Kamuculuk mu, bireysel çıkar sistemi mi?
Kamuculuk koronavirüs sürecinde Türkiye’de de en itibarlı bir program olarak öne çıktı. Türkiye'nin salgın sonrası oluşacak yeni dünya düzeninde onurlu yerini alacağını bizzat Cumhurbaşkanı ifade etti.
Uzun zamandır Yavuz Alogan’ın yazdıklarına cevap vermek istiyordum. Günlük işlerin yoğunluğu ve hay huyu içinde hep ertelemek zorunda kaldım. Yavuz’la ben 1988 yılında kurulan Sosyalist Parti’de tanıştık. Kendisi, partinin Başkanlık Kurulu Üyesi, ben de Doğu-Güneydoğu’dan Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı idim. Devrimci bir irade gösterip Sosyalist Parti’de yer almasına sevinmiştik. Sonra, 1990 yılı sonlarında, bizim liberallerimizle birlikte partiden ayrıldı. Bu liberallerin önemli bir kısmı dönek oldular. Yavuz Alogan bu süreçte onlardan ayrı durdu ve dönekleşmedi. Hüseyin Karanlık ile onu ziyaret ettik. Bizi oldukça sıcak karşıladı. Hikâye uzun, Partiye üye olmasını ve Aydınlık'ta yazmasını teklif ettik. Üye olamam ama Aydınlık’ta yazabilirim dedi. Böylece Yavuz dostumuzla ikinci dönemimiz başladı. Bu dönem, PKK’ya ve FETÖ’ye karşı mücadelenin başlamasıyla başlayan yeni döneme kadar sürdü. Yavuz’da Vatan Savaşı'nı anlamayıp, Saray Savaşı diyenlerin safına adım adım yuvarlandı. Artık Aydınlık’ta yazamaz hale geldi. Aydınlık’tan ayrıldıktan sonra adım adım sivil toplumcu, örgütsüzlüğü savunan ve Vatan Savaşı'na karşı konumlanan bir çizgiye savruldu. Bunu da kitle hareketleri fetişizmine sarılarak gizlemek istedi. Bu çizgi, süreç içinde, sosyalist ülkeler karşıtlığına hatta düşmanlığına dönüştü.
'MOLEKÜL BİZE NE SÖYLÜYOR'
Yavuz Alogan, veryansintv.com sitesinde “Molekül Bize Ne Söylüyor” adında bir yazı yayınladı. Bu yazıda koronavirüs üzerinden geniş bir kapitalizm ve sosyalizm eleştirisi yaptı. Aloğan’a göre doğa, kendisini yıkıma uğratan insanoğlundan koronvirüs aracılığıyla intikam alıyor. Bu görüş kendi başına tartışmaya değer bir fikir gibi görünüyor. Gerçekten kapitalizm, kâr hırsıyla, bireysel çıkarı öne alan tutumuyla doğada büyük yıkıma neden oldu. Bu durum sanayileşmenin ve gelişmenin bir sonucu değil, bireysel çıkarı öne alan ve kural tanımayan rekabet piyasasının doğal sonucuydu. Sosyalist ülkeler de bu yarışa ülke olarak zaman zaman katılarak katkıda bulundular. Ama hiçbir zaman kapitalizmin yıkıcılığına ortak olmadılar. O nedenle sosyalist ülkelerde doğanın yıkımı ve kirletilmesi görece daha sınırlı kaldı. Yavuz ise şöyle diyor: “Sosyalist olduklarını iddia eden ülkelerin bu konuda kapitalizmden geri kaldıklarını söyleyemeyiz.” Dolayısıyla kapitalizm ile sosyalizmin doğayı yıkıma uğratmada bir farkları yoktur. O zaman sosyalizm için mücadele de anlamsız hale geliyor. Normal bir zamanda yine de bu görüş tartışılabilirdi. Ancak bu görüş şu anda dünya çapında cereyan eden mücadele ve tartışma çerçevesinde ele alındığında o kadar da masum olmadığı görülecektir.
Bildiğimiz gibi, bu virüs Çin’de ilk ortaya çıktığında, bütün dünya bunu seyretti. Çin’in aldığı tedbirleri, insan haklarına ve özgürlüklere aykırı buldular. Çin, üç ay gibi kısa bir sürede salgını sınırladı ve yendi. Virüs daha sonra bütün dünyaya yayıldı. Virüs karşısında kapitalist-emperyalist ülkeler perişan oldular. Şunu bile söylemek olası: Ne kadar gelişmiş kapitalist ekonomiye sahipse o kadar büyük oldu felaketleri. Çünkü her şeyi özel sektöre ve bireysel çıkara göre düzenleyen ülkeler, salgın karşısında çaresiz kaldılar.
KAMUCULUK YÜKSELİYOR
Çin’i aldığı tedbirlerden dolayı eleştirenler, bütün dünyaya salgını önleyebilmek için Çin’i örnek almalarını önermeye başladılar. Dünya Sağlık Örgütü, Çin tecrübesini bütün ülkelere örnek olarak gösterdi. AB ve ABD salgın karşısında çaresiz ve perişan oldular. Bir birinin maskelerini, eldivenleri ve diğer sağlık gereçlerini çalmaya başladılar. Almanya ABD’yi korsanlıkla suçladı. Her ülke kendi derdine düştü. Ama sistemleri bu salgını önlemeye yetmiyordu. Nihayet sistem tartışmaları başladı. Küreselleşme ve bireysel çıkarı esas alan kapitalist-emperyalist sistem, bizzat sistemin merkezlerinde sorgulanmaya başlandı. Bütün dünya, Çin üzerinden kamucu sistemi övmeye başladı. Bir birinin malzemelerini çalan AB ülkelerine yardım elini Çin uzattı. Türkiye bile elindeki olanaklarla Balkan ülkelerine, İtalya ve İspanya’ya maske ve diğer malzemeler yardımı yaptı.
Türkiye’nin kendisi de bu süreçte kamu kaynaklarını ve kamu gücünü harekete geçirerek salgına karşı koymaya başladı. Kamuculuk Türkiye’de de en itibarlı bir program olarak öne çıktı. Türkiye’nin üretim gücü ve insan kaynaklarının kalitesi ortaya çıktı. Geçmiş tarihsel birikimine dayanarak ileri atılmaya başladı. Salgın sonrası oluşacak yeni dünya düzeninde onurlu yerini alacağını bizzat Cumhurbaşkanı'nın ağzından ifade etti.
ÇİN KARŞITLIĞI
Bütün bunlar, devrimcileri sevindirirken, bazılarını da üzdü doğrusu. Bu üzülenlerden biri de maalesef Yavuz Alogan. Bütün dünya Çin’in başarılarını överken Yavuz Alogan sert bir Çin eleştirisi yaparak, dolaylı olarak şu mesajı vermiş oldu. Sosyalizmi ve kamuculuğu fazla övmeyin. Onun da ABD ve AB’den farkı yok. Hatta Çin totaliter bir ülke olarak daha da kötüdür. Yavuz Aloğan bu yazısında Çin ile ilgili aynen şunları söylüyor:
“Çin’de kırsal bölgeleri sanayileştirmek için başlatılan Büyük İleri Atılım 1958-61 sadece doğayı tahrip etmekle kalmadı, vahşi hayvanlar dâhil ne bulursa yemeye çalışan on milyonlarca insanı açlıktan öldürdü.”
“Çin yönetimi, kırsal tarım komünlerini dağıtıp milyonlarca emekçiyi kentlerin çevresine toplayarak dünyanın bütün çok uluslu kapitalist şirketlerinin köle emeği olarak askeri bir disiplinle çalıştırmanın, emekçiye her türlü güvenceyi sağlayan “demir pirinç kâsesini” Komünist Parti diktatörlüğü altında kurarak görülmemiş bir vahşi kapitalizm yaratmanın bedelini kesinlikle ödeyecektir.”
“Çinliler, şu benzersiz komünizm döneminde ortaya çıkan 200’e yakın Çinli dolar milyarderinin edindiği servetin artık-değer kaynağını kesinlikle sorgulayacaktır.”
“Wuhan halkının Hubey ile Çiangsi eyaletleri arasındaki köprüde polisle çatışıp, ortalığı ateşe vermesi bu ülkenin yakın dönemin tarihinde ilk kez görülen bir olay. Çin halkının Deng Şiaoping’in 'kapitalist yolcu' Dört Modernleşme Teorisini ayaklarının altına alıp çiğnediğini göreceğiz.”
Bu kadar Çin aleyhine yazdıktan sonra ABD ve AB’nin adını anmazsa ayıp olacağını düşündüğünden, onlarla ilgili de şunları söylüyor:
“Ve elbette bu virüs insan bilincinde ve eyleminde muazzam bir değişime yol açacak. Daha şimdiden bu uzun dönemde işiteceğimiz itirazlara ve taleplere ilişkin pek çok gösterge, yakın geleceği haber veren pek çok alamet belirdi.” “Şikago’da halk AVM’leri yağmalarken, silah ve gıda stokluyor.” “Eyaletlerin bağımsızlık talepleri yükselecek.”
“Avrupa Birliği ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılıyor.”
Aslında yapılmak istenen şey şudur. Çin üzerinden kamuculuğu gözden düşürmek ve onun da liberalizm ile aynı olduğunu, sosyalist söylemlerle anlatmak. “Çarşı herkese karşı” günümüz Troçkizminin Türkçe ifadesi.
Yavuz tekrar özüne dönmüş ve Troçkizm’de karar kılmıştır.