15 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İstiklalin 2. safhasına atılan ilk adım

"Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek gerekiyordu."

İstiklalin 2. safhasına atılan ilk adım
A+ A-
UĞURCAN YARDIMOĞLU

"Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek gerekiyordu."

Büyük önder Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışının 101. yıl dönümünü gururla kutladık. İçerisinde bulunduğumuz dönem salgın, terör, ve ekonomik kriz gibi milletimizin birlik halinde ve ancak Atatürk'ün devrimci program ve siyasetlerini izleyerek çözebileceği sorunları içeriyor.

Bir yüzyıl önce kurtuluşa giden yolda atılan bu adımın önünü arkasını iyi bilmeli, anlamalı ve kavramalıyız. Derslerle dolu olan bu dönem, bugünün vatanseverleri ve devrimcileri açısından oldukça kıymetlidir.

1919'UN ARDINDA UZUN 19. YÜZYIL

Türkiye 20. Yüzyıla (uzun 19. yüzyıl da denir çünkü 20. yüzyılın ilk çeyreği bir bakıma 19. yüzyılın uluslararası durumunun bir devamıdır.) çağ dışı bir imparatorlukla ve onun mutlak hükümdarı olan 2. Abdülhamit'le girdi. 19. Yüzyılda gelişen kapitalizmin dış ticaret çağı, önceki yüzyıllarda gelişmeye başlayan sömürgecilikle bütünleşerek mali sermaye önderliğinde emperyalizme tahvil etti. Emperyalist dünya, esas olarak İngiltere, Fransa, Hollanda, İspanya, ABD ve bu dünyaya sonradan dahil olan Almanya ve İtalya'dan ibaretti. (Japonya'da Asya'da emperyalist bir yayılma planı hazırlıyor kendisini buna göre geliştiriyordu.) Çarlık Rusyası ve Avusturya Macaristan İmparatorlukları ise Osmanlı gibi çağ dışı rejimlerle yönetiliyor fakat Osmanlı'dan farklı olarak sanayileşme ve kapitalist piyasa ilişkilerini inşa etme noktasında Batılı ülkelere yaklaşıyorlardı. Bunlar arasındaki rekabet, Afirka ve Asya'nın (Osmanlı, İran ve Çin hariç) dizginsizce paylaşımıyla ilgiliydi. Bu paylaşım esas itibariyle tamamlandıktan sonra ise yukarıda sayılan üç ulusa sıra gelecekti.

Tabii Osmanlı da İran da Çin de bu süreçte ihmal edilmemişti. Serbest ticaret sözleşmeleriyle pazarı talan edilmiş, maliyesi borca batırılmış ve neredeyse yarı sömürge haline getirilmişlerdi. Emperyalist devletlerin büyükelçileri Bab-ı Ali'de Osmanlı bakanlarına tepeden bakacak noktaya gelmişlerdi. Bu süreçte Almanya sömürge elde etme sürecine sonradan dahil olduğu için Osmanlı Devleti'ne farklı bir bakış açısı geliştirmişti.

2. Abdülhamit 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın başında hala ortaçağlı bir yönetim anlayışında ısrar ediyordu. Bu yönetim tarzı ülkenin önünü tıkadığı için, yüksek okullarda başlayan muhalefet hareketi, subaylar, eşraf ve aydınlarla kaynaşarak büyük zorluklarla örgütlenmiş ve topraklarımızın en büyük devrimci örgütü olan İttihat ve Terakki'yi meydana getirmişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti(İTC) yurdun her yanında örgütlenerek, halkın vergi isyanlarını destekleyerek, politize ederek kitle hareketini yükseltti. 1908 yılının Temmuz ayında ise olgunlaşan koşulları gören İTC doğrudan orduyu ve halkı isyana teşvik etti. Bu isyana önderlik ederek Hürriyet Devrimi'ni gerçekleştirdi. Mustafa Kemal'in de içerisinde İTC üyesi olarak yer aldığı bu devrim hareketi, padişahın mutlak iradesini ortadan kaldırmış ve ülkemizin bağımsızlığına ve çağdaşlaşmasına giden yolu açmıştı.

Mustafa Kemal'in yukarıda alıntıladığımız orduyu ve milleti, padişaha karşı isyan ettirme iradesi bu pratik tecrübeye dayanmaktadır. İsyanlar içerisinde yetişen ihtilalciler 1919'da meşrutiyetlerle bir noktaya kadar gelen milli hakimiyet devrimini gerçekleştirmeye adım attılar.

İSTİKLAL SAVAŞIMIZ NE ZAMAN BAŞLADI?

En büyük yanılgımız, İstiklal Savaşımızı 1919 yılından başlatmaktır. Burada cesur olmak, 19 Mayıs 1919 tarihini değersizleştirmez aksine daha anlamlı kılar.

İTC'nin 1908 Devrimi ve ardından 1909 karşı devrimini bastırması iktidarın yolunu onlara tam anlamıyla açmamıştı. Türkiye, hala monarşist yöneticilerin, subayların, memurların çoğunlukta olduğu, halkın geleneksel idareye boyun eğdiği bir ülkeydi. Yayın faaliyetlerinden, gençlik kulüplerine, meclis tartışmalarından, hükümet kurma/devirme operasyonlarına kadar İTC yeni bir nesil ve yeni bir ülke yaratmaya çalıştı. Bu çabasında büyük oranda başarılı olduğu için ülkemiz 1914'te Büyük Savaş bulutları dünyanın üzerine çöktüğünde dinç ve enerjik bir yönetime ve orduya sahipti. Ekonomik ve sosyal gelişmeler de yaşanıyordu ancak bunlar hızlı sonuç vermiyor ve savaşın görevleri karşısında geri planda kalıyordu. (Bu görevler de cumhuriyet döneminde başarılacaktı.)

Büyük savaş ülkemizi paylaşmak için başladı ve bu savaşa varlığımızı korumak için katıldık. 1914'te Rusların Boğazlarımızı ele geçirme hedefini doğru tespit eden İTC hükümeti, diğer İtilaf Devletleri'nin (İngiltere ve Fransa) buna engel olmayacağını hatta kendilerinin de pay sahibi olmaya heveslendiğini gördüğü an tereddütsüz İttifak Devletleri'nin (Almanya ve Avusturya-Macaristan) yanında savaşa katıldı.

Bu savaşın başladığı 29 Ekim 1914 tarihi, bizim Milli Kurtuluş Savaşımızın, İstiklal Harbimizin başlangıç tarihidir. Bu tarihte Rus limanlarını bombalayan donanma unsurlarımız İstiklal Harbimizin 4 sene sürecek ilk safhasını başlatmış oldu. Bu safhada Mustafa Kemal de dahil olmak üzere ileride İstiklal Harbimizin ikinci aşamasına önderlik edecek kadrolar cephelerde ateşten gömlek giydi, yetişti ve olgunlaştı.

BÜYÜK SAVAŞIN SONU: OSMANLI DEVLETİ YENİLDİ, TÜRK MİLLETİ AYAKTA!

Büyük Savaş'ın sona ermesinin ardından Mondros Ateşkesi'yle teslim olan Osmanlı Devleti her açıdan harap ve bitap durumdaydı. Emperyalistler postu pahalıya mal eden bu ülkeyi önce cezalandırmak sonra sömürgeleştirmek için 13 Kasım 1918 günü donanmalarını İstanbul Boğazına soktular. Şehri fiilen işgal ettiler. Bu süreçte Adana'da Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı görevinden İstanbul'a dönmekte olan Mustafa Kemal'in zihnindeki plan ise, Nutuk'ta 'ULUSAL SIR' olarak açıkladığı yeni ve milli bir devlet kurmaktı. Bu devlet, 1876 Genç Osmanlı devriminin ve 1908 Hürriyet Devrimi'nin başladığı işi tamamına erdirecekti. Sultanların iradesini sınırlamaktan, onları sembolik hale getirmeye uzanan başarı öyküsü eski sistemin toptan imhasıyla sonuçlanmalıydı. Aksi durum, millet hakimiyetini ortadan kaldıracak bir gücün sürekli nefes alması ve memleketi, kendi tahtı uğruna sömürgecilere peşkeş çekecek gerici çağ dışı bir sınıfın varlığı demekti.

Keza Osmanlı saray sınıfı ve Bab-ı Ali bürokratları, İngiltere himayesinde bir kukla hükümet olma ve sarayın 'kutsal haklarını' muhafaza etme planından başka bir çözüm önerisine sahip değildi. Ordu dağıtılmakta, donanmaya el konulmuş, tersane, kale ve müstahkem mevkilerimize yabancı askerler yerleşmiş ülkemizin çeşitli noktaları hızla işgal edilmekte ama bu monarşist, eski düzen artıklarının biricik çözümü İngiliz himayesiydi, yani işgalin kurumsallaşması ve süreklilik kazanması. Bu, onların sınıfsal ve ideolojik sınırlarından başka bir şeyi yansıtmıyordu. Üstelik bu sınırlılık nedeniyle, Büyük Savaş'ta emperyalistlerin gücünü tükettiğimizi, aralarındaki gizli antlaşmaların Bolşevik Devrimi'yle açığa çıktığını ve rekabetin sonucunda bozulduğunu (İtalya-Yunanistan, İngiltere-Fransa çekişmeleri) ve emperyalistler arası çelişkinin yarattığı manevra imkanının bile farkında değillerdi. Boğazda demirlemiş emperyalist zırhılarına secde ediyorlardı. Örneğin Vahdettin'in şiir gibi uyumlu çalıştığı sadrazamı Damat Ferit Paşa, önce Allaha sonra İngiltere'ye güvendiğini söyleyebiliyordu.

SİSTEMİN İÇERİSİNDE ÇÖZÜM KIRINTISI VAR MI?

Mustafa Kemal, Adana'dan İstanbul'a döndüğü günden itibaren Samsun'a çıkana kadar yaklaşık 6 aylık süre zarfında İstanbul'da işgallere karşı çıkacak ve milli siyasetler izleyecek bir hükümet kurulması için çalıştı. Rauf Orbay, Fethi Okyar gibi arkadaşlarıyla çalışarak, gazete çıkararak, Tevfik Paşa hükümetini düşürmek için Meclis-i Mebusan'da etki yaratarak denediği çözümler başarılı olmamıştı. İstanbul, emperyalist süngülerin altında ve Vahdettin'in şahsında eski düzenin (meşrutiyet öncesi) dirildiği bir kentti. Bir görev yaratılarak (9. Ordu Müfettişliği) hızla Anadolu'ya geçen Mustafa Kemal, burada mutlak monarşiye ve emperyalizme meşrutiyetten daha güçlü bir silahla saldıracaktı.

CUMHURİYET'İN SÜNGÜSÜ

İşte 19 Mayıs 1919'da atılan adım meşrutiyetlerle ancak bir noktaya kadar getirilen ve nihai zafere ulaşamayan İstiklal Savaşımızı kesin zafere götürecek devrimci hamledir. Savaş meşrutiyetle başarılamamışsa cumhuriyetle başarılacaktır. Dikkat ederseniz, Mustafa Kemal'in Samsun'a adım attığı andan itibaren yaptığı tüm hamleler, Anadolu'da bir devrimci hükümet kurmaya yöneliktir.

Hızla Anadolu'da kalan ordu birliklerinin komutanlarıyla haberleşen Mustafa Kemal, bunlar üzerinde etkili olur. Komutanlara ve mülki amirlere 'milli örgütler kurma' görevi verir ve ekler, 'yabancılardan korkmayın'!

Komutanlara ve valilere örgütlenme görevi veren Mustafa Kemal, bu örgütleri kongreler yoluyla birleştirerek Anadolu'da devrimin iktidar merkezini yaratacaktır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinden hatta Amasya Genelgesi'nden önce attığı bu adım, milletimizin daha önceki savaş ve devrim süreçlerindeki örgütlenme birikimine ve ilerideki iktidar hedefine uygundur. Gerçekten de Anadolu'nun her yanında bir kısmı kendiliğinden (bunların büyük çoğunluğu da dağılan İTC'nin devamı niteliğindedir.) bir kısmı da Mustafa Kemal Paşa'nın yönlendirmeleriyle Müdafaa-i Hukuk ve türevi cemiyetler kurulur. Bu cemiyetlerin silahlı gücü de Kuvayi Milliye birlikleridir. Bu birlikler Büyük Savaş'tan arta kalan ordu birlikleri ve halk milislerine dayanır. Henüz yurdun her yanında serpilmekte olan ve bir merkezden yoksun olan bu siyasi ve silahlı örgütlenmeler çok yakında bir merkeze ve önderliğe sahip olacaktır. Havza Komutanlar toplantısında oluşan ortak akıl Amasya Genelgesi'yle memlekete bir çağrı yaptı. O çağrı bütün milli örgütlerin tek çatı altında toplanmasını ulusal iradeyi meydana getirmesini istiyordu. Erzurum'da savaşın dayanağı(Doğu Anadolu) güvence altına alınmış, Sivas'ta ise milletin iradesi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla inşa edilmişti. Bu cemiyetin Heyet-i Temsiliye'si cumhuriyetin ilk hükümetidir. Onun komutasındaki Kuvayi Milliye ise yine henüz adı dile getirilmeyen cumhuriyetin süngüsüdür.

Özetle, Büyük Savaş'tan yenik çıkan Osmanlı'nın çağ dışı sistemi olmuş, o sistemi düzeltmeye çalışan devrimcilerin yeni hamlesi ise tamamen milletin gücüne dayanan yeni bir devlet kurmak olmuştur. Dolayısıyla başta İngilizler olmak üzere emperyalist kamp Türk milletini yenemediğini kendileri açısından trajik tecrübelerle en sonunda 1922 yılında Büyük Zafer'le birlikte anlayacaktır.

Buradan bugüne çıkan ders ise savaşın tamamen siyasi bir süreç olduğu milletlerin zihnine, bilincine ait oldukları sisteme dayalı olduğudur. Sistemi en ileri en çağdaş olan en büyük güçleri seferber edebilir ve savaşın emrine sunabilir. Osmanlı sistemi içerisinde yenilemeyen emperyalistler milli devlet perspektifiyle denize dökülebilmiştir. Bugün bizce 19 Mayıs'ın en büyük anlamı budur. 1914'te başlayan İstiklal Savaşı, 1919'da atılan adımın devrimci programı ve örgütlenmesi sayesinde zafere ulaşmıştır. Elbette önceki tecrübelerden öğrenerek ve o tecrübeleri edinen kadroların katkılarıyla.

Son Dakika Haberleri