22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Koronavirüs kıskacındaki Avrupa'da kamulaştırma değil sistemi kurtarma çabası

Devrimci bir çözüm olarak insanlığın önünde duran halkçı, devletçi kamulaştırma/ toplumlaştırma ile sistemi kurtarmaya yönelik “devletleştirme”yi birbirine karıştırmamak gerek. Ancak emperyalist dünyadan kamucu, paylaşımcı ve daha insancıl bir dünyaya doğru yol görünmüştür.

Koronavirüs kıskacındaki Avrupa'da kamulaştırma değil sistemi kurtarma çabası
A+ A-
ALİ RIZA TAŞDELEN

Koronavirüs salgını bütün dünyayı etkisi altına almıştır. 2 milyonu aşan vaka ve 170 bine dayanan ölü sayısı. Bu salgından en çok etkilenen ise Batı ülkeleri olmuştur. Çin’de başlayan ama 2 ay gibi kısa bir sürede kontrol altına alınan salgının merkezi kıta bazında Avrupa’ya, ülke bazında ABD’ye kaymıştır. Avrupa ile ABD’de toplam ölü sayısı 130 bini bulmuştur.

Batı 40 yıldır uyguladığı, başını ABD’nin çektiği emperyalist küreselleşmenin neoliberal politikalarıyla, devleti sosyal ve ekonomik yaşamın dışına itmiş ordusu, polisi, hukuk sistemi ile tekelci sermeyenin çıkarlarını koruyan bekçiye dönüştürmüştü.

Yaratılan bu özel çıkar sisteminde toplumsal sağlık ve eğitim, sosyal haklar ve iş güvencesi devletin gündeminden çıkarılmıştı. Bu nedenle Fransa Sarı Yelekliler Halk Hareketine sahne oldu. Daha bir yıl öncesine kadar emekliler, sağlık çalışanları, ambulansçılar sokaklarda polis copu yiyordu.

Bu virüs şişen balonu patlattı ve sistemin pis kokuları bütün Batı dünyasını sardı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un itiraf ettiği gibi salgına hazırlıksız yakalanmışlardı.

SAĞLIK SORUNU OLMAKTAN ÇIKTI

Olay sadece bir sağlık sorunu olmaktan çıkmıştır. Sistemi ayakta tutan sanayi üretimi, turizm, ulaşım sektörü ve hizmet sektörünün bazıları durma noktasına gelmiş bazıları da tamamen durmuştur. Milyonlarca çalışan işini kaybetmiş, milyarlarca insan evlerine kapanmıştır, tüketim dibe vurmuştur. Bu bir savaş ama ortada top tüfek yok, bomba yok füze yok. Hatta emperyalist ülkelerin savaş gemileri personeli salgına yakalanmış ve işlevsiz duruma gelmiştir. Dünyanın dört bir yanında bulunan ABD donanmasına bağlı "USS Theodore Roosevelt" uçak gemisi, "USS Nimitz" ve "USS Ronald Reagan" uçak gemilerinde de koronavirüs vakaları tespit edilmiştir. Akdeniz’de bulunan Fransız Charles de Gaulle uçak gemisi ülkesinin yolunu tutmuştur.

Diğer taraftan Dünya hava trafiği neredeyse durma noktasına gelmiştir. ABD’de Delta Air Lines şirketi, Fransız Air France, İtalyan Alitalia, Alman Condor havayolları, Fransız Renault gibi otomobil şirketleri devletleri tarafından kurtarılmayı bekliyorlar. ABD’nin Boeing, Fransa’nın Airbus havacılık şirketleri tepetaklak. Liste çok uzun. Borsalar çökmenin eşiğine geldi; trilyonlar buharlaştı. Sadece borsaların değil, devlet tahvili ve hazine bonosu piyasalarının da ciddi bir çöküş yaşayacağı değerlendiriliyor.

Küçük ticari şirketler esnaf ve zanaatkârlar, kafeler, barlar, restoranlar, eğlence mekanları, oteller ve elbette turistik tesisler iflasın eşiğindeler.

SİSTEMİ KURTARMA ARAYIŞLARI VE DEVLETLEŞTİRME

Avrupa’da salgın boy atmaya başladığı mart ortalarında, başına darbe yiyip sersemleşme durumunu yaşıyan Avrupalı liderler, can havliyle devletleştirmeye yönelik açıklamalar yaptılar. Hemen hemen tüm Batı ülkelerinin temsilcileri, ülkenin stratejik şirketlerinin batmasına izin verilmeyeceğini ve gerekirse bu şirketlerin devletleştirileceğini açıkladılar. Sağlık alanında başta özel hastaneler olmak üzere birçok kurum ve şirkete “el kondu”. Dikkat ediniz bu açıklamalar mart ayının ikinci yarısında yapılmıştır. Nisan ayında bu konu ile ilgili bir sessizlik hakim. Avrupa Birliği ortak bir çare arama çabasında ama bir sonuca varamıyorlar.

Bu büyük şirketlerin “devletleştirilmesi” yılan hikayesine dönmüş gibi. Kimi şirketler devletin kapısını çalarken (yüzde yüz hisselerin satın alınmasıyla devletleştirme ve hem hisse alımı hem de sermaye artırımıyla yüzde 51 ortaklık talep eden şirketler) bazı şirketler ise devletleştirmeye karşı çıkarak devlet garantisinde banka kredisiyle destek talep ediyorlar. Bu şirketlerde çalışan yüz binlerce işçinin konumu apayrı bir sorun. Ama aslında en önemli sorun.

Devletleştirmede henüz atılmış somut bir adım yok. Ama kriz bu hızla devam ederse gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Yapılacak olan devletleştirmelerin geçici olduğu, kriz aşıldıktan sonra yeniden özel sektöre devredileceği bugünden ilan ediliyor. Bu şirketlerin geçici de olsa devlet mülkiyetine geçirilmesi üretim güçlerinin kapitalist doğasında bir değişikliğe yol açmıyor. Çünkü devlet aygıtı sermaye sahiplerinin elinde.

Bu açıdan devrimci bir çözüm olarak insanlığın önünde duran halkçı, devletçi kamulaştırma / toplumlaştırma ile sistemi kurtarmaya yönelik “devletleştirme”yi birbirine karıştırmamak gerek. Yapılan bir-iki el koyma ve devletleştirmeyle Batı’nın “kamulaştırmaya” yöneldiğini söylemenin doğru olmadığını düşünüyorum.

KONJONKTÜRÜN DAYATTIĞI ZORUNLULUKLAR

Ama bu süreç bize şunu göstermiştir. Eğer söz konusu olan toplumun sağlığı, eğitimi, gıda güvenliği ve can güvenliği ise bunu ancak devletin kamu hizmetleriyle yapılabileceğidir. Kamuculuk ve devletçilik ancak insanlığı karşılaştığı bu tür felaketlerden korur ve kurtarır.

Dolayısıyla İtalya’da, İspanya’da veya başka bir Avrupa ülkesinde özel hastanelere el konması gibi zorunlu adımları kamuculuk eğilimi olarak algılamak doğru olmaz. Zor duruma olan şirketlerin vergi ve sigorta primlerinin 3-6 ay veya 1 yıla kadar ertelenmesi, gelir ve tüketim üzerinden alınan vergilerin geçici olarak düşürülmesi veya ertelenmesi, işçi çıkarmaların önlenmesi için şirketlere verilen ücret destekleri ya da sübvansiyonlar kamuculuk eğilimi olarak değerlendirilemez.

Milyonlarca çalışanına evde kal diyeceksin; kafeyi, barı, restoranı kapat evde kal diyeceksin; kısmi veya tümden sokağa çıkma yasağı ilan edeceksin- ki bunların hepsi salgına karşı doğru ve yerinde kararlar- o zaman bu insanların ne yiyip içeceğine de çözüm bulacaksın, işini kaybetmemesini sağlayacaksın vatandaşını koruyup kollayacaksın.

SALGIN SONRASI NE OLUR?

Dünyada en çok sorulan soru bu. Verilen genel cevap “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” şeklinde. Peki ne olacak?

Bana göre üç ihtimal var:

1) Öyle para basmayla, korona Bond denen tahvilleri piyasaya sürmekle, borçlanmakla, kamu yararı değil de sermayeyi gözeten devletleşmelerle krizi önleyemeyen ve bunun altında kalan iktidarlar küçük bir ihtimal de olsa giderek otoriterleşme eğilimi gösterecek, faşist yöntemlere sarılacak ve hatta savaş macerasına atılacak bir yola girebilirler.

2) Diğer taraftan, işini kaybeden, yoksullaşan milyonlar krizi çözemeyen hatta krizin yükünü yine çalışanların sırtına yıkan iktidarlara karşı mücadeleye atılacak, geçmiş tecrübelerden dersler çıkararak, örgütlenecek ve gerçekten bir toplumsal hareket başlatabilecektir.

3) Veya sermaye sahiplerinin siyasal güçleri bir orta yol bularak toplumun sağlığını koruma, eğitimini garanti altına alma, vergilerde indirime gitme ve iş güvenliğini sağlamada atacağı adımlarla topluma güven veren bir iktidar projesi yaratacaktır. Bu iktidar projesi örneğin Fransa’da “Vergi reformunu” geri çekecek, Sarı Yeleklilerin 40 talebini önemli ölçüde yerine getirecek bir iktidar projesi olacaktır. Yani o iflas eden küreselleşmenin vahşi kapitalizmi, neoliberalizmi törpülenecek. Aksi taktirde şartlar ne olursa olsun Avrupa eşi görülmemiş bir halk hareketine hazır olmalıdır.

Bugün Batı dünyasında, Avrupa’da ufukta toplumsal bir devrim görünmese de bu sürecin önü açılacak. Hegemonyacı, saldırgan ve mafyalaşan emperyalist dünyadan kamucu, paylaşımcı ve daha insancıl bir dünyaya doğru zor ve engebeli bir süreç olsa da yol görünmüştür.

Avrupa Atlantik Koronavirüs Avrupa Birliği Kapitalizm Batı emperyalizm emperyalist kamucu özel sektör liberalizm devletçilik sistem hegemonya tek kutuplu dünya