Japon akademisyen Nishitani Osamu: Türkiye’ye ABD gözlüğüyle bakılamaz
‘Türkiye’nin, ulusallığı açısından, Türkiye’ye özgü bir şekilde dünya düzeninin yeniden düzenlenmesine katkıda bulundu. Hindistan’ın da böyle bir konumu var. Bu yüzden bir dönem Türkiye de Hindistan da köktenci iktidarlar ya da dinci iktidarlar olarak suçlandılar. Bu Amerikan gözlüğüdür’
Teori dergisi Yazı Kurulu Üyesi İnan Öner; günümüz Fransız düşüncesi, modernite ve savaş konularında kitap, makale ve çevirileriyle tanınan Japon akademisyen yazar Nishitani Osamu ile bir söyleşi röportaj yaptı. Nishitani’nin savaşa bakış açısı, Ukrayna Savaşı ve dünyadaki son gelişmeler hakkında değerlendirmelerini içeren bu uzun röportajın tamamı Teori dergisinin Mayıs 2023 sayısında yer alıyor. Aydınlık okurları için röportajın daha çok dünyadaki son gelişmeleri kapsayan, güncel bölümünün özetini yayımlıyoruz. Röportajı İnan Öner Türkçeleştirdi. Başlık ve ara başlıklar gazetemiz tarafından atıldı. Söyleşiye kaldığımız yerden devam ediyoruz.
- Bu koşullar içinde Japonya’nın durumu nedir?
Japonya’da Tayvan meselesi diye anılan meseleyle ilgili olarak, Amerikan “neo-con” düşünce kuruluşları bu yıl ya da bir iki yıl içinde bir uluslararası çatışma çıkacağını söylüyorlar. Kastettikleri Çin’in Tayvan’a askerî müdahalede bulunmasıdır. Bu açıkça ifade ediliyor. Amerika açısından böyle bir müdahale olmamasının sıkıntı yaratacağı görülüyor. Ancak bu bağlamda bir çatışma Japonya’ya çok zarar verir. Japonya bunu görmezden geliyor. Amerika’nın önümüzdeki birkaç yıl içinde Tayvan’a yönelik bir müdahalenin olacağını söylemesinin, bu bölgede bir askerî çatışma yaratmaya çalışmasının nedenini görmemek mümkün değil. 2010 yılında Çin’in Gayri Safi Yurtiçi Hasılası Japonya’yı geçti. Birkaç yıl içinde birkaç katına çıktı. 2020’li yıllarda Amerika’yı da geçeceği söyleniyor. 2010’da daha uzak tarihlendirmeler yapılıyordu ama şimdi Kovid-19 salgının etkileri vesaire bir yana 2024 ya da 2025’te Çin’in dünyada birinci sıraya yerleşeceği söylenir oldu. Amerika bunu kabullenemiyor. Çünkü böyle bir durumda Amerika artık “dünya” olmaktan çıkmış olacak. Bu durum Amerika açısından ulusun mutlu olma hakkına ve özgürlüğüne karşı ölümcül bir tehdit olarak algılanıyor. Bu yüzden Çin’in bastırılması gerekiyor. Bir yandan uzay alanında da rekabet yaşanıyor. Çin kendisinin Uluslararası Uzay İstasyonu faaliyetlerine alınmasını istiyor ama dışlanıyor. Dışlanan Çin uzay alanında bağımsız geliştirme çalışmaları yapmak zorunda kalıyor ve rekabet şiddetleniyor. Amerika bunları tehdit olarak algılıyor ve Çin’i bastırmak için her yolu deniyor. Tayvan meselesi de bu çerçevede sahnelenmeye çalışılıyor.
TEK ÇİN POLİTİKASI
Peki Tayvan’ın tarihi bize ne anlatıyor? Japonya işgalinden sonra Çan Kay Şek yandaşlarıyla birlikte Tayvan’a göç etti. Kurduğu hükümetin Çin hükümeti olduğunu iddia ederek Birleşmiş Milletler’de temsiliyet kazandı. Çin anakarasında ÇKP önderliğinde kurulan yeni Çin Devleti ise Birleşmiş Milletler’de temsil edilen bir devlet olarak kabul edilmemişti. Bu tuhaf durumun sürdürülemeyeceğini gören Nixon, Pekin hükümetini Çin’in meşru hükümeti olarak tanıdı ve Tayvan’la diplomatik ilişkilerini kopardı. Artık Tayvan, Batı tarafından tanınan bir devlet olmaktan çıkmıştı. Bunu Amerika yaptı. O zamandan beri “tek Çin politikası” vardır ve günümüzde de bu politikanın değişmediği Amerika tarafından dile getirilmektedir. Mevcut konjonktüre ve girişimlere baktığımızda, “tek Çin politikası”ndan kastedilenin “bir gün Tayvan’ın yine Çin anakarasına hâkim olacağı ve bu politikanın Amerika tarafından destekleneceği” şeklinde okuyabiliriz. Olup bitenler başka türlü düşünmemize imkân vermiyor.
Konu Tayvan meselesi olduğunda Amerika “uluslararası hukuk” ifadesini kullanmıyor; “statükonun korunması” diyor. Uluslararası hukuk dese, Tayvan’ın bağımsız bir devlet olmadığı açıkça ortada olduğu, hâlihazırda Amerika’nın da bunu böyle kabul ettiği yanıtını alacak. Bu yüzden Tayvan söz konusu olunca uluslararası hukuktan söz etmiyor. Burayı Amerika’ya bağımlı kılıyor ve buranın özgürlüğünü ve demokrasisini koruyun diyor. Yedinci Filo’yu getirmeyi de ihmal etmiyor. Buna karşı Çin’in uçak gemisi geliştirmesi ya da savaş uçağı uçurması söz konusu olunca da kızıyor. Durum bu. Amerika’nın yaptığı Tayvan meselesi dâhil her yolu deneyerek Çin’in yükselmesini engellemeye çalışmaktan ibarettir.
JAPONYA ABD PLANLARINA UYMAYI SEÇTİ
- Japonya askerî güç kullanımına karşı çıkageldi ancak son yıllarda hızlı bir silahlanma yönünde kararlar alındığını gözlüyoruz. Durum, Japonya açısından da zorlaşmıyor mu? Asya’nın doğu ucundaki ülke olarak nasıl bir konum alacak? Asya’nın batı ucunda yer alan Türkiye’ye baktığımızda Asya ülkeleriyle Batılı bağlamın dışında yeni ilişkiler geliştirmeye çalıştığını görüyoruz.
Japonya’da Japonya’nın eskiden Asya ülkelerine yaptıklarını hâlâ haklı gören kesimler İkinci Dünya Savaşından sonra yetmiş yıl boyunca baskı altında da olsa varlıklarını sürdüregeldiler. Savaşın bitiminin yetmişinci yılında nihayet siyasi iktidarı ele geçirdiler. Bunu simgeleyen eski Başbakan Abe olmuştur. Ondan sonra artık tarih revize edilmeye başlandı. “Japonya, Pasifik Savaşı’nda Asya ülkelerine iyilik yaptı”, deniyor. “Japonlar kahramanlık yaptılar”, deniyor. “Japon ordusu kahramandı”, deniyor. Bunu dillendirmek isteyenler Amerika’nın direktiflerini yerine getirmezlerse ezileceklerini biliyorlar. Dolayısıyla en çok bu kesimler Amerika’nın sözünü dinleyegeldiler. Böylece kendi Çin’e karşı düşmanlık güden duruşlarının haklı olduğunu, Amerika’nın da bu yolda olduğunu, bunun için Japonya’nın silahlanması gerektiğini söyleyerek Büyük Japonya İmparatorluğu’nun yeniden doğuşu gibi bir retorik yaratıyorlar.
Japonya’nın durumu geçtiğimiz on yıl boyunca, özellikle Abe hükümetlerince iyice belirginleşti. Soğuk savaştan sonra Japonya soğuk savaşın getirdiği kısıtlardan kurtulup Asyalı bir bağımsız devlet olarak hareket edebilirdi. O zaman böyle bir yolu tercih etmesi mümkündü. Fakat Japonya’nın yöneticileri bu fırsatı görmediler ve sadece “küresel ekonomi” içinde var olmaya devam edebilmek güdüsüyle Amerika’nın politikalarına riayet ettiler. Sonunda askerî olarak da birleşmiş oldular. Peki bu askerî birleşme nereye varacak? Japonya, Amerika’nın Çin’e karşı savaşında öncü birlik haline gelecek. Şimdi Ukrayna örneğinde de görüyoruz; Amerika terörle savaştan sonra artık kendi ordusunu savaşa sürmeyi bıraktı. İlgili bölgedeki müttefiklerini savaştırıyor. Kendisi doğrudan savaşa girmiyor. Ukrayna’da yaptığı da bu, Tayvan’da da aynısını tasarlıyor. Bunları Amerika’nın askerî araştırma enstitüleri tez olarak yayımlıyor. Japon hükümeti bu planlara uymak zorunda kalıyor ya da memnuniyetle uymayı tercih ediyor.
JAPON AYDINLARI ÜMİTSİZLİK İÇİNDE
Japonya’da Liberal Demokrat Parti dışında hükümet kurulamayacağına dair bir mit oluştu. Böyle olunca başbakanlar da Liberal Demokrat Parti içinde kabul gördüklerinde başbakanlıklarını sürdürebileceklerini düşünerek davranıyorlar. Başbakanlar bu koşulların içinde oluşuyor ve işte bu sonuçlara neden oluyor. Biz Japon aydınları açısından bu acınası bir durum. Öfkeliyiz ama aynı zamanda ümitsizlik içindeyiz.
Japonya’nın bu durumuyla karşılaştırdığımızda Türkiye, örneğin NATO’ya dâhil ama Amerika’ya boyun eğmek için NATO’ya dâhil değil. Ukrayna savaşında da görünür hale geldiği gibi Batı’nın belirginleştiği koşullarda, diğer bir deyişle Batı-olmayan ülkelerin -çıkarları farklı olsa da- dayanışma içine girdikleri koşullarda, Türkiye’nin başka bir uluslararası düzeni doğuran etkenlerden biri olarak hareket ettiğini düşünüyorum. Türkiye’nin, ulusallığı açısından, Türkiye’ye özgü bir şekilde dünya düzeninin yeniden düzenlenmesine katkıda bulunduğunu ifade etmem gerekir. Hindistan’ın da böyle bir konumu var. Bu yüzden bir dönem Türkiye de Hindistan da köktenci iktidarlar ya da dinci iktidarlar olarak suçlandılar. Bu Amerikan gözlüğüdür. Öyle suçlandılar ama bakın Hindistan da jeopolitik açıdan sözde demokrasi blokuna, sözde Amerika blokuna dâhil edilemedi. Amerika’nın evrensel kabul edildiği düzenin dışında bir etken olarak dünyanın yeniden düzenlenmesinde konum alarak hareket ediyor.
Türkiye’nin de ülke çıkarları bakımından nerelerde buluştuklarını belirtmek güç ancak Batı’nın evrensellik iddiasında olduğu düzenin değiştirilmesi yönünde adımlarını birbirine uydurduklarını gözlüyorum.
ÇİN YALNIZLAŞMAYI ÇÖZMEK ZORUNDA
Çin’in ise soğuk savaştan beri, hatta daha öncesinden, Pekin Anlaşması’ndan beri, kesin bir şekilde bastırılmış hatta sömürülmüş olsa da, önce dışlanıp sonra uluslararası sisteme dâhil edildiğinden beri, dünyanın emek gücü olarak kullanılageldiğini ama ülke olarak kendini yeniden güçlendirdiğini görüyorum. Bu da çok doğal. Ekonomik olarak büyümesi çok doğal. Fakat bu kez bu doğallık yadsınıyor, eleştiriliyor ve bastırılıyor. Böyle olunca Çin de Batı dünyasına karşı düşmanca tutum almaya zorlanıyor ama Çin Batı dünyasına karşı düşmanlık yapmıyor. Avrupa’yla da arasını bozmak istemiyor, hatta mümkün olsa Amerika’yla da arasını bozmak istemiyor. Fakat buna müsaade edilmiyor ve Çin yalnızlaştırılıyor. Bu yalnızlaşmayı çözmek Çin için önemli. Zaten Çin dünya imparatorluğu haline gelmek zorunda değil, böyle bir ihtiyacı yok.
Eklemek gerekirse, Avrupa’nın, yani Batı’nın, bütün dünyayı sömürgeleştirerek egemenlik kurduğunu biliyoruz. Çin’in ise 4000 yıllık tarihinde denizaşırı seferleri var ama başkasının toprağına el koyup sömürgeleştirdiğine dair bir olgu yok. Başka ülkelerde göçmen Çinlilerce Çin mahalleleri kuruldu ama bu beşerî bir ağdan öteye gitmedi. Çinliler tarih boyunca hiçbir zaman kendi yurtlarından başka yerlere el koyarak, kolonileştirerek, egemenlik iddia etmemişlerdir. Şimdi güçlenerek ekonomik anlamda dünya birincisi konumuna gelse de Çin’in başka ülkelerle kurduğu ilişkilerin niteliği Batılı ülkelerin ilişkilerinden farklı. Öyle olmasa da Hindistan olsun Türkiye olsun ya da Japonya için de aynı şeyi söyleyebiliriz, bugüne kadarkinden farklı nitelikte ilişkiler geliştirebilirler ve bence geliştirmeliler. - BİTTİ -