09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kadın ve aşkın yadsınması

Orta Çağ'da aşk yoktu elbette. Çünkü kadın yoktu! Kadının özgür iradesi yoktu! Üretimden kopuk tekelci finans kapital egemenliği, göreceli ileri 'uygar' ülkelerde yeni değerler karmaşasını ortaya çıkardı

Kadın ve aşkın yadsınması
A+ A-
ASKAR YILMAZ

Sorbonne Üniversitesinde Türk Edebiyatı dersleri veren yazar ve akademisyen Nedim Gürsel, İzmir Kitap Fuarının “onur konuğu” olarak davet edilmiş. Tam elli yıl önce Nedim Gürsel ile 1972 yılında Mamak Askeri cezaevinde yolarımız kesişmişti. O yazarlığı, ben okurluğu sürdürdüm. Fuarda “onur konuğu” olduğunu öğrendiğimde, “Aşk ve İsyan-Saf Oğlan’ın İstanbul Yolculuğu” parodi eserinin genel bir değerlendirmesi anlamlı oldu. 

Uzun zamandır Paris de yaşıyor Gürsel. Bir anlamda edebiyatın üzerine bağdaş kurmuş bir akademisyen, aydın ve yazar. Yayınlanmış çok sayıda eseriyle yazım zengini olduğu kadar, ulusal ve uluslararası alanda ödül kazanmış bir yazarımız. Aldığı beş ödül sadece Fransa’dan.

VOLTAİRE’DEN NEDİM GÜRSEL’E İYİMSERLİK

Gürsel’in kendi ifadesiyle, “Aşk ve İsyan” ünlü Fransız filozofu Voltaire’in “Candide ya da İyimserlik” adlı eserinin parodisi! Bu eserle Gürsel; “Osmanlı devletinin bir tür karikatürünü çizmeye” çalıştığını yazar. Bu denli iddialı bir eser okunmaz mı? 

Voltaire’in eseri ile Gürsel'in eseri, 1700’lü yılların ortalarında Fransa ve Osmanlı Devleti arası paralel gelişmelere odaklanır. Voltaire eserini İstanbul'da sonlandırır. Gürsel, Voltaire’in izleğini “Aşk ve İsyan” ile sürdürür. 

“Aşk ve İsyan”, Candide’nin Venedik'ten ayrılmasıyla başlar. Eser, “saf  oğlan’ın” yolculuğu ve İstanbul'da başına gelen trajikomik olaylar ve dönemin sosyal, siyasi gelişmeleri kurgulanır. Voltaire yaşadığı dönemin tarihi ve felsefi sorunlarını doğrudan ele alırken, Gürsel de kendisinden 300 yıl öncesi tarihsel döneme eleştirel-mizahi ve “hesaplaşmacı” yaklaşsa da, olaylar karşısında edilgen durumdadır. Bu bağlamda Voltaire'in eseri tarihsel roman estetiğine uygun gelişirken, “parodi” bir eser olan “Aşk ve İsyan” eleştiri ve yoruma oldukça açık. 

Kadın ve aşkın yadsınması - Resim : 1
Voltaire

ORTA ÇAĞ'DA AŞK

Ortak bir disiplin içinde incelenebilecek her iki eserin metinlerarası bağlantısının anlaşılabilmesi için “Aşk ve İsyan’ın” İstanbul açılımından önce, Voltaire’in “Candide ya da İyimserlik” romanına kısaca göz atmakta yarar var. 

Voltaire, Aydınlanma ve Fransız devrimine büyük katkısı olan felsefeci ve yazar. Bu eseri, Filozof Pangaloss üzerinden Leibniz’in “nedensiz sonuç olmayacağı, her şeyde iyi bir taraf olduğu” felsefi tezini eleştirme ereği doğrultusunda yazılmış. Eserin kahramanı her şeyden habersiz “saf oğlan” Candide, Alman metafizikçi düşünür Leibniz'in felsefesini temsil eden Panglos ve sağduyunun temsilcisi olan filozof Martin'le birlikte sevgilisini bulmak için dünyayı dolaşmaya çıkar. 

İnsanlığın Orta Çağ'dan çıkışına yön veren ünlü filozof Voltaire, “Şunu da söyleyeyim ki bugüne kadar, din çatışmaları, savaşları kavgaları gibi, bu hastalık da yalnızca bizim kıtamızda, yalnızca bizde var. Türkler, Hintliler, Acemler... Onu henüz tanımazlar. Birkaç yüzyıl sonra, sırası gelince onların da bunu öğrenmeleri için yeter bir neden bulunur.” Öngörüsü karşısında, usumuzda haklı bir saygı uyanır.  

Eser, zor koşullarda süren sorunlara eleştirel yaklaşır, koşulsuz iyimserliği eleştirir. Üretimden kopuk, sürekli savrulan, düşüp-kalkan Candide, İstanbul'da karşılaştığı yaşlı dervişin yaşamından etkilenir. Derviş, “Çocuklarımla birlikte eker biçerim; bu iş, üç büyük kötülük olan can sıkıntısını, ahlaksızlığı ve yoksulluğu” etkisiz kılmada etkili bir yol olduğu sözleri, aynı zamanda saftirik Candide için hayat dersidir.  

Hayatı boyunca hiç çalışmayan Candide İstanbul’da bir çiftlik edinir. Çiftçi Candide Türk'ün söyledikleri üzerine derin derin düşünür: “Bana bu iyi yürekli yaşlı adamın, birlikte yemek yediğimiz altı kralın hayatına değişilmeyecek bir hayatı” olduğunu söylemesi, üretici olmanın, erdemli yaşamanın temeli olduğunu öz deneyleri içinde bilince dönüşür. 

CANDİDE'NİN İSTANBUL YOLCULUĞU! 

Kaybolan sevgilisini bulmak için maceralı yolculuğu boyunca Candide’nin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez. “Dogmatik felsefeye” bağlı Candide, karşı karşıya kaldığı olayların içinde “iyimserliğini” korumaya özen gösterir. Dünyadaki “her şeyin olabilecek en iyi şey” olduğu düşünür. Karşı karşıya kaldığı olayları anlamadan, her şeyin “iyi yanları da” olabileceğine inanır.  Soyut, akılcı olmayan, boş bir iyimserliğin simgesidir Candide. 

Venedik'ten kalkan bir gemi ile İstanbul yolculuğuna çıkmadan önce, aralarında Üçüncü Ahmet'in de olduğu “tahtlarından indirilmiş altı kral... birlikte akşam yemeği” yer. Hatta “altı kraldan birine” sadaka verdiğini söyler Candide. Tahtını kaybetmiş kralların arasında Candide’nin iyimser olması olağan görülür. “Kötüler arasında” en iyi durumda olan Candide, İstanbul yolculuğuna çıkarken “kırmızı koyunumu denizin ortasında nasıl bulduysam, sevgilimi de bulurum” niyetiyle yolculuğa devam eder. 

Venedik'te birlikte yemek yediği “tahtlarından indirilmiş altı kral” arasında bulunan Sultan Üçüncü Ahmet “Uzun yıllar padişahlık ettim; ben kardeşimi tahttan indirdim, yeğenim beni; vezirlerimin boyunlarını vurdular, hayatımı eski sarayda geçiriyorum. Yeğenim Sultan Mehmet, sağlığım için bazen yolculuğa çıkmama izin verdiğini ve karnavalı Venedik'te geçirmeye geldiğini” söyler. 

Kadın ve aşkın yadsınması - Resim : 2
Üçüncü Ahmed

 'AŞK VE İSYAN' BAŞLARKEN... 

Gürsel, “Tasarladığım anlatının başarısına bir mum yaktıktan sonra... Candide’nin İstanbul’da başına gelenleri de yazdım. Sürçülisan eylediysem affola” özürünü eserin başında ifade eder.

Candide, Venedik’te “yemekte Sultan Ahmet’le kadeh kaldırıncaya değin hiçbir Türk’le” karşılaşmamış. Yolculuk yaptığı gemi İstanbul’a doğru yol alırken, sevgilisini elinde tutan “Türk ve Türkler” isimleri bilincini zorlar. Sevgilisini merak ettiği kadar, Türkleri de merak eder. “Güzel sevgilisinin bir asker tarafından ırzına geçildikten sonra” (S.25) bir başkasına devredildiğini öğrenir. İstanbul yolculuğu boyunca sevgilisinin başına gelen cinsel saldırıları hocası Pangalos’un “her şey zorunlu olarak en iyi amaç” için yapılabileceği felsefesine uygun olduğunu düşünür. Onun için sevgilisini Türklerin elinden alma “en iyi amaçtır.” Bu amaca erişmek için Türkleri anlamaya ve tanımaya çalışır. 

Candide’nin sevgilisi “Sarayda el bebek gül bebek büyütülüp... nişanlandıktan sonra korsanlar tarafından kaçırılmış... nişanlısına sakladığı kızlığını korsanların reisi o korkunç zenci, bir zeker darbesiyle” aldıktan sonra “İstanbul'da Yeniçeri Ağasına satılıncaya dek... elden ele, döşekten döşeğe geçip durmuş... en sonunda Türklere yedirmişti kendini.” (Aşk ve İsyan S. 35) sözlerini dinleyen “Saf Oğlan,” sevgilisinin başından geçenler karşısında, “Onların yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı. Savaş bu” der. İyimserlik başını döndürmüştür. Bütün bu olanlardan sonra sevgilisini bulma “en iyi amaç” olmaya devam eder.  

“Yansıtmacı” ve “anlatımcı/aktarmacı” bir eser olan “Aşk ve İsyan” Sultan Ahmet ve çeşitli kişilerin anlatımlarıyla devam eder. Zamanla “Saf Oğlan” Candide’nin usunda “Türkler” ve “Yeniçeri” kavramları aydınlanmaya ve anlam kazanmaya başlar. Türkler “Her saldırıda köpeksiz koyun sürüsüne dalar gibi çığlık çığlığa” düşmana saldırdıklarını öğrendiğinde şaşırır Candide! “Tanrı akıl fikir versin... Bunların yanında Bulgarlar melek sayılır.” (S. 38) der. Oysa, Bulgaristan'da yediği sopanın haddi hesabı yoktur. Gürsel’in eserinde başlayan kurgusal tutarsızlık eserde sık sık yinelenir. 

“Aşk ve İsyan” Yeniçerilerle ilgili, “Elleri palalarında olmadığı zaman hayalarındaydı. Bıyık burar gibi okşuyorlardı onları da.” (S. 36) sözlerini duyduğunda da “iyimser olmaktan” başka şansı yoktur Candide’nin.

Eserde dehşet dolu anılar, belden aşağı en kaba cinsel ifadeler eserin ana dokusunu meydana getirir. Bir başka cinsel mizah anlatısı, “Karanlıkta dört bir yana saçılıp geceyi aydınlatan fişekler gibi sabırsızdı damat, bıraksalardı fışkırtacaktı abıhayatını...” (S.82) sözleri, eserin espri tarzına bir örnek! 

Eser tacizleri Sultan Üçüncü Ahmet’in anılarıyla sürdürür: “Ama cimaya bayılırım... Tahta çıkınca şehri-i İstanbul’un tüm saraylarında, kasırlarında, köşklerinde ve döşeklerinde cima yaptım ama, ölüm korkusuyla kafeste yaptığım cimaların tadı başkaydı... Yaz olunca avratlara, kış olunca oğlanlara meylet ki vücutça sağlam kalasın. Zira oğlan...” (S.87) teninin sıcak olduğunu anlatır. 

Gürsel; eseriyle ilgili bir açıklamasında “Aşk ve İsyan’ın Osmanlı’yı enine boyuna sorgulayan bir roman olduğunu” açıklar! Oysa “Aşk ve İsyan” roman sanatıyla ilişkisi çok yönlü sorgulamayı gerekli kılıyor. Eserin kurgusu, estetiği ve anlatım tarzı bakımından, eleştiri, mizah, deneme de dahil pek çok tekniğinin kullanıldığı bir eser. Pek çok yazım tekniğinin kullanılmış olması, roman sanatına uygun olduğu anlamına gelmez. Parodi tarzı bir eser olan Aşk ve İsyan’ın üstkurmaca eserle olan türdeşliği ayrı bir tartışma konusu. 

Üst kurmaca eserin bir parodisi olan Aşk ve İsyan’ın Osmanlı Devleti'nde yaşanmış olayları temel alması, eseri tarihsel roman yapmaya yetmez. Ayrıca eserde anlatılan kaba cinsel anlatılar, eserin iç dokusunu bozan ifadeler olmaktan öteye gitmiyor. Çeşitli boyutlarıyla eserin biyopsi sonuçları; tarihsel analizden çok, tarihe yadsınmacı, önyargılı bir eser.  Dikkat çeken iki eğilim: Cinsel saldırganlık ve şiddet; mizahi malzeme olmaktan çok, eserin ana dokusu. Orta Çağ'da şiddetin Osmanlı'ya özgü bir uygulama olmadığını Voltaire yazmış. Ama Gürsel'in, “Kahramanların kan ve ateşle sınandıkları, harlı ateşte yakıldıkları, kesik başların yerlerde yuvarlandığı, cellat çeşmelerinden oluk oluk kan aktığı” (S.96) gibi ifadeleri din kitapları ve Victor Hugo’nun eserlerinden devşirme ifadeler.  

Eserin dokusunu süsleyen cinsel şiddet, Candide üzerinde yoğunlaşır. “Hacet gördüğü anları saymazsak zekeriyle ilk kez böylesine uzun uzun uğraşıyordu. Elinin devinimi giderek hızlanmaya başladı... Tellaklardan göğsü kıllı olanı belirdi karşısında. Ama tellak... Peştamalını çözüp üzerine çökünce neye uğradığını şaşırdı... Tellak, göbek taşından sert zekerini sağ eliyle kavradı, hançer üşürür gibi Candide’nin üzerine çullandı...” (S.112) Bu şiddete paralel bir cinsel çılgınlık, “Oğlum gel sana tersane-i amirede zindanı gezdireyim’ diyerek... Begayet kebir maslahatıyla fiili livata yaptı. Sanki dünya başıma yıkıldı... Pirüpak bedenimi Acem halısı gibi ayaklar altına serdiler” (S.116) cümleler olağan ifadelerdir.

TARİHSEL YADSINMACI BAKIŞ

Eser, “Adını ilk kez Sultan Ahmet'ten duyduğu şair Nedim bu kentin bir taşını tüm acem mülküne feda eder miydi? ‘Nasıl olsa sana ait değil feda ettiğin mülk ey Nedim-i Şeyda!’ diye seslenmek geldi içinden...” (S.101) sözleri, tarihsel yadsınmacılığa farklı bir örnek. “Sana ait değil” sözü, Batıcı aydınların ortak düşüncesi. Batı kültürüyle içselleşmiş aydınlar İstanbul’u, Anadolu’yu sahiplenmede ideolojik, siyasi sorunlar yaşıyor. Elif Şafak, Baba ve Piç eserinde kendi iç krizini tarihle kavgaya döker. Elif Şafak; “Vakti zamanında ne gerek varsa şu başa bela yüreğe cefa Konstantinopolis şehrini fetheden ve asırlarca da hatasından dönmeyen tekmil Osmanlı Hanedanına” (Baba ve Piç S. 9) düşüncesi, tarihle hesaplaşma değil mi? Aşk ve İsyan’ın yazarı ile Elif Şafak arası benzerlik bire bir örtüşüyor. Liberal batıcılar için tarihsel değerler ve kazanımlar, yazı yazdığı kalem kadar değer bulmuyor. 

FİNANS KAPİTALİN YATAĞINDA AŞK! 

Orta Çağ'da aşk yoktu elbette. Çünkü kadın yoktu! Kadının özgür iradesi yoktu! Küresel uygarlığın günümüzde kazandığı değerler bileşkesi içinde sevgi ve aşkın hızla metalaşması ayrı bir sorunsal. Üretimden kopuk tekelci finans kapital egemenliği, göreceli ileri “uygar” ülkelerde yeni değerler karmaşasını ortaya çıkardı. Emperyalist egemenlik altında kadın Prokrustes’in yatağına yatırıldı.

Kadına yönelik ideolojik saldırganlık Ahmet Altan’ın “Aldatma” eserinde zirve yapar. Ahmet Altan’a göre kadın “aldatılan,” “çelmelenen, yedirilip-içirilip yatağa atılan” cinsel bir nesnedir.  Bir anlamda “Aldatma,” kadın üzerinde yoğunlaşan şiddetin bir biçimi olarak ortaya çıkıyor. Kumpasa dönüşen aşk, emperyalist şiddetin ve çürümenin bir sonucu. Çürüme sonucu ortaya çıkan, yaygınlaşan ve kutsanan LGBT üzerinden yapılan ”katırlaşma” dayatması, aşkın düşürüldüğü düzeyi anlama açısından ayrıca dikkat çekici.

Son Dakika Haberleri