08 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul 14°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İstanbul’u bekleyen deprem üzerine

Ülkemiz 1950’lere kadar, sınırlı da olsa 1960-70 arası dönemde izlediği bölge planlama yaklaşımını 1980’li yıllarda Özalcı liberalizm ve 1990’lı yıllarda da küreselleşme sürecinde terk etmiştir. Bu siyasaları kökten değiştirmek gerekiyor; bu ise toplumsal yarar için planlı bir ekonominin inşasıdır

İstanbul’u bekleyen deprem üzerine
A+ A-
PROF. DR. H. ÇAĞATAY KESKİNOK / ODTÜ ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ

Bilim ve Ütopya dergisi, Kasım 2019'da çıkan 305'inci sayısında kapak konusu olarak deprem konusunu belirledi. Dergide afet yönetimi derinlemesine ele alındı. Makaleleri, önümüzdeki günlerde de okurumuzla paylaşmaya devam edeceğiz. Bugün Çağatay Keskinok'un yazısı ile başlıyoruz. Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur.

Şu soruyu sormalıyız: İstanbul ve Türkiye 1999 Depremi’nden sonra geçen 20 yıl içinde deprem korkusunu neden bir türlü yenemedi; neden hâlâ kestirilemeyen bir tarihte beklenen bir depremin korkusu ile yaşıyor? Bu satırların yazarı 1999 Depremi sonrasında, o bilinen küreselleşme/serbestleşme yıllarında Bilim ve Ütopya Dergisi’nin sayfalarında afet riskleri taşıyan İstanbul’un aşırı büyüme eğilimlerinin nasıl dönüştürüleceği sorusunu ortaya atmış, deprem ile ilgili risk koşullarının ortadan kaldırılmasının ancak kuralsızlaşma (deregulation) siyasalarının terk edilmesiyle gerçekleşebileceğine işaret etmişti.

Aradan geçen 20 yıl içinde afet risklerine karşın, İstanbul’un yığılma ve yoğunlaşma eğilimleri giderek güçlenmiş, afet risklerinin giderilmesi konusu daha da karmaşık hâle gelmiştir. Belirtmeliyiz ki, afet riskleri koşullarında kentlerin büyümelerinin denetlenmesi, yoğunluklarının düşürülmesi ve benzeri seçenekler süregiden duruma müdahaleyi gerektirmektedir. Bu nedenle sorunların çözümü kısa erimde ekonomik akılcılıklar ile sınırlanmış bir planlamayı değil, uzun erimli çözümleri hedefleyen ve süregiden iktisadi koşulları değiştirmeye yönelik bir siyasayı gerektirir. Buna karşın, süregiden iktisadi durumlar ve eğilimler değişmez kabul edildiğinde, toplumun uzun erimli çözümlere yönelmesi olanaksız gözüküyor; depremlere hazırlık gibi uzun erime ilişkin çözümler sürekli erteleniyor.

İstanbul’u bekleyen deprem üzerine - Resim : 1

METROPOLLER DAHA DA YOĞUNLAŞTI

İstanbul’u vuracak bir depremin yaratacağı sonuçlar sürekli dile getirilmekle birlikte, afet sakınımı konusunda kapsamlı önlemler alınamıyor, toplumsal irade uzun erimli müdahaleler konusunda geliştirilemiyor. Uzun erimli çözümler, bölgesel gelişme ağırlıklarının değiştirilmesi, afet riskli bölgelerin sınırsız büyümesinin denetlenmesine ilişkindir. Bu ise piyasa iktisadının değil, planlı bir iktisadın konusudur. Uzun erimli bölgesel gelişme siyasalarını gündeme getiremeyişimizin ardındaki nedenler nelerdir? Toplumsal irade eksikliğini nasıl açıklamalıyız? Hangi siyasalar ve ideoloji bu iradesizliği besliyor? Bu satırların yazarı, bu sorulara 1999 Depremi sonrasında başta Bilim ve Ütopya Dergisi olmak üzere değişik akademik ve mesleki ortamlara sunulmuş bildiri ve yazılarda yanıt vermeye çalıştı. Yinelemek gerekirse, Türkiye’nin doksanlı yıllar ve sonrasında izlediği, merkezi planlamanın tasfiyesine ve özelleştirmeye dayalı iktisadi politikaların deprem risklerinin ortadan kaldırılmasına yönelik uzun erimli ve kamusal yararları gerektiren müdahaleleri başından olanaksızlaştırmış olduğunu söylemeliyiz.

“Küreselleşme” süreçlerinin İstanbul’da yarattığı yığılma ekonomilerine göre değil, afet risklerini dikkate alan bir bölge planlama stratejisi gerekiyordu. Buna karşın, afet risklerinin giderilmesine yönelik ciddi adımlar atılmazken, yüksek afet riskleri taşıyan İstanbul metropoliten alanının daha da yoğunlaştırılmasına yönelik kamusal yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Üçüncü Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu, Üçüncü Hava Limanı vb. örnek gösterilebilir. Afet sakınımı açısından yapıların yenilenmesi, güçlendirilmesi, depremsellik açısından öncelikli müdahale bölgelerinin belirlenmesine ilişkin bir bölgeleme çalışması yapılmamıştır. Kuşkusuz, bölge planlama yoluyla İstanbul’un kentsel büyümesinin denetlenmesi gibi seçeneklerin yoğun küreselleşmeci serbestleşme döneminde yaşama geçirilmesi pek mümkün değildi ve öyle oldu.

İstanbul’u bekleyen deprem üzerine - Resim : 2
https://magaza.bilimveutopya.com.tr

KENTLERDE NÜFUS DÜŞÜRÜLMELİDİR

İstanbul’u bekleyen deprem üzerine yürütülen tartışmalarda konunun yalnızca afet anına veya sonrasına ilişkin önlemlerle sınırlanıyor olması, sorunun köklü çözümünün küreselleşmeci serbestleşme siyasaları altında olanaksız olduğunu gözler önüne sermektedir bir bakıma. Kentte afet sırasında toplanma alanlarının yeterince gerçekleştirilmemiş olması ya da bunların zaman içinde başka kullanımlara çevrilmiş olması kuşkusuz vahim bir konudur. Oysa bu konular, 1999 Depremini izleyen 20 senelik döneme ilişkin bir bakış açısını gerektirmeyen, kısa erime ilişkin süratle gerçekleştirilebilecek konulardır. Buna karşın kentsel büyümenin denetlenmesi, riskli bölgelerde kentsel yoğunlukların düşürülmesi, afet riskleri taşıyan bölgelerde kentsel büyüme düzeylerinin düşürülmesi gibi arayışlar açısından 20 yıl önemli bir süredir. Bu süre dile getirilen anlamda ertelenen sorun nedeniyle boşa tüketilmiştir. Özetle, öne sürdüğümüz bölgesel gelişmenin düzenlenmesi, afet riskleri taşıyan bölgelerde ve kentlerde nüfus yoğunluklarının düşürülmesi gibi çözümlerin neden gerçekleştirilememiş olduğu, toplumumuzda değiştirilmesi gereken iktisadi siyasalar içinde değerlendirilmelidir.

Konu uzun erimde kapsamlı bir bölge planlama konusudur. Afet sakınımında bölgesel ve kentsel gelişme politikası kadar orta ve uzun erime ilişkin diğer müdahale araçlarından birisi de kent planlama yoluyla afet riskli yapıların yenilenmesidir. Buna karşın, bu amaçla çıkarılan yasa amacının dışında uygulamaları beraberinde getirmiştir. Diğer yandan, afet riskli alanların dönüştürülmesiyle ilişkili bir veri tabanının oluşturulduğunu söylemek de zordur. Afet riskli alanların dönüştürülmesi amacını taşıyan yasanın uygulamasının sonunda bir kentsel yenileme konusuna indirgenmiş olması, savlarımızı desteklemektedir. Kentsel dönüşüm uygulamaları bugün afet risklerinin ortadan kaldırılması amacının çok ötesindedir. Afet risklerinin giderilmesine yönelik dönüşüm uygulamalarının önceliklere göre planlanması gerekirken, bu konuda herhangi bir planlama gerçekleştirilmemiştir. Riskli bölgelerde yoğunlukların planlı biçimde düşürülmesi gerekirken, afetlere karşı önlem alınması konusu, afet riskleri taşıyan bölgelerde yüksek yoğunluklu güçlendirilmiş ve yenilenmiş yapı stoku yaratmakla sınırlı görülmüştür. Afet riskleri taşıyan bölgelerde güçlendirilmiş ya da depreme dayanıklı biçimde yeniden inşa edilmiş yapıların risk koşullarının tümüyle ortadan kalkacağını söylemek doğru olmayacaktır.

KÖKLÜ MÜDAHALE GEREKMEKTEDİR

İstanbul’u bir deprem bekliyor. Felaket senaryolarının gerçekleşmemesi toplumsal müdahale ve iradeyi ve kentin büyümesine köklü müdahaleleri gerektiriyor. Sürekli büyüyen ve azmanlaşan bir kentte afet riskleri taşıyan yapılı çevreye müdahale etmenin güçlüğü ortadadır. Afet sakınımına ilişkin sorunlar ortada iken aradan geçen süre içinde afet riskleri sorunu planlama süreçlerine yansımamıştır. Bunun en temel nedeni, Türkiye’nin Dünya Bankası ve IMF’nin tuzaklarının sonucu olarak uzun küreselleşme yıllarında kamu sektörünün planlama işlevlerini önemli oranda tasfiye etmiş olmasıdır. Merkezi planlama yeteneğinin yitirildiği, planlama adına birbirlerinden kopuk hatta yer yer birbirleriyle çelişen bağımsız planlama yetkilerinin ortaya çıktığı bu dönemde, dile getirdiğimiz köklü dönüşümleri gerçekleştirmek kuşkusuz olanaksızdı. Bu emperyalist program, ülkenin kamusal düzenleme yeteneğini ve birikimini hedef almıştır. İstanbul, afet risklerine, korunması gereken doğal ve tarihi çevresine karşın sınırsız biçimde büyümekte ve büyütülmek istenmektedir; buna müdahale etmeksizin İstanbul ve Türkiye için bir çıkış gözükmüyor. Afet sonrasına ilişkin önlemler ve müdahalelere ilişkin kapsamlı bir kriz programına gerek vardır. Afet sonrasında bir karışıklık (kaos) senaryosuna karşın toplumun süratle yaşama döndürülmesi, yaraların sarılması sürecine ilişkin kapsamlı bir strateji ve planlama yapılmalıdır. Bu ise siyasetin alanıyla ilişkilidir. Afet sonrasında bir kargaşa ortamının dışsal müdahaleye ve emperyalist emellere zemin hazırlayacağı konusundaki savlar önemsenmelidir.

Afet sonrası aşamaya ilişkin önlemler ve hazırlıklar şüphesiz çok önemlidir. Bu ise bir planlamayı gerektirmektedir. Buna karşın bu ve benzeri hazırlıklar kısa ve orta erime ilişkin konulardır. Bu aşamaya ilişkin güçlü müdahale ve programların gerekliliğini ortadan kaldıracak şey ise uzun erimde kentlerin ve bölgelerin planlamasında afet sakınımı ile ilgili düzenlemelerin gerçekleştirilmesidir. İkincisine ilişkin düzenlemeler birincisine ilişkin gerekleri ortadan kaldıracaktır ki bu da en önemli toplumsal yarardır. Bölge planlama yoluyla ülke düzeyinde kentsel gelişmenin düzenlenmesi, afet riskli bölgelerde yoğunlaşma eğilimlerinin sonlandırılması toplumsal irade ve siyasetin konusudur. Yoğun afet riskleri taşıyan yerleşmelerin büyümelerinin sınırlandırılması önemli bir strateji olmalıdır. Bu ise bölge planlamanın alanına girmektedir; İstanbul ise tam tersine yol açan müdahalelere sahne olmuştur. Ülkemiz 1950’lere kadar, sınırlı da olsa 1960-70 arası dönemde izlediği bölge planlama yaklaşımını 1980’li yıllarda Özalcı liberalizm ve 1990’lı yıllarda da küreselleşme sürecinde tümüyle terk etmiştir. Bu siyasaları kökten değiştirmek gerekiyor; bu ise toplumsal yarar için planlı bir ekonominin inşasıdır.

Üzerinde durulması gereken soru, ülkenin neden kısa erimli iktisadi çıkarlar uğruna uzun erimli toplumsal yararlardan ve kalkınmadan, uzun sürede beklenebilecek bir afete ilişkin düzenlemelerden vazgeçiyor olmasıdır. Temel savımız, 1999 Depremi sonrasında uzun erimli kamusal yararların, uluslararası düzeyde serbestleştirilen piyasa ekonomisi koşullarında gerçekleştirilmesinin imkânı bulunmuyordu. Türkiye dile getirilen koşulları yıkan bir bölgesel gelişme ve kalkınma siyasalarına, yani planlı ekonomi koşullarına dönmek zorundadır ve dönecektir de; ister acıları yaşadıktan sonra isterse eğer toplumsal aklını geliştirebilirse acıları yaşamadan.

Son Dakika Haberleri