‘İstiklâl’ ve yeni emperyalizmin çıkış yolları
Batı, çıkar gruplarını parlatmaya, toplumsal gerilimi artırmaya, bu gruplarla özdeşleştirdiği ‘evrensel’ beyanları sadece kendi çıkarları için kullanmaya devam etmektedir. Bir gün gazetede bir manşette, bir gün bir reklam afişinde ya da sinema filminde propagandayla...
“İnsanın yurdu bir kat daha kendinin olur
toprağına suyuna karıştıkça kanı
yaşamış sayılmaz zaten
yurdu için ölmesini bilmeyen millet”
İstiklâl’ şiirini 1956’da Mısır-İsrail Savaşı sıralarında, Mısır halkı için yazdı Nâzım Hikmet.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın en büyük, çok milletli imparatorlukları yıkılmış, toprakları paylaşım tehdidiyle karşı karşıya kalmış ve üzerlerinde bazı devletler kuruldu. Bu devletlerden bazıları bağımsızlığını tam anlamıyla kazanırken bazıları bağımsızlık kazanma uğruna yardım aldığı diğer devletlerin resmi olmasa bile arka planda sömürgesi olarak varlığını sürdürmeyi devam etti.
1882’de Mısır Hidivliği’nde meydana gelen isyanları fırsat bilen İngilizler Mısır’ı işgal etti ve bu işgal 1950’lere kadar devam etti. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde ABD-SSCB önderliğindeki iki kutuplu dünya eski düzenin yerine yeni bir sömürgecilik anlayışını zorunlu hale getirdi. Savaşın devletler üzerindeki askeri ve iktisadi yükü, bu devletleri bazı sömürgelerinden çekilmeye zorladı. Neredeyse tüm kıtalarda toprağı bulunan İngiltere, yalnızca stratejik olarak kritik olan bölgeleri bir şekilde elinde tutmaya çalıştı. Bu bölgelerden birisi petrol zenginliğiyle İran, ikincisi kuruluşuna destek verdiği İsrail ve son olarak Mısır’da yer alan ve Doğu Akdeniz’in önemli ticaret ve ulaşım merkezi olan Süveyş Kanalı’ydı. Bir süre Fransa ve Mısır’ın himayesinde olan kanalın büyük bir hissesi, Mısır’daki ekonomik krizi fırsat bilen İngilizler tarafından satın alınmıştı. Yapılan sözleşmelerle iki devlet arasında bir müddet kullanılmaya devam etti. Fakat Birinci Dünya Savaşı arifesinde Arap dünyasında meydana gelen milliyetçilik Mısır’ı da etkiledi. 1922 yılında kazandıkları bağımsızlığın dışında kendilerine ait varlıkların İngiliz askeri birliklerince korunuyor olması bağımsızlıklarına gölge düşürüyordu.
MİLLİYETÇİLİK FİKİRLERİ
Fransız İhtilali’nden o güne değin devam eden milliyetçilik fikirleri, Mısır’ı olduğu kadar İran’ı da etkilemiş, Şah’ın müttefiki olan İngilizlere ve Şah’a karşı yıllarca sürecek olan iktidar savaşının nedenini oluşturmuştu. Böylece İngiltere, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki hakimiyetini milliyetçi akımların etkisiyle kaybetmeye başlamıştı.
1948 yılına gelindiğinde İsrail’in kuruluşunun ilanıyla çıkan savaş sonrasında Mısır yönetimi zayıfladı ve Nâsır komutasındaki ordu cuntayla yönetime el koydu. Nâsır rejiminin ele aldığı konulardan birisi Mısır’ın bağımsızlığı ve İngiliz işgal karşıtlığıydı. Bu sırada İsrail, ABD ve Fransa’dan silah alıyor, iki kutuplu dünyanın rekabetinde tarafını seçiyordu. Batı ile istikrarlı ilişkileri olmayan, zaten uzun yıllar sömürgesi oldukları ülkelere karşı tavır alan Araplara da Sovyetler Birliği yaklaşıyordu.
1955’te Mısır’dan gelen taleple SSCB Mısır’a silah yardımı yaptı. Bir yıl içerisinde Batı’nın Mısır’ı kendi tarafına çekmek istemesine karşın Mısır’ın Sovyetler ve Çin’e olan yakınlığı sebebiyle ipler gerildi ve nihayetinde Nâsır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etti. Gerilimin tırmanmaması ve Mısır’ın Sovyetler’e daha fazla yaklaşmaması için ABD, İngiltere ve Fransa’yı askeri müdahalede bulunmamaları konusunda uyardı. İngiltere gibi enerji tüketiminin yüksek olduğu sanayi toplumlarının, petrol ürün ihtiyacını karşılamak için bir zamanlar sömürdüğü bir devlet tarafından bağımlı hale getirilmesi İngilizleri hayli kızdırmıştı. Aynı zamanda Süveyş Kanalı’nda payı olan Fransa da, sömürgesi olan Cezayir’deki ayaklanmalardan Mısır’ı sorumlu tutuyordu. Bu sebeplerle her iki devlette Nâsır’ın düşürülmesi gerektiğini, aksi halde bölgedeki etkileri ve finansal çıkarlarının tehlikede olduğunu düşündüler.
1956’da İsrail, Fransa ve İngiltere gizli bir görüşme yaptı. Görüşmede İsrail’in bahaneleri ile Mısır’a saldırması kararlaştırıldı. Şayet Mısır, Süveyş üzerindeki hâkimiyetinden vazgeçmezse İngiliz ve Fransız donanmalarının da bu savaşa dahil olacakları kararı verildi. Günlerce süren hava ve denizden yapılan müdahaleler sonrasında henüz savaştan çıkmış olan İngiltere güçsüz düştü ve ABD’nin maddi desteğini de alamayınca ateşkes ilan edildi. Bu durum Batı’nın yüzünü artık sadece kendilerine dönmeleri konusunda sembolik bir sonuç oldu.
NAZIM’IN HATIRLATTIKLARI
Savaşın neden ve sonuçlarına baktığımızda Nâzım’ın dizeleri bize tarihi hatırlatıyor:
“Bu zırhları, bu orduları tanırım
benim de sularıma girdiler
benim de toprağıma asker çıkardılar geceleyin.
kanıma susamıştırlar
çalmak istiyorlardı gözümün nurunu
hünerlerini ellerimin.
döktük denize onları
1922’ydi yıllardan…”
Nâsır’ın, Mısır’ın milli bir devlet için tam bağımsızlık savaşında göstermiş olduğu duruş emperyalizmin tüm gücüyle üzerine saldırmasını da göz önünde bulundurursak daha fazla anlam kazanmaktadır. Mısır ordusuna ait teçhizatların eski olması, iktisadi kalkınmaya ait varlıkların sömürülmüş olmasına rağmen böylesine güçlü bir iradeyi ortaya koyma cesareti ve kararlılığı son derece önemlidir. Fakat bu konuda Nâsır’ın çıkış noktasının milli fikirler olduğu ve emperyalizme karşı Sovyetlerin varlığının katkısını da unutmamak gerekir.
Ve devam eder Nâzım:
“Mısırlı kardeşim
biliyorum biliyorum
İstiklal otobüs değil ki
birini kaçırdın mı, ötekine binesin
İstiklal sevgilimiz gibidir
aldattın mı bir kere
zor döner bir daha…”
19. yy.’ın sonu, 20. yy.’ın ilk çeyreğinde Batı’nın kategorize ettiği şekliyle üçüncü dünya ülkelerinin topraklarında iktisadi ve siyasi egemenlik kurmuş olan Batı, gün geçtikçe gücünü kaybetmesi sebebiyle kendi sınırlarına çekilmeye başladı. Fakat gittikçe artan nüfus ve buna bağlı artan ihtiyaçların karşılanması için gerekli kaynak arayışları devam etti. Hukukun yaptırımlarını göze alamayan devletler, müdahale edebilmenin meşru yollarını yaratmaya başladı. Bu meşru yollardan birini; medyayı ele alalım.
Batı, menfaatinin bulunduğu bir başka devlet üzerinde çıkar grupları belirledi. Bu gruplara sağladıkları maddi olanaklarla daha önceden toplum üzerinde araştırma yapmış olan çalışmacıların belirlediği hassasiyetler üzerinden tek bir noktaya bağlı olmak koşuluyla alanlar yaratıldı. Çıkar grubunun kendi kitlesini harekete geçirebilecekleri ve oluşumlarına yeni üyeler kazandırabilecekleri iletişim araçları elde etmeleri sağlandı. Bu, daha çok benzer dilleri konuşan, kültürleri iç içe geçmiş, tarihsel olarak yakınlığı bulunun ülkeler üzerindeki gruplarda daha etkili bir yöntemdir. Aslında amaç şudur: Medyanın özgür dolaşım ilkesinin gölgesinde kendi çıkarlarına uygun ‘baskı grupları’ ile üzerinde projeler yürütülen ülkelerin istikrarını bozmak, ulusal sınırlara dahil olan her türlü maddi ve maddi olmayan varlığın gelişimini engellemek. Bu konuya ilişkin Bağımsız Haber Ajansı yöneticisi D.R. Makekar, “Batı merkezli haber akışının gelişmekte olan ülkelerle ilgili yayınladıkları haberlerin o ülkelere zarar verici nitelikte olduğunu” ifade ediyor. Bu, bir bakıma yeni bir siyasal iktidar kurmanın, siyasal iktidarda hükmünü sürdürmenin ya da pay almanın meşru yoludur.
Küresel medya sahipleri, hedefteki ülkede aile, gündelik yaşam pratikleri, duygusal ilişkiler, zaman yönetimi, bireylerin tercihleri üzerinde belirleyici olarak geleceği inşa etmeyi ve bu süreci mümkün olduğunca tepki çekmeden, rıza üretimiyle gerçekleştirmeyi arzular. Burada bahsettiğimiz şey baskı gruplarına ait söylem ve sembollerin, medyaya ait düşünebileceğimiz her alanda temsil edilmesine, toplumun zihnine yerleştirilmesine ve en imkânsız olanın bile kabul görmesine, sıradanlaşmasına neden olmasıdır. Toplumda asırlar boyunca ve büyük emekler neticesinde oluşan kültürün ve toplumsal hafızanın yerini, sermaye sahiplerinin çıkarlarını sağlayacak olan yeni birtakım unsurlar alması planlanmaktadır.
KÜRESEL HEGEMONYA
Elbette medyadan kastımız yalnızca görsel ve işitsel olanla sınırlı değildir. Büyük sermaye sahiplerinin maddi ve manevi desteğiyle projeye ortak olan yazılı basın da bu yeni sömürgecilik biçiminin yaygınlaşmasında kilit role sahiptir. Bilhassa yayınevleri tarafından çevrilen ve basılan kitaplar bu konuda amacın ne olduğunu anlamamız açısından önemlidir. Türkiye’deki yayınevlerini ele aldığımızda nasıl bir küresel hegemonya altında olduğumuzu görürüz. Birkaç aydır gündemde olan ‘Türkçe Edebiyat’, ‘Türkiye Edebiyatı’, ‘Türkiyeli’ söylemlerini hatırlayacaksınız. Bu kategoriyi kullanan yayınevlerini incelediğimizde tarih, araştırma, sosyoloji kategorilerinde sunulan kitapların Türkiye’de sözde Ermeni soykırımına ait çalışmaları, Kürt isyanlarının haklı göstermeye yönelik temellendirmenin yapıldığı ve Kürt kültürüne dair araştırmaları, yine sosyoloji ve psikoloji kategorisindeki kitapların devletin eleştirisi ve devletsiz toplum güzellemeleri, toplumsal cinsiyet çalışmaları, LGBTİ, inançların birey üzerindeki olumsuz etkileri ve kitleler üzerine yapılmış araştırmaları, felsefede de Batı menşeili, ithal fikirleri yerleştiren eserleri görüyoruz. Bu çalışmaların büyük bir çoğunluğu, içeriğinde kültürel ve ulusal olanın bütünleştiriciliğini yıkmayı, milliyetçiliği canavarlaştırmayı amaç edinmektedir.
İktidar olgusu, ulus-devlet tezine eklemlenmekte ve bu tez tüm kötülüklerin nedeni olarak temsil edilmektedir. Bu konu bağlamında Foucault şöyle söylüyor: “Zira iktidar ilişkileri dışında bir toplum olamayacağını söylemek, kurulu iktidar ilişkilerinin zorunlu olduğunu ya da iktidarın toplumların yüreğinde bir kader oluşturduğunu, dolayısıyla yıkılamayacağını söylemek değildir. Tersine iktidar ilişkilerinin ve iktidar ilişkileri ile özgürlüğün inadı arasındaki çekişmenin analizi, geliştirilmesi ve sorgulanması sürüp giden siyasi bir görev oluşturur ve tüm toplumsal varoluş için geçerli olan siyasi görevin ta kendisidir.” (Foucault, 2000, s.77.)
Burada ifade edilen şudur: İktidardan yalnızca devleti değil iktidarı ayakta tutan mikro düzeydeki aygıtları da anlamalı, bununla mücadele verirken bu aygıtlarla olan ilişkileri sorgulamalı, arzulanan ve küresel hegemonyaya hizmet edecek olan toplumsala dö- nüştürülmesi görev edinilmelidir.
İKTİDARI DÜŞÜRENE KADAR
Medya aracılığıyla bu dönüşümü sağlamayı amaçlayan küresel egemenler, bu bağlamda ABD’deki sosyal adaletsizlik, şiddet veya ırkçılığa dair haberleri es geçiyor, aksine bu ülkelerdeki uluslararası şirket yöneticilerinin kariyerini ve bu kariyerlerin getirilerini, Disney’in ideolojik varlık sebebinden bihaber olanlar için Disney’in çalışma koşullarını şaşalı görseller eşliğinde karşımıza çıkarıyor. Küresel medyanın yerel uzantısı olan kanallar yalnızca böyle bir sisteme uyum sağlamanın özgürlük, refah ve adaleti getireceği yönünde yayınlarla karşımıza çıkıyor. Söz konusu Rusya, İran vb. ülkeler olduğunda ise çıkar gruplarını marjinalize edip, hatta daha ileri vadede hak iddiasına götürene kadar yayın yapmaya devam ediyor. Ta ki menfaatlerine karşılık vermeyen Nâsır’da olduğu gibi, iktidarları düşürene kadar…
Bugün tüm bu veriler ışığında soğuk savaşın bitmediği açıktır. Batı, açıkladığımız bütün olanaklarıyla çıkar gruplarını parlatmaya, toplumsal gerilimi artırmaya, bu gruplarla özdeşleştirdiği ‘evrensel’ beyanları aslında sadece kendi çıkarları için kullanmaya devam etmektedir. Bir gün gazetede bir manşette, bir gün bir reklam afişinde ya da sinema filminde propaganda yöntemlerini kullanarak karşımıza çıkmaya da devam edecektir.
Ta ki, ‘deniz aşırı toprağı’ yapıncaya dek…