Kıbrıs Barış Harekâtımızın 48. yıldönümünde hatırladıklarım, düşündüklerim-2: İki devletli çözüm tarihî yükümlülük
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin stratejik çıkarları ve Kıbrıs Türk halkının güvenlik içinde bekası için zaruri olan hassas dengeleri koruyan 'egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm' şekli dışında bir çözüm şeklini kabul etmemesinin tarihî yükümlülük olduğu düşüncesindeyim.
Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974 günü Ada’da yaptığı darbe ve “enosis” teşebbüsü üzerine Makarios, Yunanistan’ın bu hareketini “saldırı, istilâ” olarak nitelendirmiş ve Ada’da çatışmaların sürdüğünü ve kan dökülmekte olduğunu beyan etmişti. Buna rağmen Güvenlik Konseyi, Barış Harekâtımızın başladığı 20 Temmuz 1974 gününe kadar Yunanistan’ın bu tecavüzüne tepki gösteren, kınayan ve ateşkes çağrısı içeren herhangi bir karar kabul edememiştir.
Oysa, Kıbrıs Barış Harekâtımızın başlamasıyla birlikte Yunanistan’ın talebi üzerine âcilen toplanan Güvenlik Konseyi aldığı kararla ateşkes çağrısında bulunmuştur.
Güvenlik Konseyi’nin bu tutumunun da, uluslararası toplumun Kıbrıs sorununu tarafsız bir yaklaşımla ele alma yeteneğinden yoksun bulunduğunun ibret verici örneklerinden biri olarak hatırlanmasında fayda vardır.
Bununla beraber, Avrupa Konseyi Parlâmenterler Meclisi (AKPM)'nin 29 Temmuz 1974 tarihinde aldığı kararı bir istisna olarak zikretmek isterim.
AKPM 29 Temmuz 1974 tarihinde kabul ettiği kararında, “Yunan askerleri tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen askerî darbeyi kınamış” ve “Türkiye’nin müdahalesini, 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. paragrafından kaynaklanan bir hakkın kullanılması” olarak nitelemiştir.
Kıbrıs Barış Harekâtımızın gerçekleştiği tarihten 12 Eylül 1980’e kadar geçen 6 yıl içinde Türkiye 7 farklı hükûmet tarafından idare edilmiştir.
Barış Harekâtımızın kararını alan CHP–MSP koalisyon hükûmeti 17 Kasım 1974 tarihine kadar iş başında kalmıştır.
Sadi Irmak tarafından kurulan hükûmet güvensizlik oyu almış ve yeni hükûmet kuruluncaya kadar “geçici hükûmet” vasfında 31 Mart 1975 tarihine kadar görevini sürdürmüştür.
Daha sonra geçen 5 buçuk yıl içinde, sırasıyla, Demirel (koalisyon), Ecevit (30 gün güvensizlik oyu), Demirel (koalisyon), Ecevit (koalisyon) ve Demirel tarafından kurulan 5 ayrı hükûmet görev yapmıştır.
MAKARİOS'UN DÖNÜŞÜ SİLAH AMBARGOSU
Kıbrıs adasında Yunanistan’ın yaptığı “enosis” darbesi ile başlayan gelişmelerin seyri içinde uluslararası camianın önde gelen aktörlerinin Rum-Yunan ikilisini koruyup kollayan tutumlarından cesaret bulan Makarios, 29 Kasım 1974'te Kıbrıs'a dönmek üzere Atina'ya gelmiştir. Orada “Türkiye'yle barış yapmak istediğini” beyan etmiştir. Makarios, “Kıbrıs’ın bölünmesine hiçbir zaman izin vermeyeceğini" vurgulamış; “Kıbrıs'taki azınlık Türk toplumunun haklarının korunması benim en içten dileğimdir. Ancak bunu çoğunluk Rum toplumunun haklarını bozmayacak şekilde gerçekleştirmek istiyorum. Hakların zorlanmasına ve Kıbrıs'ın bölünmesine yol açabilecek koşulların geri getirilmesine göz yummayacağız.” demiştir.
Makarios, 7 Aralık 1974 tarihinde Ada'ya dönmüş ve “Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı” makamına yeniden oturmuştur. Daha doğrusu, “büyük güçler” tarafından oturtulmuştur.
“Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi” Başkanı Rauf Denktaş 8 Aralık 1975 günü verdiği demeçte Kıbrıs Türk tarafının Makarios'u “Kıbrıs Cumhurbaşkanı” olarak kabul etmediğini açıklamıştır.
Aynı gün, Başbakan Sadi Irmak da Ankara'da gazetecilerin sorularına cevap verirken, “Biz Makarios'u artık Devlet Başkanı olarak tanımıyoruz. Hele böyle bir sırada Makarios'un Ada'ya dönmesi bir talihsizlik olmuştur; en azından bir basiretsizlik olmuştur. Bizzat Kıbrıs ve Yunanların çıkarları bakımından da bu böyle olmuştur. Bu, ihtilâfları körüklemekten başka bir netice vermez..." demiştir.
Bu gelişmeyi, ABD Kongresi’nin, Türkiye’yi askerî varlığını Ada’dan çekmeye zorlamak için 5 Şubat 1975 tarihinde aldığı ülkemize silâh ve askerî malzeme satışını engelleyen kararı takip etmiştir.
Şunu gerçeğin bir ifadesi olarak belirtmem gerekir ki Türkiye o dönemde içeride yaşadığı ciddî siyasî ve ekonomik sıkıntılara ve ağır dış baskılara rağmen Kıbrıs konusunda özde hiçbir ödün vermemiştir.
KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETİ
BMGK’nin Makarios’un Ada’ya dönmesine ve eski koltuğuna oturmasına sessiz kalan tutumuna ve ABD Kongresi’nin Kıbrıs’la irtibatlı olarak Türkiye’ye silâh ambargosu uygulama kararına tepki olarak “Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi”, 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) kurulduğunu ilân etmiştir. KTFD’nin Başkanlığı’na Rauf Denktaş getirilmiştir. Türkiye bu kararı desteklemiştir.
Başbakan Sadi Irmak aynı gün şu açıklamayı yapmıştır: “Kıbrıslı soydaşlarımız otonom olan Türk idaresini, Kıbrıs Federe Türk Devleti haline çevirmeye karar vermişlerdir Bu halkın kendi içinden gelmiş olan bir kararıdır. Bu karara biz Türk hükûmeti olarak saygılıyız. Ümit ederiz ki, bütün dünya da aynı anlayışı ve aynı saygıyı göstersin…”
CHP, AP, MSP, DP, CGP ve MHP Genel Başkanları, sırasıyla, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Ferruh Bozbeyli, Turhan Feyzioğlu ve Alpaslan Türkeş de, 13 Şubat 1975 günü ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla KTFD'nin kurulmasını yerinde ve olumlu olarak değerlendirmişlerdir. Denktaş'a birer kutlama mesajı göndermişlerdir.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit verdiği demeçte şunları belirtmiştir: “Kıbrıs Rum yöneticileri son zamanlarda dış bakılardan cüret alarak, iki topluluk arasındaki görüşmeleri çıkmaza sokma, tarihsel gelişimi geriye çevirme ve eşitlik ilkesine dayanan gerçek bir federal devlet kurulmasını engelleme hevesine kapılmışlardır. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşuyla bu heveslere son verilmiş olacaktır. Kıbrıs Türk barış Harekâtı’nın amaçları doğrultusunda alınan ve iki ulusal toplumun barış içinde yan yana yaşayabilmeleri için de gerekli olan bu kararın aziz Kıbrıs Türklerine ve tüm Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim.”
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel konu hakkında verdiği demeç gazetelerde şu ifadelerle yer almıştır: "Bu kararı sevinçle karşılıyorum. Kıbrıs'ta Türk millî cemaatinin yıllardır çektiği çile sona ermektedir. Türk millî cemaatine büyük haksızlıklar reva görülmüş ve her şeye rağmen Türk Millî Cemaati kendi varlığını sürdürme başarısını göstermiştir. Dünyanın bu bölgesinde ve Kıbrıs'ta barış ve sükûn isteyen herkesin bu kararı memnuniyetle karşılaması lâzımdır. Bağımsız Federatif Kıbrıs Devleti'nin Federe Türk Devleti böylece kurulmuş olmaktadır. En kısa zamanda Federe Türk Devleti'nin en iyi şekilde çalışır hale getirilmesini temenni ediyorum. Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin bir an önce ekonomisini düzeltmesi ve yönetimine müessir bir şekil vermesi lâzımdır."
NÜFUS MÜBADELESİ
KTFD Başkanı Rauf Denktaş’ın, Türkiye’nin de aktif diplomatik desteğiyle, Klerides’le Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gözetiminde Viyana’da 2 Ağustos 1975 tarihinde yaptığı görüşmeler sonunda, Ada’da, Türklerin kuzeyde, Rumların güneyde toplanmasını sağlayacak şekilde nüfus mübadelesi yapılmıştır.
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtımız Kıbrıs sorununun gerçekçi ve yaşayabilir bir çözüm şekline kavuşturulması için gerekli parametrelerin Ada sathında fiilen oluşmasını sağlamıştır. Nüfus bakımından homojen iki ayrı coğrafî kesimin ortaya çıkması imkânını yaratmıştır.
1963 Aralık ayından sonra Ada’da ayrı varlığını sürdüren Kıbrıs Türk yönetimi, hudutları belli bir coğrafî zemin üzerinde önce 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin”, sonra da 15 Kasım 1983 tarihinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin” çatısı altında devlet yapısına kavuşmuştur.
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ortak millî çıkarlar odaklı olarak yürüttüğü itidalli, ölçülü ve hesaplı politikalar neticesinde, ABD Yönetimi Kongre’yi Türkiye’ye uygulanmakta olan silâh satış yasağı kararının uygulanmasını sona erdirmeye ikna etmeyi başarmıştır. Yasak (ambargo) 10 Aralık 1978 tarihinde tamamen kaldırılmıştır.
ABD Basını, dönemin ABD Başkanı Carter’ın, ambargonun kaldırılmasını "Kongre'nin önünde duran en önemli dış politika sorunu" olarak nitelendirdiğini ve prestijini de tehlikeye atarak, Kongre'yi, silâh satış yasağının Türkiye’yi kuvvetlerini Kıbrıs’tan geri çekmeye teşvik etmede etkili olamadığına ve aksine, Akdeniz'deki NATO savunmasına zarar verdiğine ikna etmeye muvaffak olduğunu yazmıştır.
Kıbrıs Millî Davamız uğruna 1974’de bir savaşın bütün risklerini göze almış bulunan Türkiye’nin, Ada’da 1974’den önceki şartların geri gelmesini kesin biçimde önleyen; Ada’nın Rum-Yunan ortaklığının hakimiyeti altına girmesine yol açmayacak olan; Türkiye’nin 1960 antlaşmalarıyla elde ettiği hukukî ve fiilî hak ve yetkilerin zafiyete uğramadan muhafaza edilmesini sağlayan; Kıbrıs Türk halkının 1960 antlaşmalarından kaynaklanan eşit egemen ortaklık haklarının tecellisi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni uluslararası toplumun eşit üyesi olarak yaşatan ve yücelten, böylece Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin stratejik çıkarları ve Kıbrıs Türk halkının güvenlik içinde bekası için zaruri olan hassas dengeleri koruyan “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” şekli dışında bir çözüm şeklini kabul etmemesinin tarihî yükümlülük olduğu düşüncesindeyim.
Kıbrıs Barış Harekâtımızın 48. yıldönümünü ve sevgili soydaşlarımız KKTC halkının Barış ve Özgürlük Bayramını yürekten kutluyorum.