Kanal İstanbul tartışmasının felsefesi
Kamuculuk, planlı ekonomi, planlı yaşam, halkçılık... Dünyada ve ülkede insan mutluluğunun bundan başka reçetesi yok. Dünyanın kurtuluşunun başka yolu yok. 'Yok' demeyelim, bilimsel değil, bundan başka kurtuluş yolu, mutluluk çaresi ancak mucizedir. Gerisi aptal aldatmacası…
İnsan aklı yarıktır, normal işlevi böyledir. Çok parçalıdır, bir parçasının dediğini öbür parçası reddeder, o bölümün yaptığını başka bölüm bozar. Şizofreniklerin düşünce ve hareketleri normallerin akıl yürütmeleri karşısında çok masum ve pek çocuksu kalır.
İstanbul Kanal projesi bir ucubedir ucube olmasına, fakat insan aklının yarattığı ne ilk ucubedir, ne milyonuncusudur, ne sonuncusu olacaktır. Elbette her şeyin iyi ve kötü yanları bulunur, bunun da birtakım faydaları dokunacaktır. Böyle demekle projeye karşı tepkiyi sulandırmak istemiyorum. Ancak konunun futbolda taraftar çekişmesi gibi süregiden siyaset boyutundan biraz ayrılıp düşünsel boyutuna dikkat çekmek istiyorum.
Mevcut siyasi iktidar liderlerinin İslam’a kalben inanmış şahıslar olduklarından herhalde pek fazla kişinin kuşkusu yoktur. En önemli motivasyon güçleri budur ki onu da herkes kabul eder. O halde yaşadığımız hayatı fani ve önemsiz gören, asıl öte dünyayı gerçek sayan bir inanışın kulları onlar. Bu hayatı yalnızca bir sınav yeri sayan, ibadetle, hizmetle, mütevazılıkla o sınavı geçmeyi ümit eden, şükretmeyi en büyük erdem kabul eden insanlar... Hepsi için demiyorum elbette, ama büyük çoğunluğu için diyorum, liderlerinin, ileri gelenlerinin büyük çoğunluğu için diyorum... Neden asırlar boyunca lüks, şatafat, israf, güç, otorite, hırs, kavga peşinde koşulmuştur? En büyük günah denildiği halde neden gücü ele geçiren kahir ekseriyet kendini Tanrı yerine koymaya başlamıştır?
Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki amellerinin karşılığını tam veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. Ama onlar öyle kimselerdir ki ahirette onlar için ateşten başka bir şey yoktur ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır, amelleri hep batıl olmuştur! (Hud 15,16)
Nedeni gayet açık… Dönüp muhalefet olarak kendimize bakalım, eğer azcık dürüstsek, hemen anlarız: Parçalı aklımız. Kendimizi pek doğasever, müthiş yeşil aşığı sayarız ya hani. Paramız oldukça ve hatta olmadan ne kişisel tüketimimizi kısıtlarız. Ne doğayı, yeşili el birliğiyle yok edişe katkımızı azaltırız. Ne konuyu samimiyetle tartışırız. Fazla üstümüze gelinirse “bu iş kişisel tavır meselesi değil, genel siyaset meselesidir” diye işin içinden sıyrılırız.
Peki, genel siyasette ne yaparız? Solcuyuz, hatta sosyalistiz ve hatta aşırı Atatürkçüyüz, aşırı komünistiz falan… Lafta mangalda kül bırakmayız. Ama duruşta, tavırda, yaşamda tersini yaparız. “Ulus devlet” diyenlere faşist damgası basar, planlı ekonomiye “modası geçmiş” der, sosyalizmi fazla öne çıkaranlara “onları da gördük” diye ağızlarının payını verir, kamuculuğu ancak bize bir şey veriyorsa, bir şey istiyorsak anar, başkasına veriyorsa aşağılarız. Küresel güçlerle kucak kucağa siyasetçilerin partilerini destekler, onların medyasını izler, bu küresel sermayenin önümüze koyduğu genetiğiyle oynanmış “demokrasi” ve “özgürlük” havucundan başka bir şey yemez, birbirimizi katleder, ormanları da yakarız.
Peki nedir Kanal İstanbul projesinin ardında yatan motivasyon? Birkaç yıl daha ekonomiyi canlı tutacak bir iş sahası. Dışarıdan gelecek para. Başka? Gündemi meşgul etme. Başka? Dağlara taşlara adını yazdırma! O dağlar taşlar parsel parsel yabancılara satılacak millilik adına. Millilik adına, “Büyük Türkiye” adına, küresel sermayeyle kalın göbek bağımız daha da katmerleşecek. Ecdadımız denen yüzlerce kuşak insanımızın, hatta tüm insanlığın ortak zenginliği, bundan sonraki bilmem kaç kuşağın vatanı kimseye sormadan tarumar edilecek. Zaten kime soracaksın? “Ormanlarımdan bir dal kesenin kellesini keserim” diyen Fatih’e mi soracaksın? Bunun yetkisi insanın elinde mi? Hani Allah yaratmıştı kainatı, her şeyi. “Onun yarattığı bu dünyayı ben nasıl böyle hoyratça bozarım” diye korkmadan, kendi kendine bile sormadan.
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra 37)
Dert bu mu? Yeri yarabildiğini, dağlara ulaşabildiğini göstermek mi? İhtiyaçlar varmış, ihtiyaçlar karşılanacakmış! İnsan soyunun bu hırsı bitmedikçe ihtiyacı bitmez ki! Dördüncü boğaz köprüsü yapılsa beşincisini, İstanbul Kanal yapılsa ikincisi, üçüncüsünü ister. Ve işin en fenası, iktidarın haklı olduğu tek nokta, buna karşı olanlar üstünden en çok geçer.
Ey Muhammed! Hevasını tanrı edinen kişiyi gördün mü? Onu, sen mi yola getireceksin? (Furkan 43)
Kıyamete böyle böyle gidişi bu iktidar durdurabilir mi? Bu lüks, bu şatafat, bu israf, bu plansızlık, bu kontrolsüz nüfus artışını bu veya buna benzer iktidarlar engelleyebilir mi? Engelleyemez, engellemez, çünkü bu sayede varlar. Kapitalizm tam da budur, kapitalizmin başarısı denen şey budur. Bu sayede ekonomileri dönüyor, gereksiz tüketimi, gereksiz, rezilce üretimi engellediklerinde ekonomi çöker, kendileri de biter. Siyaseten biterler, aslında özledikleri dinsel yaşama ancak o zaman yaklaşırlar, ama bunu neden arzulasınlar!
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. (Araf 146)
Çözümü biliyoruz. Bu ülkede ve tüm dünyada… Çözüm basittir, söylüyoruz, ama “deli” muamelesi görüyoruz. Çözüm bu güne kadarki örneklerin derin zaaflarını bir parça halletmiş sosyalizmdir. O derin yanlışların nedeni de zaten insanın parçalı akıl yapısıdır. Sabahtan akşama kapitalizme küfretmek, ama sosyalist iktidarında kapitalist gibi düşünüp, kapitalist gibi yaşamak. O zaman diyoruz ki, insan bunu beceremeyecekse (ki belki yine de becerir, fakat sanırım hayati zorunluluk gelip dayattığında becerir) yarı sosyalist sistemleri de başımızın tacı ederiz. Atatürk’ün sistemini örneğin…
Kamuculuk, planlı ekonomi, planlı yaşam, halkçılık... Dünyada ve ülkede insan mutluluğunun bundan başka reçetesi yok. Dünyanın kurtuluşunun başka yolu yok. “Yok” demeyelim, bilimsel değil, bundan başka kurtuluş yolu, mutluluk çaresi ancak mucizedir. Gerisi aptal aldatmacası…
Fakat hayır, kimse işin esasına yaklaşmak bile istemiyor. Bizi her gün gündelik kavgalarda saf tutmaya zorlayan bir iklim. Kavga edenler bir elmanın iki yarısı halbuki Hacivatla Karagöz çekişmesi oysa.
Şimdi anlıyor musunuz bu ortama nasıl geldik? HDP’ciliği başımıza nasıl sardılar, niye sardılar? Anlamayalım diye. HDP’cilik olmasa başka şey bulurlardı gerçi… Ve bizler de parçalı aklımızla “gerçeği” değil, işimize geleni yeğlerdik. Küresel sermayenin piyonlarına dönüşmüş, çokbilmiş istemediğimiz kadar çok insan hangi yana baksak. Ne yapacaksak bunlarla yapacağız, malzeme bu, diyor bazıları. Ben de “bunları yok saymadan bir şey yapılmaz” diyorum.