Koleksiyonculuğun hazzı harcadığınız paradan daha yüksek değerde
Halûk Perk, bu coğrafyada, geçmişe, yaşadığımız döneme ilişkin, belirlediği konularda; bilgisi ve tutkusuyla, durmadan topluyor. Perk, koleksiyonculuğu ‘Bu tutkuyu ancak bir koleksiyoncu anlar. Sağladığı haz, prestij, ölümsüzlük hissi harcadığınız paradan daha yüksek değerdedir.’ sözleriyle anlattı.
İnsanoğlu, geçmiş dönemlerden beri kıymetli eşya, belge ve eserleri toplama merakı içinde olmuş. Kimileri kendilerini ya da değer verdiklerini unutturmama çabası içinde olmuş. Kimileri sadece ticaret için bunu yapmış kimileri de, yaşadığı tarihi keşfetme arzusunu taşımış. Keşfetmek arzusu toplayıcılığı da beraberinde getirmiş. Toplama ve keşfetme arzusu belli bir zaman sonra koleksiyonculuğa dönüşmüş.
Avukat Halûk Perk. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini iyi derece ile bitirmiş. Otuz yılı aşkın süredir koleksiyoncu. İstanbul’da kendi adına vakıf, araştırma merkezi ve özel müze kurmuş. Kronolojik olarak tematik koleksiyonlar oluşturmaya önem veriyor. Özellikle tıp, ağırlık ve mühür konularında dünya çapında önemli koleksiyonlar oluşturmuş. Bilimsel çalışmalarını bildiri olarak sunmuş, makale olarak yayınlamış. Konularında ilk olan otuzu aşkın kitabı olan ve koleksiyonlarını araştırmacılara açan Perk; Anadolu kültürlerini tanıtmak adına her türlü kurum ve kişiyle işbirliğini açık tutmakta. Halûk Perk ile kendisine ait koleksiyon müzesinde söyleşi yaptık.
HAYATIMDAN UZUN HEDEFLERİM VAR
Birçoğumuz plâk, pul, kibrit kutusu ve para biriktirdiler. Hatta bazılarımız “Evime gelin plâk koleksiyonumdan bir şeyler dinleyelim” diyerek, yeni arkadaşlarla tanışma olanağı bile yaratırdı.
(Gülüşmeler) Aykut Bey, peki siz bir şey toplamadınız mı?
Topladım. Türkiye’de hemen hemen bütün yüksek dağların zirvelerine çıktım. Tırmandığım zirvelerin en uç noktalarından küçük birer taş almaya çalıştım. Fakat topladığım o taşlar yeni arkadaşlıklar kurmama aracı olmadı.
(Gülüşmeler) Ama pul koleksiyonu gibi cezbedici değil.
KOLEKSİYONCULUK CEBİNİZDEKİ PARAYLA DEĞİL, BİLGİYLE YAPILIR
Şunu öğrenmek istiyorum. Toplayıcılık ne oluyor da zamanla koleksiyonculuğa dönüşüyor?
Esasında işin özü toplayıcılık. Ama bilinçli hale geldiğinde koleksiyonculuğa dönüşüyor. Koleksiyonculuğun belli bir kültürü var. Müze, koleksiyonların buluştuğu bir yerdir. Müzelerin birkaç fonksiyonu var. Türkiye'de daha çok galeri gibi, sergilemeyi amaçlar. Ama Batı'da akademi gibi çalışıyorlar. Türkiye’de maalesef bazı müzelerimiz yayınlar falan yapıyor, seminerler, sempozyumlar yapıyor ama bazı ülkeler akademi gibi çalışıyor, eğitim kurumu gibi görüyor müzeleri. Biz henüz o aşamada değiliz. Daha çok galericilik aşamasındayız, reklam aşamasındayız. Ama işin özü koleksiyondur. Çünkü güçlü müzeler koleksiyon zenginliğiyle özdeşleşir. Ne kadar önemli koleksiyonları barındırıyorsa o kadar güçlüdür zenginlik anlamında. Ama ne kadar bunları işliyorsa, çalışıyorsa o kadar da akademik kalitelidir. İşin özü koleksiyonculuk.
Beni gezdirdiğiniz bu mekân bir müzeye dönüşmüş.
Ben müze statüsündeyim. Ama burası depo müzedir. Vakfım var ama ben koleksiyoncuyum. Koleksiyonun kendi içinde bir disiplini var. Siz onu yapmazsanız toplayıcılıkta kalırsınız.
Bu disiplini nasıl sağlıyorsunuz peki?
Bilgiyle, heyecanla, tutkuyla sağlıyorum bunu.
Siz neden bunları topluyorsunuz?
Sadece para harcamak değil, bilgiyle yapıyorum koleksiyonculuğu. Yani, siz bu eseri Paşabahçe'den alınmış bir obje gibi görürseniz toplayıcılıkta kalırsınız. Yani, arabanızla, elbisenizle hava atma gibi. İnsanları nasıl hoplatırım, zıplatırım, nasıl fark yaratırım düşüncesiyle hareket ederseniz, orada kalırsınız. Ama koleksiyonu bir disiplinle, eserleri belli bir sistem altında toplarsanız, bir tablo yapar gibi bir eser ortaya çıkarmış olursunuz. Her eseri bir fırça darbesi olarak görmek lazım, alırken bütünün içindeki yerini bilmemiz gerekli.
İŞİN PÜF NOKTASI
Peki, bunları kim getiriyor? Nasıl topluyorsunuz bu eserleri?
Bizleri biliyorlar, bize getiriyorlar. Müzayedelerden alıyoruz. Bunun tabii ticaretini yapanlar da var. Arkeolojik eserleri de yapan var. Yani onlar biraz daha gizli yapıyorlar ama bizim buraya geldiğinde kayıt altına alınıyor ve yasallaşıyor. Bunları yaparken paranızın olması lazım. Paraya bağlı yani. Biraz çevrenize bağlı. Fakat en önemlisi bilgi sahibi olmak zorundasınız. Aldığınız şeyi bilmeniz çok önemli. Yoksa sahteyi de satarlar. Siz tıp ararsınız, adam size tıp olmayan bir şeyi tıp diye yutturur. Bunlara para harcamak istiyorsanız çok bilgili olmanız lazım. Bu işin en püf noktası bu.
Koleksiyoncu belgesi gerekli midir?
Arkeolojik eserleri almak ve bulundurmak için Kültür Bakanlığından belgeniz olmalı. Ancak, Türkiye'de de koleksiyon belgesi olan herkes koleksiyoncu değildir. Koleksiyon yapıyorum diyen herkes koleksiyoncu değildir. Onu bir tablo yapmak gibi düşünün, her şeyle hâkim olmanız lazım. Toparlamanız lazım, o zaman tek bir esere ulaşırsınız. Eserler grubu sizi tek bir esere, bir tabloya, bir hikâyeye, bir romana dönüştürür. Koleksiyon başka bir şeydir. Onu anlatmak lâzım. Yani koleksiyoncu illâ eserini teşhir etmek derdinde değildir. Kendini tatmin eder. Kendisini keyifli kılar. Ben müzeci değilim. Bu işin üç aşaması var. Eser almak, biriktirmek yani depolamak ve paylaşmak. Üçüncü paylaşma seviyesi olgunluk zamanıdır. Bu aşamada yayın yapmak, sergilemek öne çıkar. Çünkü artık koleksiyonunuz bir tablo gibi hazırdır. Yani elinizdeki koleksiyonun paylaşmaya değer haline geldiğine inandığınızda bunu yaparsınız. Ama bitmemiş romanı, bitmemiş resmi kimseyle paylaşmazsınız. Paylaşma meselesinde olgunlaşmasını beklemek lazım. Biz aldığımız her eser ya da belgeyi hangi yayında nasıl kullanacağımızı düşünerek alırız. Yayınlamaya fırsat bulamazsak da yeri hazırdır. Ama, toplayıcılıkta alınacak her eserin çevrenizde nasıl etki bırakacağınızı düşünürsünüz. Daha kısa süreli hedefi olur.
Her hangi bir eser grubunu topladığınız zaman, sadece o obje ile mi sınırlı tutuyorsunuz?
O objenin geçtiği dönemlere ait yayınlar, fotoğraflar yani belgeleri de topluyoruz. Dikkat ederseniz bizim depolamada da birbirine benzer dönemlere bağlı olmaksızın, birbirine benzer şeyleri bir arada tutmaya çalıştık. Şimdi Osmanlı tıbbı topluyorsunuz ama Osmanlı döneminin önemli hekimlerinin fotoğraflarını almanız lazım. O döneme ait pullar almanız lazım. O döneme ait evrak, fotoğraf lazım ya da reçeteler almanız lazım. Diyelim ki Besim Ömer'in fotoğrafı var, pulu var, reçetesi var. Ama Besim Ömer'in yazdığı kitabı da koymanız gerekiyor. Osmanlı dönemine ait kitaplar da almaya başladık. Yani çalıştığımız konularda boşluk bırakmıyoruz.
“Hattat Mustafa Halim Özyazıcı - Hayatı ve Sanatı’ adlı yayınınızı okumuştum. Çok ilgimi çekmişti. 1928 Harf Devrimi sonrası, Osmanlı Medeniyeti ile Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş dönemine tanıklık ediyor. Beyoğlu’nun tarihî mimarî yapıları hep ilgimi çekmiştir. Şimdi aklıma geldi, Beyoğlu Ağa Cami’nin kubbe kuşak yazısını da yenilemiş olan Üstat Halim’in hayatını bir hikâyeye dönüştürmüşsünüz ve belgelerle anlatmışsınız.
Hattat Halim eserleriyle tanıştığımda bu kadar büyük bir zenginlikle karşılaşacağımı tahmin edemezdim. Üstat Halim öyle çeşitlilikte ve sayıda eser vermiş ki, bunları bir sergi ve kitapla anlatabilmek mümkün değil. Hattat Mustafa Halim Özyazıcı’ya ait yaklaşık iki bin adet şahsi eşya, belge, yazı, mühür vs. topladım. Eserleriyle birlikte yazışmalarını, fotoğraflarını, koleksiyonumuza katmaya çalıştım. Okuduğunuz Hattat Halim kitabı onun hayatını, çalışmalarının her çeşidini tanıtan genel çalışmadır. Kitapta gördüğünüz iki sayfalık on adet kadar mühür çalışmaları esasen ayrı bir kitap yapılacak kadar zengin. Koleksiyonumuzda yaklaşık 500 adet mühür çalışması var. Yaptığımız kitap ve sergisi Hattat Halim Üstadın çok geniş çalışma çeşitliliğini dönemin harf devrimi sonrası gelişmelerini de yansıtmasını istedik. Özet bir çalışmadır.
EN ÖNEMLİSİ YAYIN
Para kazanmadığınızı söylediğiniz halde neden koleksiyon yapılır?
Koleksiyon oluştururken büyük bir zaman ve para harcıyoruz. Bundan para kazanmıyoruz. Avcılık yapmak, kumdan ev yapmak, oyuncakla oynamak gibi büyük hazzı vardır. Bu tutkuyu ancak bir koleksiyoncu anlar. Dışarıdan marazi bir durum gibi gelir. Yani size sağladığı haz, prestij, ölümsüzlük hissi harcadığınız paradan daha yüksek değerdedir.
Bir de bu konunun konservasyonu dediğimiz, sanat eserlerinin nesiller boyu, üstelik özelliklerini de koruyarak korunma işi de var. Kültür Bakanlığı, sizin topladığınız bu eserlerin kaydını alıyor ve dolayısıyla sizin üzerinize sigortalamış oluyor değil mi?
Çok doğru. Eserlerimizi kendi imkânlarımızla sergileyecek bir gücümüz yok. Bizim önceliğimiz ve imkânımız, eser satın almak, konservasyonunu yapmak. En önemlisi yayın yapmak. Birçok yayınlarımız var. Bizim yaptığımız yayınlara, sergi ile destek verirler. “Anadolu’da Ticaret Terazi Ağırlıkları ve Tartı Aletleri”, “Eski Çağdan Günümüze Hamam Kültürü”, “Belgelerle ve Objelerle Diş Hekimliği Tarihi”, “Şifa Tasları”, Osmanlı Tılsım Mühürleri”, “Anadolu Antik Dönem Tıp Aletleri” konularında çalışmalar yaptık ve bunları yayımladık. İlk aklıma gelen, “Mahallemizin İlk Sağlıkçıları; Berberler”, “İnancımızın Gereği Minik Cerrahi Müdahale Sünnet” bunlar Türkiye'de ilk defa yapılan sergilerdir. Şimdi elimizde yazılı bezmeler var, onu kitaplaştırıyoruz, sergisini yapacağız. Biz daha önce yapılmamış çalışmaları yapıyoruz. Ya da yapılmışsa farklısını yapmaya çalışıyoruz. Şöyle bir örnek vereyim, insanlar genelde hattatların levhalarını topladılar biz ise grafik eserlerini topladık. Neden? Yapılmışı yapmamak, yeni şeyler söylemek için. Bu sayede hem çok fazla hem de uygun fiyatlı eser bulabiliyoruz.
Bu depo müzenin kapısı herkese açık mı peki?
Daha çok araştırmacılara ve özel ilgililere açığız. Dışarıdan gelip görmek isteyenler maalesef çok az eserlerimizi görebilirler.
KIRKI AŞKIN KATALOG ÇIKARDIK
Bu eserleri insanlarla nasıl paylaşıyorsunuz?
Yayınla, sergilerle, bildirilerle. Kırkı aşkın konularımızla ilgili katalog çıkardık. Halen üzerinde çalıştığım, otuzdan fazla katalog tarzı kitap var. Bir kısmı bitme aşamasında. Projelerimden biri de cep kitapçıkları; örneğin aynanın tarihini anlatan ufak kitaplar çıkarmak istiyorum. Kurumlarla, belediyelerle işbirliği yapmaya çalışıyoruz. Tabii ki en önemlisi yayınlarımızla akademisyenlere malzeme verelim. Onlar üzerinde çalışsın istiyorum. Ben öldükten sonra da, bu eserlerin ne olacağını planlıyorum. Onun için Vakıf kurduk. Başka bir konu da; bir akademisyen gelip benimle çalışma yapmıyor, çünkü kendi düşüncesine göre koleksiyonculuğa karşı, ama benim kitabımdan bilgileri alıyor, fakat benim kitabımı referans göstermiyor. Ya da eser fotoğrafımı kullanıyor, isimi belirtmiyor. Ben bunları hava atmak için yapmıyorum. İlk başta ben de burjuvalaşmak adına başladım koleksiyonculuğa, yani koleksiyon kültürü biraz da öyle. Koleksiyon işine girdiğiniz zaman başka bir boyuta gidiyorsunuz. Sizin nasıl memleket aşkı için belli bir duruşunuz var. Cepten para harcıyorsunuz. Fedakârlık yapıyorsunuz. Bizim de böyle durumumuz var. Bizim de memleket aşkının böyle bir boyutu olduğunu düşüneceksiniz. Maalesef bazı akademisyenlerimiz, benim kadar heyecanlı değil.
Destek görüyor musunuz? Sonucunda bu eserler insanlığa sunuluyor.
Takdir görüyor muyuz derseniz hiç alakası yok. Aman elimizdekileri koruyalım derdindeyiz. Bizimkisi de böyle bir vatan sevgisi. Kendi topraklarımızdaki eserleri, yine kendi imkânlarımızla satın alıyoruz, devlete kaydını yaptırıyoruz ve kendi olanaklarımızla koruma altına almaya çalışıyoruz.
Bize zaman ayırdığınız için, teşekkür ederiz. En kısa zamanda görüşmek üzere dileğiyle.
‘KURUMLAR İŞBİRLİĞİ YAPMALI’
Dertleriniz bitmiyor mu yoksa dertli misiniz?
Ülkemizde koleksiyoncular veya kurumlar işbirliği yapamıyorlar. Ortak proje üretemiyorlar. Bir dönem üç yıl boyunca Pera Müzesi’nin Ağırlık ve Tartı Aletleri koleksiyonunda fahri olarak danışmanlık yaptım. Koleksiyonlarının zenginleşmesinde önemli rol oynadım. Müzenin Ağırlık koleksiyonu dünyanın en zengini oldu. (Tabi ben koleksiyonumu yayınlayınca bu sıralama değişecek.) Araştırma merkezi kurarak uluslararası kurum yapılmasında anlaştık. Bilimsel etkinlikler yapılacak, yayınlar çıkaracaktık. British Museum’la ortak sempozyum için anlaştık. Ancak bunları gerçekleştiremedik. Bizim planladığımızı bir tane bile ağırlığı olmayan Belçika’da bir üniversite yaptı. Bir veri tabanı oluşturdu ve bizler dahil dünyadaki önemli ağırlık koleksiyonlarını yönlendiriyorlar. Fırsatı kaçırmamız beni ziyadesiyle üzmüştü. Keşke Pera Müzesi öncülük etse de bizler de bir araya gelebilsek.
Var mı öyle bir proje?
Kuşadası'nda bir müze açıyoruz. Hazırlığımız sürüyor şimdi. Orada eserlerimizle deniz ticaret tarihini anlatacağız. Babil döneminden başlıyoruz. Neredeyse günümüze geliyoruz. Bu kaplar, Kuşadası’ndaki müze alanımızdaki vitrinde teşhir edilecek. Bunlar ticarî kap, denizden çıktığı gibi duruyor. Şuan da size gösterdiğim ticari kap Bizans dönemine aittir. Amforalar ise Helenistik, Roma ve Bizans olmak üzere üç dönem olacak.
TÜRKİYE’NİN İLK BAYRAK MÜZESİ İZMİR’DE
Başka nerede projeleriniz devam ediyor?
Dokuz Eylül Üniversitesinde 2020 yılında açılan, Türkiye’nin ilk milli bayrak müzesi olan “Bayrakbilim ve Türk Bayrakları” müzesindeki eserlerin yüzde altmışı bizim. Ana koleksiyoncusu olduğum bu müzede, geçmişte yer alan Türk devletlerinin bayrak ve simgeleri sergileniyor. Ayrıca, Samsun'da 2021 yılında açılan Osmanlı Cumhuriyeti dönemine ait “Cerrahî El Aletleri ve Sağlık Müzesi”nde sergilenen bütün eserler vakfımıza ait. Sergide, anatomi bilgileri, cerrahînin tarihteki gelişimi ve cerrahî el aletlerinin teknoloji ile birlikte gelişim ve dönüşümü anlatılıyor.