Konstantinopolis’ten İstanbul’a
İstanbul’un fethi insanlığın önemli dönemeçlerinden biridir. Doğu Roma İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiş, şehir köhnemiş bir imparatorluktan tarihsel olarak ilerici, medeniyet kurucusu Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altına girmiştir.
İstanbul’un fethi insanlığın önemli dönemeçlerinden biridir. Doğu Roma İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiş, şehir köhnemiş bir imparatorluktan tarihsel olarak ilerici, medeniyet kurucusu Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altına girmiştir. Tabi İstanbul şehri de bu değişimi bariz bir şekilde yaşamış, Doğu Roma zamanında etkisini yitirmiş olan şehir Fatih ile birlikte eski merkez konumuna tekrardan gelmiştir.
Fetih ile birlikte Avrupa başta olmak üzere önemli değişiklikler yaşanmıştır. Yazı dizisinin diğer yazılarında da anlatmaya çalıştığımız gibi çap açıp çağ kapatma İstanbul’un Fethi’ni tanımlamak için hiç de abartılı bir ifade değildir.
Fethin tarihsel önemi anlamak için öncelikli olarak şehrin tarihini ve tarihsel olarak önemini iyi kavramak gerekmektedir.
KONSTANTİN’İN ŞEHRİ
Şehir Roma imparatoru 1.Constantinus tarafından 4. yüzyılda inşa edildi. İsmini kurucusu İmparator 1. Constantinus’dan almıştır. Konstantinopolis Constantinus’un şehri anlamına gelmektedir. Şehir inşa edilirken stratejik açıdan eline alınmış ve başkent olarak tasarlanmıştır.
John Haldon şehrin kuruluşunu “İmparator I. Constantinus, 4. yüzyılın başındaki iç savaşların ardından, imparatorluğun bir bütün olarak artık Roma'dan etkili bir şekilde yönetilemeyeceğini fark etti. Başkentini doğuya, antik Megara kolonisi Bizantion'un bulunduğu yere taşıdı ve adını Konstantinopolis, Constantinus'un Kenti olarak değiştirdi. Kent cazip bir stratejik konuma sahipti, çünkü imparator Boğaziçi'nden hem Doğu, hem Batı meseleleriyle temas halinde kalabilirdi. Kent genişletildi, yeni surlar inşa edildi ve imparator pahalı bir yapılaşma programına girişti. Yapımına 326'da başlanan kent 330'da resmen kutsandı” şeklinde açıklamıştır.1
Alaaddin Şenel de şehrin kuruluşunun stratejik temeline vurgu yapmaktadır.
“Konstantinopolis, imparatorluk topraklarının ortalarındaydı. Hem kara hem deniz alışveriş yollarının kavşak noktasında bulunmaktaydı. İskit buğdayı ile doğu ürünlerinin taşındığı denizyolu üzerindeydi. Avrupa'dan ve Mezopotamya'dan, Levant'tan gelen karayolları Konstantinopolis'te kavuşuyorlardı. Daha ne olsun? Bu konumu, dönemin Batı toplumları (Yunan, Roma) kültürüyle Doğu Oran, Hıristiyanlık) kültürlerinin karışıp bir bireşiminin (sentezinin) yaratılabileceği noktadaydı.”2
İmparatorluğu daha rahat yönetmek, Doğu’ya ve Batı’ya eşit mesafede olmak şehrin en önemli özelliğiydi. Konstantinopolis merkez olması için inşa edildi. Roma İmparatorluğu Batı’dan Doğu’ya uzanan büyük bir imparatorluktu ve bu İmparatorluğun artık Roma’dan yönetilmesi mümkün değildi.
Şehrin inşa edilmesi İmparator açısından stratejik bir zorunluluktu. Yeni başkent, her ikisi de stratejik değere sahip iki önemli karayolu güzergahının: Selanik üzerinden Adriyatik kıyısına geçen via Egnatia'nın ve Konstantinopolis'in karşısındaki Kadıköy' den, İzmit yoluyla doğuya giden askeri yolun buluştuğu yerdeydi. Yeni imparatorluk kentinin kurucusunun kafasında bir hayli büyük bir nüfusu canlandırdığı, Mısır' dan yıllık tahıl tedarikini aşağı yukarı 80.000 kişilik bir istihkakı bulacak şekilde düzenlemesi olgusundan bellidir. Bunu kesinlikle hızlı bir büyüme izledi, su tedariki ve buna eşlik eden yapılar (sukemerleri, sarnıçlar ve benzerleri), tahıl depolama binaları ve konut alanları büyük ölçüde arttı.3
Şehrin yapılmasıyla iki başkentli yapı ortaya çıktı Roma ve Konstantinopolis. Ancak zamanla Konstantinopolis’in önemi arttı ve iki başkentli sistem Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinin de temellerini oluşturmaya başladı.
Şehir kısa sürede imparatorluk sarayı, bir senato ve büyük bir kentin tüm sosyal, ekonomik ve idari semereleriyle, çok geçmeden Doğu Akdeniz bölgesinin zenginlik, itibar, nüfus ve kültürel etki bakımından İskenderiye ve Antakya'yla yarışan başat kenti haline geldi.4
İmparatorluğun büyüklüğü şehrin stratejik üstünlüğü ile birleşince kısa sürede İmparatorluğa yarışır bir başkent meydana geldi.
KONSTİNOPOLİS TEK BAŞKENT OLUYOR
395 yılında İmparatorluğun Doğu ve Batı olarak bölünmesi ardından 476 yılında barbar akınları sonucu Batı Roma’nın yıkılmasıyla Konstantinopolis rakipsiz konuma geldi. Böylece Konstantinopolis, imparatorluğun tek başkenti konumuna yükselmiş oldu. Konstantinopolis egemenleri buna dayanarak, Roma İmparatorluğu’nun tek yasal takipçileri oldukları savını hiçbir zaman bırakmayacaklardı.5
Doğu Roma’yı yönetenler Batı Roma’nın da mirasına sahip çıkmaktaydı. Daha sonra göreceğimiz gibi Fatih şehri fethettiğinde kendini aynı zamanda Roma İmparatoru sayacak ve Roma’nın kaybedilmiş bütün topraklarını almayı kendine hedef koyacaktı.
ORTODOKSLUK VE KONSTANİNOPOLİS
Konstantinopolis Patrikliği, Hıristiyan kilisesinin Roma dünyası içinde teşkilatlandığı beş büyük idari birimden biriydi, diğerleri Roma, Kudüs, Antakya ve İskenderiye'ydi. Konstantinopolis Ekümenik statüye yükseltilenlerin sonuncusuydu; bu hakka ilk kez 381 yılında Konstantinopolis'te toplanan konsüle sahip çıktı.6
Batı toplumlarında kilise ciddi bir kuvvetti. Konstantinopolis’in siyasi anlamda rakip olarak ortaya çıkması ekonomik ve dini rekabeti de ortaya çıkardı. Şehir zamanla bütün Ortodoksların merkezi haline geldi.
İmparatorluğun etkisi topraklarıyla sınırlıyken kilisenin etkisi dini anlamda toprakların de ötesine geçti. Şehir her anlamda dini bir merkez haline geldi. Bunu şehirde sayıları gittikçe artan kilise, manastır ve çeşitli dini yapıdan rahatça anlayabiliyoruz.
420'lere gelindiğinde 14 kadar kilise vardı ve izleyen yüzyılda sayıları çoğaldı. Daha sonra gelen imparatorlar kentin dindışı süslemesine ilavede bulundukları gibi kiliselerin sayısını da artırdılar ve bunların en ünlüsü olan Kutsal Bilgelik Kilisesi yani Agia Sofia (Ayasofya) 6. yüzyılın ortasında (bir ayaklanmada tahrip edilen aynı adlı kilisenin yerinde) İustinianos tarafından inşa edildi.7
Hristiyanlığın en büyük mabedi Ayasofya ancak Konstantinopolis’e inşa edilebilirdi. Konstantinopolis Ekümenliği etkisini siyasi anlamda etkisini artırırken, kilisenin de ülke içinde ki siyasi ve ekonomik gücü arttı.
İmparatorluğun yıkılış dönemlerinde de görüleceği gibi Kilise, İmparatorluğun önemli bir zaafı oldu. Osmanlı ordusu surlardan açılan gediklerden içeri girerken halk din adamların telkinleri neticesinde hala Ayasofya’da saklanınca kurtulacaklarını ve meleklerin Osmanlı Ordusu’nu yok edeceğine inanıyordu.8
FETİHE KADAR KONSTANTİNOPOLİS
Konstantinopolis’in gelişimi imparatorluğun gelişimi ile doğru orantılı seyretti, veba salgını dışında İmparatorluğun güç kaybettiği dönemde şehrin nüfusu, canlılığı ve etkisi düşmeye, İmparatorluk güç kazandığında ise söylediğimiz özellikler artmaya başladı.
1.Constantinus döneminde büyüyen Roma İmparatorluğu iç siyasi karışıklıklar ve Batı’dan gelen barbar akınları sebebiyle önce bölündü ardından Batı kısmı yıkıldı. Bu süreçte Doğu Roma gücünü koruyabildi ve şehir 7. yüzyıla kadar ihtişamını devam ettirdi.
Konstantinopolis'in alanının hızlı genişlemesi, imparatorluğun bunalım geçirdiği 7. yüzyılın ortasından 8. yüzyılın sonuna kadarki dönemde durakladı. Ama kentte 9. yüzyılın başından itibaren bir kez daha hem nüfus, hem inşaat faaliyeti artmaya başladı. Toplam nüfus 530'larda 500.000'i bulmuş olabilir (kimi tahminler daha da yüksektir). Nüfus, 540'lardaki büyük bir veba salgınının ve bütün o dönem boyunca 750'lere kadar süren bir yöresel salgının ve 740'ların sonunda başka bir büyük veba salgınıyla doruğa çıkan belaların ardından, 8. yüzyılın ortasında 30-40.000'e kadar düşmüş olabilir (bununla birlikte bütün bu rakamlar tartışmalıdır.9
541'de patlak veren salgın, Suriye, Anadolu yoluyla Konstantinopolis'e ulaşır. İki yıl içinde başkentin nüfusunu neredeyse yarıya düşürür. İş gücü kıtlaşır; işçi ücretleri yükselir.10
Şehrin önlenemez yükselişini veba salgını durdurur. 7. yüzyılda siyasi başarısızlıklar da eklendiğinde şehir eski ihtişamını bu yıllarda kaybeder. Dünya’nın en güçlü imparatorluklarından birinin başkenti olması, ticaret merkezi olması, stratejik bir konumda olması Konstantinopolis’in yaşadığı küçülmelerin ardından tekrardan büyümesini sağlıyordu.
Şehir 9. yüzyılın ortasından itibaren toparlanma sürecine girdi ve 12. yüzyıla gelindiğinde 6. yüzyıldaki gelişim seviyesine geldi. Tabi bu süreçte şehir birçok kuşatma yaşadı ve birçoğunda kuşatmalar başarısız oldu. Konstantinopolis toplamda 29 sefer kuşatma altına alındı.
Kimler yoktu ki kuşatan devletler ve komutanlar arasında “Makedonyalı Philippas'un komutanları Pausanias, Alkibiades ve Leon; Roma imparatorları Severus, Maksimus ve Konstantin; Pers Imparatoru Chosroes; Avar Kralı Baian; Slav Imparatoru Crume; Rus Prensi Ascold; halifelere olduğu kadar Rumiara karşı da düzenlenen Haçlı Seferleri'nin komutanı Enrico Dandolo17 iç savaşlar sırasında Mikhael Palaiologos ve Komnenos; nihayet Yıldırım Bayezid ve II. Murad surların altında kuvvetlerini denemişlerdi. Yirmi dokuz kuşatmadan İstanbul, yirmi birinde zafer kazanmıştı.11
Kent birçok kuşatma gördü. 626'daki Avar-Slav kuşatmasına karşı başarılı direniş, 674-78 ve 717-18'deki Arap kuşatmaları, 10. yüzyıl başındaki Bulgar ve 11. ile 12. yüzyıllarda denizden gelen Rus çapulcuların saldırıları, kentin savunma sisteminin etkililiğini kanıtladı.12
Persler, Slavlar, Araplar, Türkler nice devlet kurmuş büyük uygarlıklar Konstantinopolis surlarının, dünyanın merkezinin önüne geldiler.
13. yüzyıl başlarında Konstantinopolis ikinci bir yıkım ve küçülme ile karşılaştı ancak bu durum bir ihanet sonucu oluştu. Şehir 4. Haçlı Seferleri sırasında Haçlı Ordusu’nun kontrolü altına girdi. İlk etapta Doğu Roma İmparatorluğu’nun da desteğini alan Haçlı Orduları zamanla Bizans’a da büyük zararlar verdi ve ardından 1204 yılında şehri ele geçirdi.
Haçlıların bir ilk hücumuna direnmeyi becerse de, kent 12 Nisan'da düştü. Alınan ganimet muazzamdı. Kentte, I. Constantinus tarafından yeniden kuruluşundan bu yana değerli eserler, heykeller, litürjik, törensel cüppeler ve objeler biriktirilmiş ve kent böyle vahşi bir saldırıya daha önce hiç uğramamıştı. Şimdi üç gün boyunca acımasızca yağmalanacak, değerli madeni objeler eritilir ya da çalınırken, sayısız obje de yok edilecekti. En harikulade son dönem Roma objelerinden bazıları bugün Venedik'te hala görülebilir.13
Romalılar 1261’de şehri geri alarak Latin işgaline son verdi. Ancak bu işgal Doğu Roma İmparatorluğu için sonun başlangıcıydı. 1240 Moğol istilasından etkilenen Türkmen boyları Selçuklu uç bölgelerine gelip Bizans’a saldırılar yapmaya başladı. Bu boyların en etkilisi ve en örgütlüsü Osmanoğulları zamanla büyük bir Cihan İmparatorluğu kuracaktır.
1261’den itibaren Roma İmparatorluğu gittikçe gücünü, şehir de eski ihtişamını kaybetti. Konstantinopolis ihtişamını yitiriyordu ancak hiçbir şekilde önemini yitirmiyordu. Roma İmparatorluğu 1261’den itibaren toprak kaybetmeye, askeri ve ekonomik gücünü yitirmeye başladı, siyasi ayrılıklar çoğaldı.
1300’lü yıllara gelindiğinde ise kent köyleşip nüfusu 30-60 bin arasına düşmüştü.14 Yine aynı yıllarda şehrin deniz ticareti Venedik, karşı tarafta Galata’nın ticareti ise Cenevizlilerin elindeydi. Galata’nın gümrük geliri 200 bin altın, halicin 30 bin altındı.15
Galata ve Konstantinopolis limanları arasında ki ticari fark kapatılmayacak durumdaydı. 14. yüzyılda şehir her yerden sarılmıştı. Anadolu yakası, Kocaeli Yarımadası, Çanakkale ve Trakya Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girmişti.
II. Mehmed'in İstanbul'u kuşattığı yıllarda imparatorluk kenti, Kağıthane deresine varmadan, şimdi olduğu gibi Galata, Pera, Tophane ve Boğaziçi'ne doğru uzanıyordu. Gerçek İstanbul ise yedi tepenin meydana getirdiği yarımada üzerinde, bir yanda Haliç, öte yanda Marmara Denizi'nin dalgalarıyla çevriliydi.16
Ancak yine de İstanbul o tarihlerde en korunaklı surlara sahipti (Halil İnalcık-3) Nice İmparatorluk ordusu o surların önünde yenilmişti.
“Hendeklerin derinliği, surların kalınlığı, kulelerin yüksekliği kentin alınamaz” diye bilinen ünü ve hatta o güne kadar başarısızlığa uğrayan kuşatmalar, II. Mehmed'i ve komutanlarını kaygılandırıyordu. Kuruluşundan beri İstanbul yirmi dokuz kez surları önünde düşman ordusu görmüştü.17
Şehir etkisini yitirmiş ancak birçok kimsenin yaklaşmaktan çekindiği bir tılsım maiyetindeydi. O geniş surlar, içine kapanmış, kabuk bağlamış şehir 1500 yılı aşkın bir birikime ev sahipliği yapıyordu.
Rum İmparatorluğu bütün anıtlarını, sanat yapıtlarını ve zenginliklerini Avrupa kıtasının bir ucunda toplamıştı. Barbar kavimlerden saklamak istediği bu değerleri, sanki fatih milletlere sunuyordu.18
Konstantinopolis 1453 yılına gelindiğinde kabuğunun kırılmasını, eski ihtişamlı günlerine kavuşmayı ve yeni efendisini bekliyordu. Nitekim öyle de oldu Konstantinopolis artık İstanbul’du. Şehir Fatih ile birlikte kısa sürede toparlandı ve eski ihtişamlı günlerine geri döndü.
DİPNOT
1) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 35.
2) Kemirgenlerden Somürgenlere İnsanlık Tarihi, Alaaddin Şenel, s. 753.
3) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 71.
4) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 71.
5) Kemirgenlerden Somürgenlere İnsanlık Tarihi, Alaaddin Şenel, s. 756.
6) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 88.
7) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 73.
8) Alphonse Lamartine, Osmanlı Tarihi, s. 246.
9) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 73.
10) Kemirgenlerden Somürgenlere İnsanlık Tarihi, Alaaddin Şenel, s. 759.
11) Alphonse Lamartine, Osmanlı Tarihi, s. 239.
12) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 73.
13) John Haldon, Bizans Tarihi Atlası, s. 191.
14) Halil İnalcık, Fatih-Fetih ve İstanbul’un Yeniden İnşası, s. 1.
15-) Halil İnalcık, Fatih-Fetih ve İstanbul’un Yeniden İnşası, s. 1.
16-) Alphonse Lamartine, Osmanlı Tarihi, s. 237.
17-) Alphonse Lamartine, Osmanlı Tarihi, s. 239.
18-) Alphonse Lamartine, Osmanlı Tarihi, s. 237.