Kadının medyada temsili
İletişimci Doç. Dr. Esra İlkay Keloğlu İşler, kadınların TV'de izledikleri rol modellerle kendilerini sorunlarının kaynağı sandığını, varoluşlarını gerçekleştirmeyi sağlayacak koşulları sorgulamaktan vazgeçtiğini söyledi. İşler,kamu yayıncılığının varolabilmek için özel sektörü taklit etmeye başladı
Evcilik oyunları; eş bulma programları; gelin-kaynana kavgaları; ne giysem yakışır, ne pişirsem yenir, kimi ağırlasam on numara vb yarışmalar; cinsel taciz, çocuk istismarı, aldatma, aldanma, kayıp aranıyor, mahrem sırlar ifşa ediliyor hikâyeleri; dedikodu programları; reality showlar…
Ve diziler… Şiddet uygulayan erkekten kaçmak için, başka bir erkeğin kanatları altına giren kadınların kaderi... Çocuğunu kaybetme tehdidi üzerinden ortaya çıkan kadınların savaşçılığı… Ultra lüks yaşamlar arasında kadınların aşkı… Hiçbir sanatsal, görsel, edebi, yaratıcı yönü olmayan, ticari yönleri bile su götürür olan, klişe replikler, klişe görüntüler, klişe bayağılıklardan gına gelinen, veya gelinmeyip ilgiyle takip edilen TV dizileri…
Kadının medyadaki temsili ve imajı; kadın ve medya üzerine İletişimci Doç. Dr. Esra İlkay Keloğlu-İşler ile konuştuk.
· Kadınları ezilmiş, güçsüz, aşağılanmış gösteren programlar neden izlenir? Kadınlar, bu rollerle aralarında nasıl bağlar kurarlar?
İnsanı, insan yapan en önemli özellik duygular... Bunların içinde sahip olamadığına özlem var, diğerlerini merak etme var, kendinden iyiye imrenme veya onu kıskanma var. Daha iyisine ulaşma arzusu var. Hayat monotonsa, macera ve entrika görme isteği var. Kendimizden sefil olanlara bakıp halimize sevinme var… Hemen hepsi birer ticari mal olarak üretilen medya içerikleri, öncelikle insanın tüm bu duygularına ve sokağa çıkıp insan arasına karışmakla toplayamayacağı deneyimlere odaklanılarak üretilmektedir. Ailesiyle, yakınlarıyla bağlarını geliştirmek yerine vaktini ekrandan sunulan eğlenceli içerikle reklamın içine sıkışmış yapıya vererek izleyiciler aslında en kıymetli şeyi; kendilerine ait zamanlarını harcamaktadırlar. Ayrıca ekrana bakmak da yeterli değil; onu oylamak, sosyal medyadan paylaşmak, dijital ayak izleri bırakarak sevdikleriyle sevmediklerini, arkadaş ve aile ağını medya endüstrisine sunmak gibi durumlar da var. İlkel benliğe hitap eden her tür duygu kendi güvenli ve maliyetsiz alanından gözetilebiliyor ve vekâleten yaşama tecrübesi ediniliyor. Bu programların en büyük sorunu, kadınların izledikleri rol modellere bakarak, eleştirel dikkatlerini kendilerine çevirmeleri ve sonuçta kendilerini sorunlarının kaynağı sanmalarıdır. Bu programlarla kuşatılan kadınlar, varoluşlarını gerçekleştirmeyi sağlayacak koşullardan ve hayat tarzları hakkında sorgulama yapmaktan yoksun bırakılmaktadırlar.
· Medyada kadın korunmaya ve yönlendirilmeye muhtaç bir imajla mı sunuluyor? Lafa gelince göklere çıkarılan, ayağına cennetin yolları serilen, yuvalar yapan, işine, ailesine ve topluma kendini adamış kadının hali, reality showlarda ve dizilerde neden bunun tam tersi?
İnsan hayatı, varoluşundan bugüne; yüzyılların birikimini içeren deneyimler, iş-yapış biçimi ve bilgi içeren üçlü kümenin kesiştiği alandadır. Bizim coğrafyamızda kadın, Tanrıça Kibele tahtından indirildiğinden bu yana değerini kimin saptayacağına dair bir karmaşa yaşamaktadır. Ataerkilliğin dogmatik bilgisi onu ikinci plana atıp pasifize etmeye çalışırken, varoluşçu felsefe içinde bulunduğu koşulları seçimleriyle değiştiren, başka bir kadını ortaya çıkartmaktadır. Bu ikinci kadın, devrimci kadındır. Kendini sürekli yeniden doğurur, çocuğunu özgürleştirmeye çalışır, öncüdür, cesurdur, geliştirir, yetiştirir, dönüştürür…
Medya ve toplumda içerik üretenler, kadın veya erkek, ataerkil düşünce sisteminden gelirler; ataerkilliği ve dogmasını bir biçimde desteklerler. Doğal olarak ürettikleri içerikler de görüşlerini yansıtır. Aliye dizisini hatırlayın, kocasından dayak yerken onu terk edip kendi işini açan kadını. Yakışıklı doktor sevgilisinden ayrılıp dayakçı kocasıyla barışarak evine dönmüştü en sonunda, neden?.. Kamuoyunda oluşan tepki yüzünden. Şehnaz Tango diye bir dizi vardı, aynı sebeple yayını erken bitirildi… Bununla birlikte 19. yüzyıl edebiyat uyarlamaları da sündürüle sündürüle devam eder örneğin. Çünkü içerikler desteklenen kültürle çok uyumludur. Ben öğrencilerde de benzer şeyler gözlemliyorum. Beyaz elbise giydiği için sınıf arkadaşını döven erkek öğrencinin, bir hafta sonra cennet analarımızın ayakları altında diye kadınları sözde “yücelttiğini” mesela. Bu bir hipokrasi, yani ikiyüzlülük… Bir kadın; sadece bir babanın kızı, bir kocanın karısı, bir erkek çocuğun anası olduğunda mı değer kazanmalı? Elbette hayır!.. İnsan olduğu için değerlidir kadın… Çocuk yapmaya yarayan canlı değil. Kadını sadece bedene indirgeyen imajları kurmaktan, desteklemekten ve yeniden üretmekten utanılmalıdır.
· Medya, bu ve benzeri imajları sadece kadına mı biçiyor? Çocuklar hatta erkeklerle ilgili de bu haksızlıkta imajlar sunulmuyor mu? İzleniyor diye yapılıyor, yapıldıkça daha çok izleniyor… Bu kısır döngüden çıkış yok mudur?
Medyanın hikâyeleri anlatırken basmakalıp klişe tiplemelere başvurması en çok yaptığı işlerden biri. Biz buna tek tipleştirme diyoruz. Elbette roller sadece kadınlara özgü değil; erkekler, gençler, çocuklar ve yaşlılar da bundan nasibini alıyor. Pandemi ortamı örneğin, dünyanın her yerinde hükümetlerin farklı taleplerle kamuoyunu sokağa çıkmaktan engellediği ve sessizleştirmeye çalıştığı uygulamalara sahne oldu. Bir insanın varoluşuna, hem de istediği gibi var olmasına –elbette şiddet, taciz, istismar vb hariç– saygı göstermek insanın sosyal evriminin bir parçası. Bir kişiye nasıl olması gerektiğini söylemekse mantıksız, ayıp, ilkel ve de insanlık dışı. Bu hikâyeleri doğru anlatmayı beceren medya profesyonelleri bir gün ortaya çıkarsa veya şimdikiler taklitçilikten kurtulup hepimizi ortak iyiye götüren hikayeler anlatmayı göze alırlarsa, ahlaki erozyonun geri döndürülebileceğini mümkün görüyorum. Peki, neden olamıyor bu? Çünkü sorgulama yok. Medyada yok, bizde de yok. Devletin güvenliği için, halkın desteği ve geleceğin aydınlanması için şunları elzem görüyorum. Rol modeller baskı ile sunulmayacak, bireysel özgürlük alanları genişleyecek ve toplum, bilimin yol göstericiliğinde yürüyerek özgürleşecek. Şairin dediği gibi; bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine…
· Medya bir eğitim kurumu değil, fakat her yaş ve gruptan insana eğitim kurumlarından daha yakın. Sorumluluğu büyük. Medyanın, işi sadece kendi ekonomik çıkarıyla, reyting hırsıyla ele alması ne kadar doğru?
Medyanın eğitim kurumu olduğu kabulü vardı ve bu, kamu yayıncılığından ve modernleşmeye bağlı yeniliklerin yayılması paradigmasından kaynaklıydı. Bugün kamu yayıncılığı vatandaştan alınan vergiler ve devletin maddi desteğiyle sürdürülmekte. Bunun yanında kamu yayıncılığı, var olabilmek için özel sektöre öykünmeye ve onu taklit etmeye başladı. TRT, BBC gibi kurumlar eğitime ilişkin iddialarını nicedir bırakmış görünüyorlar. Ama ister devlet eliyle olsun, ister özel sektör aracılığıyla, medya yine de eğitiyor. Ticari ve popüler kültüre ilişkin “yeni”yi öğretiyor. Medya patronlarının, aynı zamanda internetten satış platformları, inşaatları, turizm şirketleri ve holdingleri olduğu sürece bahsettiğiniz sorun devam edecektir. Günümüzde medya, yerelde ve küresel ölçekte popüler kültür üretimi yapıyor. Medyayla ilgili en büyük sorun insanın düşünme, sorgulama, kendi kendine ve sevdikleriyle geçireceği zamanlarını işgal etmesi ve o işgalde popüler olanı dikte etmesi. Medya açısından sorun yok; sorun esasta insanın medya için nelerden vazgeçtiği, kendinden neler verdiğiyle ilgili.