rahatının tehdit edildiği korkusuna kapılmaktadır. 2015 yılında 700 mülteci yurdu ateşe verilmiştir. Bu saldırılar failleri tarafından “halk sporu” olarak lanse edilmiştir. Saldırganlar esas olarak refah toplumunun orta sınıflarına aittirler.
Irkçılığın ideolojik söylemi arasında en yaygını yabancı akını nedeniyle “milliyetine yabancılaşma” tehlikesi olarak ileri sürülmektedir. Aslında bunun altında Batı’nın refah toplumu insanlarının olanaklarını başkalarıyla paylaşamama egoizmi yatmaktadır. Oysa yaşanılan refahta, 60 yıldır Almanya’da yaşayan ve emek veren Türk vatandaşlarının ve diğer yabancıların büyük payı vardır. Ne var ki liberalizm insanı çalıştırır, sömürür sonra “hep bana” der.
Buradan hareketle, yazar aslında “bireysel fail” yerine toplumun yarattığı saldırgan izahına varmaktadır. Irkçı, ayrımcı ideoloji toplum içinde üretilmektedir. Sakin bir toplumdan alev gibi fışkıran bir nefret nasıl gelişiyor. İdeolojik olarak donanıyor ve şiddet olarak boşalıyor.
AYDINLANMA VE EĞİTİMLE IRKÇILIK ÖNLENEBİLİR Mİ?
Özellikle Korona salgını döneminde de, virüs düşmanına karşı ortak mücadele dışında bir yolun olmadığı şartlarda bile ırkçı saldırı ve cinayetler devam etmiştir. ABD’de Afrika kökenli Amerikalılara karşı saldırılar ve salgın tedbirlerini protesto adına ırkçı gösteriler bunun örnekleridir. Trump yönetiminin ısrarla “Çin virüsü” demogojisiyle yürüttüğü kampanya ile Avrupa sokaklarında çekik gözlülere saldırılar ve Çin mallarını almama tavırları bunun diğer örnekleridir.
Benz’in şu yorumu dikkate değer: “Dünyadan tamamen tecrit edilmiş bir öfke ve suçlu yoktur. İdeologlar ve ajitatörler bu (ırkçı) suçların önemli ölçüde sorumluluğunu taşırlar. Bu sorumluluk AfD içinde geçerlidir.”
Benz’e göre terörist saldırıların kökenleri “sessiz çekincelerden ateşli nefrete” kadar uzanıyor. “İdeolojik olarak dolduruşa gelenler, şiddete başvurarak boşalıyorlar. Bunlara ne tarihi tecrübeleri anlatmak ne de terör kurbanlarının toplu mezarlarını ziyaretler yardımcı oluyor. Bu yöntemler çaresizliğin şifreleridir.”
Benz, kalıcı ve etkili yöntemi aydınlanma ve demokrasi için eğitim ve bu etkinliklerin kalıcı olarak pekiştirilmesi olarak görüyor. Yazar, hedef olanlarla dayanışmak ve bağ kurmak gerekir diyor.
Almanya’da ırkçılığa karşı güçlü kamuoyu var. Ancak ırkçı saldırıların sistemden kaynaklandığını görmeden sorunu önleme şansı yoktur. Toplumsal sistem ırkçılığı üretmeye devam ediyor. Bunu değiştirecek tek etken Batı Asya’da bölgesel bir güç olan Türkiye’nin buradaki öncü kuvvetleri Atlantikçi sisteme karşı mücadeleye tabi olarak ırkçılığa karşı mücadele etmesidir. Bu mücadele, vatanımızın birliği, etrafındaki kuşatmanın yarılması, milli varlığımıza ve kültürel değerlerimize saldırılara göğüs germek temelinde gelişebilir.
*(Wolfgang Benz: „Vom Vorurteilzur Gewalt. Politischeundsoziale Feindbilder in Geschichteund Gegenwart“. Herder, Freiburg, 2020.)