Japonya’nın üçüncü büyük şehri: OSAKA
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları beynimizde, “Son Samuray” filminin ve “Shogun” dizisinin yarattığı Hollywood romantizmi gönlümüzde, adalar ülkesi Japonya’nın üçüncü büyük şehri Osaka’ya indik
Işınlanmış gibiydik ve doğal olarak etrafta Samuray göremedik, belki Samuray ruhunun kırıntıları kalmıştır diyerek derin bir nefes aldık, otele doğru yola koyulduk.
Osaka, Honshus adasının güneyinde Pasifik okyanusunun kıyısında. Kobe ve Kyoto şehirleriyle birlikte dev bir endüstri ve ticaret merkezi. Osaka, 20 milyon nüfusu olan ışıl ışıl ve yemyeşil bir liman şehri. Japonya’nın teknolojik gelişimi nefes kesiyor. Viyadükler üzerinde inşa edilmiş 6 katlı yolları var. Trafik vızır vızır işliyor. Çok düzenli bir şehir. Daha ilk andan itibaren disiplin ve düzen dikkatimizi çekiyor. İnsanlar tertemiz ve kibar. Gençler hariç hiç gürültücü ve etrafını rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşan insanlara rastlamadık. Gençler de “Manga” çizgi romanlarındaki karakterlerin caddelere fırlamış yansımaları gibi çok hoşlar! Renkli giyimleri, renkli saçları, çocuksu ilginç aksesuarlarıyla cıvıl cıvıl her yerdeler, yaşlarının gereğini yaşıyorlar.
NEHİRLERİ TEMİZLE, BALIKLAR YUMURTLASIN
Osaka’da denize dökülen iki büyük nehir Yodogawa ve Yamatogawaile birçok kanal var. Gawa Japonca nehir anlamına geliyor. Bu bölgeyi besleyen iki büyük nehirden Yodo nehri 250 km2 büyüklüğündeki su havzasıyla Japonya’nın en büyük nehir sistemlerinden birini oluşturmakta. Kollarıyla birçok büyük şehirden geçerek Yodo nehri adıyla Osaka Körfezi’ne ulaşıyor. Yamato nehri ise II. Dünya Savaşı sonrası hızlı endüstrileşme döneminde Japonya’nın en kirli nehirlerden biri. Öyle ki %70’i bulan kanalizasyon, endüstriyel atıklar ve hayvansal atıklar nedeniyle nehrin tatlı su balıkları yok olur. Yamato nehri 1970 yılında Japonya’nın en kirli akarsuyu olarak masaya yatırılır. Acil planlar, su ve çevre iyileştirme planları derken 2007 yılında ilk kez tatlı su balığı yumurtlaması doğrulanır. 2009 yılından itibaren de büyük ilerleme kaydedilir. 2015 yılında ise gözlem tarihinin en güzel su kalitesine ulaşır. Demek ki ülkemizdeki ağır kirlenme ile karşı karşıya olan birçok nehir de benzer acil planlar yapılarak, disiplinli bir şekilde planları uygulayarak temiz su haline dönüşebilir. İnsan, hayvan, bitki olarak hepimiz temiz su kaynaklarına bağımlıyız!
YAPAY ADAYA İNŞA EDİLEN KANSAİ HAVAALANI
Uçağımızın indiği Kansai havaalanı Osaka koyunda deniz doldurularak yaratılan suni ada üzerinde yapılmış ve 1994 yılında açılmış. Karaya 3,7 km’lik bir köprüyle bağlanmış. Havaalanının ilginç bir hikayesi var. Osaka ticari olarak Tokyo’nun gerisinde kalınca şehrin İtami havaalanı yetersiz kalmış. Hem de şehrin ortasında olduğu için etrafı binalarla sarıldıkça büyüyebileceği alan kalmamış. Yeni ve büyük bir havaalanı ihtiyacı olmasına rağmen yakındaki şehirlerin hiçbiri kendi şehirlerinde kurulmasına sıcak bakmamış bunun üzerine üç dağ yok edilmiş ve onların toprakları yanı sıra Çin ve Güney Kore’den de toprak getirilerek deniz doldurulmuş. Beton kazıklar ve yüksek teknoloji kullanılarak 4 km uzunluğunda 2,5 km genişliğinde bir ada yaratılmış. Ancak denizden 15 metre yüksekte olan ada öngörülenin iki katı, 50 cm çökünce inşaat, tarihin en pahalı havaalanı projesi haline dönüşmüş. Büyük tartışmalara rağmen yarım bırakılmamış, doğaya karşı teknolojik bir mücadele verilmiş. Adanın yanına yeni bir ada daha yapılarak suya batma hızı düşürülmüş. Artık havaalanının yıllık suya batış seviyesi 2-4 cm kadar. 2018 yılında Jebi tayfununda havaalanı sular altında kalmış. Üstelik aynı tayfunda bir gemi köprüye çarpınca havaalanı ve şehrin bağlantısı kopmuş, bazı çalışanlar adada mahsur kalmış. Buna karşılık 1995 yılında meydana gelen 7 şiddetindeki Büyük Hanshin depreminde havaalanının camları bile kırılmamış. Kısacası yüksek teknoloji ve doğa savaşını şimdilik insan kazanmış. Maliyetiyle Japonları bıktıran Kansai havaalanı, mühendisler için büyük bir okul olmuş. Aynı teknikle deniz doldurularak yapılan Hong Kong havaalanı, Kansai’den çıkarılan dersler ışığında sorunsuz inşa edilmiş.
OSAKA ŞEHRİ
Osaka şehrinin tarihi 900 yıllarında başlıyor, kayıtlar var. Daha önce iki kez başkent olmuş. Şimdiki Osaka’nın kuruluş tarihi ise 1583 yılında Osaka kalesiyle başlamış. Eski adı Naniwa olan Osaka’da Namba (güneyde) ve Umeda (kuzeyde) olmak üzere iki eğlence ve alışveriş bölgesi bulunuyor.
Dotonbori Osaka’nın güney bölgesi Namba’da küçük restoranların, barların, eğlence mekanlarının olduğu bir sokak. Neon ışıklı panolar o kadar ilginç ki onları görmek için dahi Japonya’daki şehirlerde bu tür bölgelere gidilebilir. Neon ve teknoloji çılgınlığının sınır tanımadığı bu sokaktaki yengeç lokantası kolları hareket eden dev bir neon yengeçle müşteri çekerken, sokağı arkanıza alıp dev ekranlarda kendi fotoğrafınızı çekebiliyorsunuz.
Ayrıca Osaka ve diğer şehirlerde de gördük, Japonya’da otomatlar çok yaygın. Rengârenk içecekler, paketli yiyecekler, şirin şekerlemeler, bazı hijyen ürünlerinin alınabileceği sıra sıra otomatlar var. Güney Amerika ülkelerinde gördüğümüz minik işporta dükkanlarının yerini burada otomatlar almış. Sokak boyunca dizililer ve çok kullanılıyorlar.
OSAKA KALESİ
Öncelikle kalenin 106 hektarlık erik, kayısı, kiraz ağaçlarıyla ve rengarenk çiçeklerle kaplı kocaman bir bahçesi ve birçok girişi var. Kiraz ağaçları “Sakura”ların tam çiçek açtıkları dönemde orada olacağımızı sanıyorduk ama iklim değişiklikleri nedeniyle kiraz ağaçlarının erken çiçek açtıklarını öğrendik. Kalenin bahçesinde üzeri pembe beyaz çiçekli ağaçları görünce hemen fotoğraflarımızı çekip, küçük mutluluklarımızdan birisini daha yaşadık.
Kalenin iç bahçesine Sakuramon kapısından giriliyor. Bu kocaman bir kapı ve Japonya’nın önemli kültürel varlıkları listesinde. İkinci Shogun Tokugawa Hidetada tarafından 1626’da inşa edilmiş. Shogun (şogun) Japonya’da Nara döneminden (710-784) Edo döneminin (1603-1868) sonuna kadar kullanılan bir unvan. Aslında general demek. Kuzey Japonya’da kökenleri tartışılan Emishi halkına karşı savaşan ve onları yenen genç ve soylu kumandana verilen ad. Daha sonra feodal beylere de verilen askeri bir rütbe ve tarihsel unvan haline dönüşmüş.
Sakuramon kapısı 1868 yangınında zarar görmüş, 1887’de yeniden yapılmış. Kapının önündeki taş perde gibi olan kaya ise Tako-ishi kayası, tam 130 ton ağırlığında blok bir kaya! Kapının her iki yanında da dev Ryukoishi kayaları bulunuyor. Bu kayalar ejderha ve kaplanı temsil ediyor. Biz görmedik ama bir efsaneye göre yağmur yağdığı zaman sağ taraftaki kayanın üzerinde ejderha, sol tarafta ise kaplan figürü görünürmüş.
Osaka kalesi dev kayalar kalesi. “Ahtapot kayası” olarak bilinen kaya da 108 ton ağırlığında, neredeyse 60 m2’lik bir alanı kaplıyor. Yanında da uzun kollu kimono anlamına gelen üçüncü büyük kaya Furisodeishi bulunuyor.
KALENİN KURUCUSU HİDEYOSHİ TOYOTOMİ
Eski bir tapınağın üzerine inşa edilen kalenin etrafı su dolu geniş bir hendeklerle çevrili. Osaka kalesinin kurucusu Hideyoshi Toyotomi (1537-1598). Japonya’nın feodal güçlerini birleştiren büyük bir savaşçı. Japonya’nın Napolyon’u olarak biliniyor. Yoksul bir ailenin çocuğu ve dişini tırnağına takarak, savaşarak yükselmiş. Soylu olmadığı için Shogun olamamış ama tüm ülkeye hâkim oluyor. Yüksek vergiler toplamış, Kore yarımadasını işgal etmiş. Kapılarını yabancılara kapatmış. Toyotomi, Japonya’da Hıristiyanlığı yaymaya çalışan misyoner ve Cizvitlere karşı da acımasızlığıyla biliniyor. Avrupalı ve Meksikalı Frankist, Cizvit ve onların devşirdiği Japonlardan oluşan 26 kişiyi hırpaladıktan sonra Nagazaki’de halkın gözü önünde çarmıha gerdirmiş. Toyotomi ailesinde de çok kan dökmüş biri. Metresinden bir oğlu olunca, oğluna iktidar yolunda engel çıkarmasın diye yeğenini intihara zorlamış. Onun 31 eşini ve metresini, onlardan doğma birçok çocuğu da öldürtmüş. Hakkında birçok efsaneler anlatılan Toyotomi, bugün de Japon halkının sıcak duygularla andığı bir savaşçı. Osaka kalesi Toyotomi’nin 1615 yılında ölümünden sonra rakibi TogugawaIeyasu’nun klanının yönetimine geçmiş.
Osaka kalesi defalarca yanmış ve inşa edilmiş. Japonya’nın önemli sembollerinden. 1931’de tekrar inşa edilmiş ama İkinci Dünya Savaşı sırasında yine bombalanmış. 1995 yılında yapılan son restorasyonla Edo zamanındaki görünümüne kavuşturulmuş. Teknoloji ve geleneksel sanatın birlikte kullanıldığı Müze Kale’de ziyaretçilere Toyotomi dönemini sunuluyor. Binlerce tarihi eserin sergilendiği müzedeki aslına uygun bir biçimde detaylı maketlerle anlatılan samuraylar ve savaşları çok ilginç. Müzenin 8. katında tüm şehrin panoramik seyredilebileceği bir teras yapılmış. Kale girişindeki 1863 yılından kalma ağızdan doldurma küçük döküm top, sinyal topu olarak 1923’e kadar kullanılmış.
Haftaya Japonya’nın başka bir şehrinde buluşmak üzere sağlıcakla kalın.
Budizm’in başkenti: Nara
Osaka’ya 40 km uzaktaki Nara küçük ama önemli bir şehir. 710 yılında İmparatoriçe Genmei zamanında başkent seçilmiş. 701 yılından kalma “Taiho” yasalarına göre her imparatorun ardından yeni bir başkent seçilirmiş Japonya’da. Çünkü imparatorun ölümüyle o başkentin kirlendiğine inanılıyormuş. Nara, Budizm’in de başkenti sayılıyor. Japonya’ya 6.yy da gelen Budizm, Nara döneminde İmparator Shomu tarafından kabul edilinceye kadar pek kabul görmemiş.
Shomu, Budizm’i kabul ettikten sonra şehre Todaiji tapınağını yaptırır. 1692’de yeniden yapılan tapınak, eskisinin 2/3’ü büyüklüğünde olmasına rağmen dünyanın en büyük ahşap tapınağı olarak kabul ediliyor. Tapınaktaki tunçtan yapılmış 15 metre boyunda “Cosmic Buddha Dainichi Nyorai” olarak bilinen bir Buda heykeli var. İmparator kendisini tamamen Buda’nın hizmetine vererek Buda, Budizm öğretisi ve Budist cemaat için yaşamış ama bu tapınağı yaptırarak Budizm ile Şintoizmi bütünleştirmeye çalışmış. İmparatorun kızı Abe imparatoriçe olunca bir adım daha ileri giderek Budist rahipleri devlet yönetimine dahil etmiş. Ancak bir süre sonra ağır hastalanınca imparatorluk görevini kuzeni Nakamaro’ya bırakmak zorunda kalmış.
Kuzen Nakamaro, İmparator olunca tavrı değişmiş. Budist bir rahip tarafından tedavi edilen İmparatoriçe tacını geri istemiş. Bunu kabul etmeyen kuzenini savaş meydanında yenmiş ve tacını geri almış ve ikinci kez tahta çıkmış! İmparatoriçe küçük parşömenlere 6 cm genişliğinde 45 cm boyunda bir milyon şans duası bastırıp bunları “Hyakumantodharani” denilen minik pagodalara benzeyen ahşap kutuların içine yerleştirmiş. Dünyanın en eski basılı kağıtları sayılan bu dua kâğıtçıkları ve pagodalarından bazıları halen Horyu-ji tapınağında bulunmakta. Bu duaların benzerleri tapınakların satış butiklerinde Budist dua muskaları olarak satılıyor ve turistler tarafından adeta kapışılıyor!
NARA ŞEHRİNDEKİ ‘BUTİK RENGÂRENK’
Nara şehir meydanında çok keyifli bir sokak var, üzeri kapatılmış, bir bölümü kapalı çarşı olmuş. Küçük ve özel butikler, Japon işi şekerleme ve kurabiye alınabilecek pastaneler, lokantalar, manavlar, her şey satan süper marketlerin olduğu bu çarşıda dolaşırken birden çok tanıdık ürünler olan bir vitrin dikkatimizi çekti. Mavi göz boncukları, çay bardakları, Kütahya seramikleri ve İstanbul hediyelikleri.
Hemen içeri girdik. Butiğin adı “Rengârenk”. Butikte çalışan Regina dünya tatlısı bir Brezilyalı, Türk olduğumuzu duyunca hemen iş gezisinde olan eşi Özay’ı aradı, bizimle konuşturdu. Regina da Türkçe biliyor. 10 yıl önce Nara’da tanışıp evlenmişler. 2 çocuklarıyla artık Nara’da yaşıyorlar. Hayatlarından memnunlar, çocuklar gayet güzel Japonca öğrenmişler. Mutlu bir şekilde ayrıldık butikten.
‘KUTSAL GEYİKLERİN’ OLDUĞU PARK
Nara’da geyiklerin serbestçe dolaştığı ve insanlardan hiç kaçmadığı bir park var, Nara Parkı. Ağaçlarıyla, geyikleriyle müthiş dinlendirici. Efsaneye göre tanrı, Kashima tapınağından Kasuga tapınağına gelirken kutsal geyiklere binmiş, bu yüzden parkın geyiklerinin de kutsal olduğuna inanılıyor. Geyikler Todaiji tapınağının bahçesinde de serbestçe dolaşıyor, hatta Nara’da şehir içinde de. Onlar için “Nara Geyiklerini Koruma Vakfı” tarafından hazırlanmış ve tüm kârın geyikler için kullanıldığı özel kurabiyeler satılıyor. Geyikler de o kurabiyeleri o kadar seviyor ki hiç peşimizden ayrılmıyor. Tabii geyiklerin boynuzlarının ziyaretçiler için tehlike oluşturmaması için kesildiğini de belirtelim.