Korona Salgını, toplum ve yeniden yapılanma
Kapitalizm, demokrasinin önkoşulu, temeli olarak anlaşıldığında, demokrasinin temel değerleri arasında olan dayanışma, sorumluluk, kamusallık niteliklerinin yerini neredeyse tek bir değer doldurdu: Özgürlük! Bu bazılarının öngördüğünün aksine bir ilerleme değil gerileme yarattı.
Kapitalizm, demokrasinin önkoşulu, temeli olarak anlaşıldığında, demokrasinin temel değerleri arasında olan dayanışma, sorumluluk, kamusallık niteliklerinin yerini neredeyse tek bir değer doldurdu: Özgürlük! Bu bazılarının öngördüğünün aksine bir ilerleme değil gerileme yarattı.
Korona salgını sonrası toplumsal örgütlenme biçimimizin aynı kalamayacağı hatta kökünden dönüşeceği şeklindeki öngörülerin dolaşıma girdiği bir süreci yaşıyoruz. Bazıları bu felaketi bir fırsat olarak anlıyor ve daha iyi bir toplum modeli için kapı araladığını iddia ediyorken, diğer bazıları gözetimin ve kontrolün en üst seviyeye ulaşacağı totaliterlikler çağına gireceğimiz korkusunu dile getiriyor. Kuşkusuz “ilerlemeler çağında karşılaştığımız felaketin” üstesinden gelmek ve uygarlığımızı daha büyük felaketlere karşı korumak için yeni bir ilerleme perspektifine ihtiyacımız var ve bu ihtiyaç hem insan-doğa hem de insan-insan ilişkisinin yeniden yapılandırılmasını içeriyor. Şimdi toplumsal olarak olumlu veya olumsuz büsbütün yeni bir yapılanmadan ne kadar söz edebileceğimizi ele almamız gerekir.
DAYANIŞMA VE SORUMLULUK!
Korona salgınını önlemek için çok ihtiyaç duyduğumuz “sorumluluk” ve “dayanışma” değerlerine pek de sahip olmadığımızı gözlemliyoruz. Yalnızca kendisini önceleyenlerin yani diğerlerini ikincilleştirenlerin sayıca çok olduğu bir uzamda, sorumluluk ve dayanışma değerlerinin işlerliği olanaksız değilse bile çok zordur.
Bu tür uzamlarda kibrin ve anlayışsızlığın yaygınlaşması adeta bir kural haline gelir ve bu kural(sızlık) toplumsal hayatı gün geçtikçe sorunsallaştırır. Tam da bununla yüzleşiyoruz; zorunlu olmadıkça sokağa çıkmayın denildiğinde, diğerkam olmayanların inadına sokağa çıkışını gözlüyoruz; altmış beş yaş üstündekilere kendi sağlıkları açısından sokağa çıkma yasağı getirilmesini bu gruptakilerin önemli bir bölümü yaşlılara saygısızlık olarak anlıyor; zorunlu hallerde sokakta olanların aralarına mesafe koymaları gerektiği yüzlerce defa anlatıldığı halde, bunun bir kural olarak anlaşılmadığını görüyoruz.
Bizim toplumumuzdan verdiğimiz bu örneklerin dünyadaki pek çok toplumda da hüküm sürdüğünü söylemeliyiz. Dünyadaki bütün sağlık otoritelerinin bütün uyarılarına rağmen koşar adım salgını yayan bunca insanın varlığını nasıl anlayacağız?
LİBERAL KAPİTALİZMİN GETİRDİĞİ GERİLEME
1980’lerden itibaren dünya önemli ölçüde yeni bir liberal kapitalizmin önüne kattığı hemen her şeyi olanca hızla sürüklediği bir süreci yaşadı. Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 yılından sonra Orta Avrupa toplumları demokrasi-kapitalizm ilişkisini zor, ihtilafları barındıran bir ilişki olmaktan ziyade pozitif bir ilişki olarak okudu. Eski sosyalist dizgenin insanlarının çoğunluğu için kapitalizme geçiş yapmak, aynı zamanda, demokrasiye geçiş yapmak demekti. Böylece kapitalizmin işlediği toplumlar, demokrasinin, bireysel özgürlüklerin ve hakların hatta sivil toplumun iyi işlediği toplumlar olarak nitelendi. Bu süreçte demokrasi, kapitalizme karşı çok ciddi kayıplar yaşadı ve adeta kapitalizm sadece ekonomik modernliğin değil ama aynı zamanda siyasal modernliğin de temeli, önkoşulu olarak kendisini büyük ölçüde kabul ettirdi.
Yıllar önce kapitalizmin demokrasiye karşı zaferi olarak tanımladığım bu süreci bir gerileme olarak anlamamız gerektiğini tartışmıştım (Modernliği Olmayan Kapitalizm, İmge, 2014). Gerileme bütün dünyayı kapsayan bir gerilemeydi ve ilk bakışta gerileme olarak anlaşılmaya pek müsait olmayan bir tarihsel aralıkta vuku buluyordu. Bu tarihsel aralık birçok açıdan baş döndürücü ilerlemeler çağı olarak görülmesi gereken dördüncü sanayi devrimi arefesindeki bir dönemdir.
Teknolojik evrim açısından bu tümüyle doğrudur ama toplumsal örgütlenmenin temelleri olarak ekonomi ve siyaset sahaları açısından bunun doğru olduğu tartışılamaz.
Demokrasi, modernliğin birlikte toplum halinde nasıl yaşayacağız sorusuna bulduğu hâlâ en geçerli yanıtı oluştururken, kapitalizm temel ihtiyaçlarımızın nasıl karşılanacağı ve hayat standartlarımızın nasıl yükseltileceği sorularına bulunan yanıtlardan birisidir. Muhtemelen de şu ana kadarki en başarılı sayılabilecek yanıttır. Ancak, ikisinin yani siyasal sorunsala bulunan yanıtla ekonomik sorunsala bulunan yanıtın birbirlerini gerektiren ve aralarında tutarlılık bulunan iki yanıt olarak anlaşılması, toplumsal olarak gerilememizin temelini oluşturdu. Bir kere kapitalizm, demokrasinin önkoşulu, temeli olarak anlaşıldığında, demokrasinin temel değerleri arasında olan dayanışma, sorumluluk, kamusallık niteliklerinin yerini neredeyse tek bir değer doldurdu: özgürlük! Bu bazılarının öngördüğünün aksine bir ilerleme değil gerileme yarattı ve şimdi dünyaca yaşadığımız korona salgınının bu gerilemenin sonunu getirmesi ve yeniden ilerlemenin yolunu açması açısından değerlendirilebileceğini düşünebiliriz.
BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜ TEK VE SARSILMAZ DEĞİLDİR!
Tıpkı bireyin özgürlüğü gibi, toplumsal dayanışma ve sorumluluk taşımak da önemli değerlerdendir ve bunun böyle anlaşılması yönünde bir ilerlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bireyin özgürlüğü kuşkusuz ekonomik eylem özgürlüğüne de dayanır, yani, kişilerin iş kurma gibi faaliyetleri üzerindeki baskının veya zorlamanın olmama durumunda bireysel ekonomik özgürlük varlık kazanır. Ancak, aynı zamanda, kamunun çıkarları da vardır ve toplumun ortaklığı veya müşterek sahipliği bu anlamda değerlidir. Yani bireyin özgürlüğünü, modern dönemin, tek ve sarsılmaz değeri olarak anlayamayız, ama aynı zamanda sorumluluk ve dayanışma da çağın değerleri olarak kabul edilmek ve toplumsal yaşamın merkezine yerleştirilmek zorundadır.
TOPLUMU SAVUNMAK
Bu söylediklerimiz toplumu varsaydığımız anlamına gelmektedir. Toplumun var olduğunu söylemek, esaslı olarak, bireyleri aşan hatta bireylerin toplamını aşan bir varlık olarak toplumdan söz etmek anlamına gelir. Bireyler bir toplumu oluşturur elbette ama o toplum kendisini oluşturan bireylere dışsaldır; onların eylemlerini zaman ve mekanda düzenlemektedir.
Demek ki toplum, esasında, ana hatlarıyla “uzlaşılara” dayanmaktadır; değerler, normlar ve kurallar açısından toplum üyeleri arasındaki uzlaşı toplumun esasını oluşturmaktadır. Toplum muhakkak farklı eğilimleri ve çıkarları bulunan grupları/katmanları bünyesinde barındırmaktadır ve hatta onlar arasındaki gerilimlerin ve bazen çatışmaların da alanıdır. Ancak, toplumu daimi çatışmaların gerçekleştiği bir “savaş alanı” olarak göremeyiz, aksi durumda, bizzat toplumun varlığından söz edemeyiz.
Bir “bütünselliği” ifade etmesi beklenen “toplumun” bünyesinde gerilimlerin de yer bulması son tahlilde toplumu savaş alanı yapmaz, aksine, toplum, dayanışmaların, sorumlulukların, uzlaşıların alanı olarak varlığını koruyabilmektedir. Elbette dayanışmanın, sorumluluğun ve uzlaşının sahası olarak toplum savunusu yukarıda değindiğimiz yeni liberal kapitalizm sorununu çözmekle yükümlüdür.
Ekonomik örgütlenme modeli olarak kapitalizmin alternatiflerinin tarihsel başarısızlıklarının ışığında, demokrasiyle asimetrik bir ilişkiye sahip olan kapitalizmi değil ama demokrasinin “yönlendirici” olduğu bir ekonomik modeli savunmamız kaçınılmaz görünüyor. Kapitalizmin sosyal dünyayı tek başına şekillendiren bir ekonomik model olduğu anlayışına karşı ekonomik etkinlikler sahası olarak kapitalizmin siyasal saha tarafından hukuki düzeyde ortak iyi için denetlendiği ve ilişkinin demokrasi lehine kurulduğu bir toplumsal örgütlenme modelini benimsemek durumundayız. Elbette tüm yeryüzünü ekonomik/siyasal güç savaşının alanı haline getiren ve tüm insanlığı tehdit eden emperyalizmin sorgulanmadığı bir durumda, tüm söylediklerimiz anlamsızlaşmaktadır, ama bu hususu başka bir yazıda ele alacağız.