Kalkışma İngilizlere yaradı
İsyancılar için başlangıçta olaylar istedikleri gibi gitti. Bölgedeki diğer bazı aşiretlerin de -Butyanlı, Mistanlı, Tavaslı, Silvanlı- desteklerini kazanmalarıyla birlikte kısa sürede Elazığ ve Genç’i ele geçirdiler. Bölgedeki bazı kişilerin de desteğini alan isyancılar Ziraat Bankası ve Mal Sandıkları’nı yağmaladılar, kasalardaki paralara el koydular. Bu yağma bölgedeki diğer yerlerde de devam etti... Hükümet binalarına ele konuldu, görevli mülki amirler ve jandarmalar tutuklandı, kamu binaları istila edildi.
Hükümet cephesi ise adeta kaynar kazana dönmüştü... Dönemin Başbakanı Fethi Bey (Okyar) olayı başta yerel bir eşkıyalık hareketi gibi görüyor, bölgede sıkıyönetim ilan etmekle durumun kontrol altına alınabileceğini düşünüyordu. 23 Şubat 1925’te doğu illerinde sıkıyönetim ilan etti. Meclis’teki görüşmelerde sıkıyönetim gerekçesini açıklarken ayaklanmanın amacını; padişahlık, hilafet ve şeriatı geri getirmek, Abdülhamid’in oğullarından birinin saltanatını sağlamak vb. gerici propagandalar altında yapılan Kürtçülük olarak açıklıyordu. Fethi Bey’den sonra kürsüye gelen Kazım Karabekir Paşa da Terakkiperver Fırka adına hükümeti destekleyen bir konuşma yaptı.(1) İsyanın geniş niteliği karşısında devrimci kanat Terakkiperver Fırka’ya karşı suçlamalarını arttırmıştır. 25 Şubat 1925 günü Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda değişiklik yapılarak din duygularını siyasete alet etmek ve bu doğrultuda örgüt kurmak vatana ihanet suçları arasında sayıldı. Yasaya göre bu suçun cezası ise idamdı. Meclisteki sert tartışmalardan sonra Fethi Bey hükümeti istifa etti yerine İsmet Paşa hükümeti kuruldu. Hükümete geniş yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu 4 Mart 1925’te kabul edildi. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yürütmeye Ankara ve Doğu Anadolu İstiklal Mahkemeleri görevlendirildi.
DİYARBAKIRLILARDAN İSYANCILARA SES YOK
Bu arada üç koldan (Çapakçur, Muş, Diyarbakır) ilerleyen isyancılar Ankara’dan takviye gelmeden bir an önce Diyarbakır’a ulaşmayı hedefliyorlardı. Ergani ve Varto’yu aldıktan sonra Diyarbakır’a vardılar. Şehrin Kürt mahallelerine eriştiler ancak halktan bekledikleri desteği bulamadılar. 24 saat süren sokak çarpışmalarından sonra, General Mürsel Paşa komutasındaki birliklerce 8 Mart’ta ilk defa geri püskürtüldüler. Harekât havadan desteklendi. Aynı zamanda Fransa’nın Suriye’den geçen demiryollarından asker taşınmasına izin vermesi ile asiler dört bir yandan kuşatıldı.
1925 Mart sonunda Varto, Elazığ ve Diyarbakır üzerinden başlatılan askeri harekât başarılı oldu... Şeyh Sait abluka altına alındı. İran, Suriye ve Musul yolları tutuldu. Böylece bütün isyan bölgesi kontrol altına alındı. 15 Nisan’da yani yaklaşık iki ay sonra Şeyh Sait üzerinde çeşitli belgeler ve 2000 altınla yakalandı. İsyan sona ermiş hükümet bu karşı devrimci ayaklanmayı bastırmıştı.
Bundan sonra ayaklanmanın diğer elebaşı Seyit Abdülkadir İstanbul’da yakalanarak Diyarbakır’a getirildi. Şeyh Sait ve suç ortağı diğer şeyhler İstiklal Mahkemesi’nde hesap vermek üzere yargılandılar...
HER KESİMDEN PROTESTO
Yurdun her yerinde köylülerden, aydınlara, öğrencilerden emekçilere kadar herkes bu gericilik olayını gösterilerle protesto ettiler. İsmet Paşa’nın Mecliste dediği gibi ‘Cumhuriyet çocukları’ seferberlik çağrısına gönülden karşılık vermişlerdi.(2)
Yargılamalar sırasında ayaklanmanın önde gelen isimleri birbirlerini suçladılar. Şeyh Sait ayaklanmanın Kürtlük davası güden planlı bir isyan olduğunu reddetti. Ayaklanmanın başına kendi isteği ile değil isyancıların zoruyla geçtiğini, ne içten ne de dıştan destek almadığını, din elden gittiği için yapıldığını; Diyarbakır alınmış olsaydı şerri hükümlere göre yöneteceğini söylüyor; suçlamaları reddediyordu. Ayaklanmaya destek veren diğer şeyhler ise Şeyh Sait’in kendilerine Diyarbakır’dan sonra İngilizlerle anlaşacağını, İngilizlerin yardımıyla hükümet kuracaklarını söylediğini ve bu işe korku yüzünden giriştiklerini anlatıyorlar, mahkemeden af diliyorlardı.
Fakat ayaklanmanın, Şeyh Sait’in dediği gibi, yalnız din elden gidiyor gibi “basit” bir amaçla çıkmadığı isyan sürecinde verdiği emirlerden anlaşılmaktaydı. Esir alınan asker ve subayları “düşman askeri”, ayaklanmaya katılmayan Kürt aşiretlerine de “mel’un” veya “Türk” olarak suçlaması; ayrıca 3. Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Said’e ait belgelerde “Kürdistan Harbiye Nezareti, Kürdistan Reisi veya Hükümeti” başlıklarının kullanılması isyanın çok daha komplike olduğunu gösteriyordu.(3)
FATURA AĞIR OLDU
Ayaklanmada basının etkisi de dikkat çekiciydi. Nitekim Şeyh Said özellikle Sebilürreşat’taki yazılanların rejime karşı öfkelerini arttırdığını söylüyordu. Hükümet bundan sonra gazeteler üzerine gitti. Hükümet aleyhinde aynı zamanda dini cesaretlendiren yayın yaptıkları gerekçesiyle Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Orak Çekiç ve Sebillürreşat başta olmak üzere muhalif gazeteler kapatıldı. Mahkeme Şeyh Said ile birlikte 47 sanığın idamına karar verdi.
Sonuçlarına gelince... Süreç elbette İngilizlere yaradı. İsyan Türkiye’nin bölgeye yeterince hâkim olamadığı; Türklerle Kürtler arasında öyle iddia edildiği gibi bir kader birliği bulunmadığına dair bir gösterge olarak kabul edildi. Musul nihayetinde kaybedildi... Ayaklanma devlete büyük bir mali -20 milyon lira- yük getirdi. Türkiye hem askeri hem de mali olarak yıprandı.
İç politikada da ayaklanmanın Türkiye’ye faturası büyük oldu... Takrir-i Sükûn Kanunu ülkedeki bütün özgürlüklere kısıtlama getirdi. Olağanüstü koşullarda kabul edilen bu kanunun kabulünden hemen sonra İstanbul’un büyük gazetelerinden beşi kapatıldı. Gazeteciler tutuklandı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı...
Bir yandan emperyalistlere; diğer yandan da içerideki dinsel, monarşik ve feodal yapıya karşı bir iç savaş hali ile kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, yaşadığı bu ayaklanmalar nedeniyle adeta ölüm kalım noktasına gelmiştir. Dış etkiler ve henüz çözüme ulaştırılamayan sorunların çözümünde de devletin elini zayıflatmıştır. Şeyh Sait Ayaklanması bu anlamda hem kapsamı hem de Takrir-i Sükûn ve İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla rejimin daha otoriter bir nitelik kazanmasına neden olmuştur. Bu olayın askeri harekât yönü yüz gün içinde başlayıp bitmekle birlikte, doğurduğu sonuçlar çok daha uzun süreli gelişmelerle eklemleşmiştir.(4)
Bugün millet olarak olayları daha gerçekçi değerlendirebilecek nesnel bir bakış açısına ihtiyacımız var... Bu anlamda Şeyh Sait Ayaklanması din istismarı ve irticanın boyutlarını gösteren önemli bir tecrübedir. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz; en doğru ve en hakiki tarikat medeniyettir” diyen M. Kemal Atatürk’ün ve cumhuriyetin çizgisinden sapmak daima pahalıya mal olmuştur. Çok değil bundan 4 yıl önce Şeyh Sait gibi dinci bir şeyh olan Fethullah Gülen ve müritleri de devleti ele geçirmek üzere darbe girişiminde bulunmuşlardı. Unutulmamalıdır ki cumhuriyet çatısı çöktüğünde toplumun tüm kesimleri bunun altında ezilecektir. Bu yüzden bugün bize düşen geçmişten dersler çıkarmak ve yolumuza çağdaş dünyanın gereklerine uygun bir şekilde devam etmektir...
Dipnotlar:
1-) Mumcu, s. 58-59,70.
2-) Kinross, s. 470.
3-) Aybars, s. 207.
4-) Tunçay, a.ge., s. 128.
Kaynakça
Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s. 131-134; 148-149.
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Um:ag Yayınları, Ankara, 1999.
Mete Tunçay, Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Cem Yayınevi, İstanbul, 1992.
Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Zeus Kitabevi, İzmir, 2006.
5. Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, AltınKitaplar, İstanbul, 2005