İşte Halide Edip Adıvar'ın bilinmeyen yönleri! Mandacı mı, ateşli bir muhalif mi, pişman bir siyasetçi mi?
Halide Edip Adıvar hakkında tarihte birçok şey duyuldu, yazıldı. Aslında pek az kişi bu yönlerini biliyordu. Adıvar, bir mandacı mı, ateşli bir muhalif mi yoksa pişman bir siyasetçi miydi? Prof. Dr. Haluk Eraksoy yazdı, işte Halide Edip Adıvar'ın o bilinmeyen yönleri...
İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmalarla zihinlerde yer etmiş usta hatip ve Türk edebiyatının en çok eser veren yazarlarından Halide Edip Adıvar, 60 yıl önce 9 Ocak 1964 tarihinde yaşama gözlerini yumdu.
HALİDE EDİP ADIVAR'IN BİLİNMEYEN YÖNLERİ
Dokuz yıldır yalnızlık çeken ve mezarını da eşinin yanında önceden hazırlatan Halide Edip Adıvar, Merkezefendi Mezarlığı’na gömüldü. Gazeteler ölüm haberini ilk sayfalardan verdiler. Adıvar, yaşadığı zihinsel ve bedensel maceradan yorgun düşmüş ve kocası Dr. Adnan Adıvar’ın ölümünden sonra inzivaya çekilmişti. Yanından hiç ayrılmayan asistanı Vedat Günyol’un da üzüntüyle izlediği gibi, son günlerinde cinli perili meditasyon ve hafakan nöbetleri içinde hayalet ve hortlaklarla uğraşmaktaydı.
Halide Edip, Selanikli Mehmet Edip Bey’in ve onunla ikinci evliliğini yapan Kemahlı Kürt bir ailenin kızı olan Bedrifem Hanım’ın çocuğu olarak 1882 yılında İstanbul’da doğdu. Selanik Mevlevi Şeyhi Mahmut Efendi’nin manevi evladı olan Mehmet Edip Bey, II. Abdülhamit’in Hazine-i Hassa (Ceyb-i Hümayun) Baş veznedarıydı.
Tarihçi yazar Osman Selim Kocahanoğlu’nun “Ankara’nın Hanım Paşası” başlığı altında Halide Edip Adıvar’a da genişçe yer verdiği “Osmanlı’nın Altı Paşası: Kimlik ve Kişilik Analizleri” adlı incelemesinde belirttiğine göre, II. Abdülhamit özel mülklerini ve gelir giderini yöneten personeli, daha çok iş bilen gayrimüslimlerden seçerdi.
Kocahanoğlu, Halide Edip’te “muhafazakâr bireycilik” olarak nitelediği ve daha sonra eserlerine de yansıyan siyasal kişiliğindeki bütün muhalif öğelerin, ailesinde aldığı eğitime bağlanabileceğini yazmaktadır. Annesini küçük yaşta yitiren Halide Edip, Doğu terbiyesi aldığı Kemahlı anneanne ve Anglo-Sakson kültürüne hayran Selanikli baba elinde büyümüştü. Saray’dan izin alınarak Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne verilen ilk Müslüman öğrenciler arasında yer almıştı.
31 MART İSYANI ÇIKINCA YURT DIŞINA KAÇMIŞTI
Halide Edip, çocukluk günlerinden 1918’e kadarki anılarını “Mor Salkımlı Ev” başlığıyla kaleme almıştı. 1901’de özel hocası ünlü matematikçi Salih Zeki Bey’le evlendi. İki çocukları oldu. İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde, Halide Edip’in ilk kalem denemeleri Tanin gazetesinde yayımlandı. Ancak siyasal kargaşanın çıktığı ve 31 Mart İsyanı’nın ayak seslerinin duyulduğu günlerde bir kadın yazar olarak tehditler almaya başladı. İsyancılar, İstanbul’a hâkim olduğunda da önce Üsküdar Özbekler tekkesine sığındı; sonra çocuklarını bırakıp Mısır’a kaçtı. Oradan İngiltere’ye geçti. Hareket Ordusu’nun isyanı bastırdığını öğrenince, Londra’dan İstanbul’a döndü. 1911’de kocasının evlenmek istediği ikinci eşine razı olmadı ve o günlerdeki yeni yasal düzenlemeden yararlanarak boşanma hakkını kullanan ilk Türk kadını oldu. Yaşamını bazen İttihatçı otoriteyle de yakınlaşarak, Türk Ocağı, Türk Yurdu ve Ziya Gökalp çevresinde sürdürdü. Türkçülüğe gönülden ısınamadıysa da o günlerin heyecanını 1913’te yazdığı “Yeni Turan” romanıyla sergiledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa’nın davetiyle Suriye ve Lübnan’da bulundu.
MÜTAREKE VE İŞGAL DÖNEMİNDE EDEBİYATÇI KİMLİĞİYLE SİVRİLDİ
Sonraki yaşamında sürekli olarak yer alacak olan Dr. Adnan Bey’le 1917’de evlendi. “Türk’ün Ateşle İmtihanı” başlığıyla kaleme aldığı 1918’den 1923 sonlarına kadar olan dönemde edebiyatçı kimliğiyle sivrilen Halide Edip, Osmanlıcı, muhafazakâr, dinsel ve kozmopolit kültürün renklerinin canlandırıldığı eserler verdi. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri boyunca yirmi bir roman, dört öykü kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeler yazdı. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer verdi; yazılarıyla kadın hakları savunuculuğu yaptı. Birçok kitabı sonradan sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlandı. Halide Edip, mütareke ve işgal döneminde Fatih ve Sultanahmet mitinglerinin en coşkulu hatibi oldu. Şu sözler onundur:
“Hanımlar, bugün elimizde top tüfek denilen alet yok; fakat ondan daha kuvvetli bir silahımız var. Hak ve Allah var (alkışlar). Top ve tüfek düşer, hak ve Allah bakidir. Topun yüzüne tükürecek kadar evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman, milliyet duygusu var.”
Adıvar, Demokrat Partilileri ‘Biz bunlar kadar Amerikan mandacısı değildik’ sözleriyle eleştirir.
MANDACI MI, ATEŞLİ BİR MUHALİF Mİ, PİŞMAN BİR SİYASETÇİ Mİ
Osmanlı aydınının zihinsel bir kaosa sürüklenmeye başladığı Mondros Mütarekesi’nden sonraki dönemde, çıkış yolunu ABD Başkanı Wilson’un barış ilkelerine dayanmakta buldu ve Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Divan-ı Harp tarafından aranan eski Maliye Nazırı Cavit Bey’in en güvenilir sırdaşıydı. Onun Sivas Kongresi’ne katılması için uğraştı. Bu olmayınca, sonradan bir istihbarat subayı olduğu ortaya çıkacak olan Chicago Daily gazetesi muhabiri Amerikalı Louis Edgar Browne’ı, Kara Vasıf’la Sivas’a gönderdi. Kongrede Amerikan mandasını kabul ettirmek için Mustafa Kemal Paşa’ya sayfalar dolusu mektuplar yazdı. Ona göre “sergüzeşt ve cidal” devri artık geçmişti; yani İstiklal Savaşı’na gerek yoktu. Ülkeyi azim ve irade sahibi geniş kafalı biri kurtarabilirdi. Amerikan mandası olmasa bile en azından ekonomik vasilik kabul edilmeliydi. Bu düşünce yalnız onun değil, umudu kırılmış İstanbul aydınının da hissiyatıydı. Daha sonra bu mektupları, Gazi tarafından Nutuk’ta açıklanacak, mandacılık silinmeyen bir leke gibi Halide Edip’in hep yüzüne vurulacaktır.
İSTANBUL’DAN ANKARA’YA GEÇTİ
Kocahanoğlu, “Halide Edip’in yaşamı izlenirse, o günün toplumuna fazla gelen erkeksi tavırları ve zihinsel etkinliğiyle hayretle takdir arası, çift kişilikli bir kadın portresi görürüz” demektedir. İtilaf Devletleri, 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal etmiş; son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda İstanbul Mebusu olan kocası Dr. Adnan Bey aranmaya başlamıştı. Halide Edip Hanım ve Dr. Adnan Bey, Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’nın yaktığı ışığa doğru bir kafile içinde gizlice yola çıktılar. Ankara istasyonuna 2 Nisan 1920’de ulaşan kafileyi, Mustafa Kemal Paşa karşıladı. Halide Edip Hanım’ın trenden inmesine bizzat yardım eden Mustafa Kemal Paşa, onu ve eşini Ziraat Mektebi’ndeki Heyet-i Temsiliye karargâhına götürdü.
DANIŞMAN OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLADI
Karı-koca Kalaba köyünde küçük bir eve yerleştikten sonra Halide Edip Hanım, karargâhta istihbarat şefi, tercüman ve basın danışmanı olarak çalışmaya ve Mustafa Kemal Paşa’nın mahrem görüşmelerine bile katılmaya başladı. Ayrıca 6 Nisan 1920’de kurulan Anadolu Ajansı için İngilizce gazetelerin siyasete ilişkin bölümlerini çevirdi; Heyet-i Temsiliye Kâtibi Mülâzım-ı Evvel Hayati Bey'in getirdiği telgraflar arasında, Anadolu Ajansı veya Hâkimiyet-i Milliye gazetesi için gereken parçaları kesti ve Mustafa Kemal Paşa'nın diğer yazışmalarına ait yazıları hazırladı.
ADNAN BEY’İN VEKİLLİĞİ
TBMM açıldıktan sonra Dr. Adnan Bey, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili oldu. Kocası hükümet işleriyle uğraşırken Halide Edip de at gezintileri ve atış talimleri yapıyordu. Kalaba köyünün hanımları İstanbullu bu erkeksi kadına bir ad buldular: Paşa Hanım… Mustafa Kemal Paşa sadece Meclis’i değil, cepheyi de yönetiyordu. Ona geniş yetkiler ve üç ay süreyle Başkomutanlık veren kanun 5 Ağustos 1921’de kabul edilmişti. 6 Ağustos’ta Halide Edip Hanım’dan orduda gönüllü çalışmak istediğini bildiren bir telgraf aldı. Bu telgrafa 18 Ağustos’ta gönderdiği yanıtta “Askeri hizmete kabul ve Batı cephesinde görevlendirildiğinizi bildiririm. İlk vasıtayla cephe karargâhına müracaatınız ve oradan vazifenizin öğrenilmesi rica olunur.” dedi. Bu yanıtı alan Halide Edip de 20 Ağustos’ta cepheye hareket etti.
ONBAŞI RÜTBESİ VERİLDİ
Mustafa Kemal Paşa, 23 Ağustos’ta başlayıp 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi’nin en heyecanlı günlerinde Halide Edip’e Onbaşı rütbesi ve yanına da iki emir eri verdi. Halide Edip, “Türk'ün Ateşle İmtihanı” başlıklı anılarında anlattığına göre 26 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz’a da bir günlük gecikmeyle tanıklık etti. Zafer kazanılıp herkese bir rütbe verildiğinde, Halide Edip de Başçavuş rütbesine terfi etti.
PAŞA İLE TERS DÜŞTÜLER
Halide Edip Hanım ve Dr. Adnan Bey, Lozan Barış Konferansı sırasında Çankaya kadrosunun dışına düştüler. Cumhuriyet ilan edilince de Halife safına geçtiler. Hilafet de kaldırılınca umutları sönerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na program desteği verdiler. Kocahanoğlu, çiftin durumlarını “Çankaya’da bir kahve içecek dostlukları kalmamıştı” diye anlatır. Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn döneminde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılınca boşluğa düştüler. Halide Edip Hanım’ın dilindeki “diktatörlük” dönemi başlamış oldu. Ziya Hurşit Mustafa Kemal Paşa’ya suikast planları yaparken, onlar da Mart 1926’da Türkiye’den ayrıldılar. Halide Edip Hanım, ayrılışlarının -inandırıcı olmayan- nedenini kendisinin barsak ve safra kesesi rahatsızlığı olarak yazmıştı. Tedavi bahanesiyle önce Viyana’ya sonra Londra’ya gittiler.
Kocahanoğlu, burada şöyle diyor: “İstihbarat kokusu gelişkin olan Rauf (Orbay) Bey de yanlarına gelmişti. Onlar Viyana’dayken İzmir Suikastı ortaya çıktı. İyi ki kaçmış, iyi ki kurtulmuşlardı!?” 1934’teki Soyadı Kanunu’nu izleyerek “Adıvar” soyadını alan çiftin 14 yıllık gönüllü sürgünleri, Aralık 1939’da sona erdi. Adıvarlar, Diderot, Voltaire ya da Rousseau gibi birer intelijans mensubu olmak yerine, karşı-devrimin değirmenine su taşımayı seçmişler ve uğradıkları trajikomik kimlik/kişilik travmasının etkisi altında 1925’in koşullarına “diktatörlük” demişlerdi. Bu yüzden sürgün serüveninden dönebilmek için “diktatörün” ölmesini beklemişlerdi. Başlayan İnönü döneminde, İsmet Paşa küskünleri birer birer kazanıyordu. Bu arada “Sinekli Bakkal” romanına 1942’de CHP roman armağanı verildi. Dr. Adnan Adıvar, İslam Ansiklopedisi’nin başına getirildi. Akademik unvanı olmayan, yüksek öğrenimli de olmayan Halide Edip Adıvar için Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Kürsüsü açıldı.
DP’DEN MİLLETVEKİLİ SEÇİLDİ
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de çok partili yaşama geçilmiş; Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılanlar Demokrat Parti (DP)’yi kurmuşlardı. Önce 1946 seçimlerinde Dr. Adnan Adıvar, Bağımsız İstanbul milletvekili seçildi. Halide Edip Adıvar ise iktidarın el değiştirdiği 1950 seçimlerinde DP’den İzmir milletvekili seçildi. Ancak çok geçmeden onlara hissen yakın olmadığını anladı. Taşralı çömezlerin ikide bir eski mandacılığını yüzüne vurmaları üzerine bir dost sohbetinde şöyle konuştu:
“Köpeoğlu köpekler! 1919 yıllarının o meşum günlerini biliyorlar mı? Hepimiz bir çıkar yol arıyorduk, herkes mandacıydı. Amerika uzaktır, belki bir gün kurtuluruz, diye düşünüyorduk. Sonra Mustafa Kemal, ‘Hayır! Dövüşeceğiz’ dedi. Kalktık Ankara’ya gidip dövüştük. Ben Mustafa Kemal miydim ki, bu kadar uzağı göreyim? (DP’lileri kastederek) Biz bunlar kadar Amerikan mandacısı değildik!..”
‘BİZ HAKSIZMIŞIZ’
Halide Edip Adıvar, 5 Ocak 1954’te Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı bir açık mektupla siyasetten çekildi. Diyabetik olan Dr. Adnan Adıvar, 1 Temmuz 1955’te Cerrahpaşa Hastanesi’nde öldü. Devrimler ve Atatürk mitiyle uğraşmanın gereksizliğini, son yıllarında da olsa anlamıştı. Biraz da vicdan azabı duymuş olmalı ki, gizli pişmanlığını şöyle dile getirmişti:
“Halide Hanım’la hata ettik. Mustafa Kemal haklı, biz haksızmışız. Bazı şeyler var ki, böyle tepeden inme olacak. Mesela Latin harfleri. Onu tepeden inme yapmasaydı, yıllar boyu yerleştiremezdi…”
Halide Edip Adıvar’da da benzer bir pişmanlık söz konusuydu. Nitekim Gazi’nin 1927’de okuduğu Nutuk’ta hakkında yapılan suçlamalar karşısında, İngilizce olarak yazdığı ve 1928'de New York’ta "The Turkish Ordeal" başlığıyla yayımladığı anılarında Kemalist rejime yönelttiği eleştirilerin çoğunu, 34 yıl sonra "Türk'ün Ateşle İmtihanı" başlığıyla yayımlanan Türkçe edisyonda dışarıda bıraktı.