21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Köy Enstitüleri'nin dönüştürücü gücü:Milli Demokratik Devrim için atılım kurumları

Köy Enstitüleri'nin dönüştürücü gücü:Milli Demokratik Devrim için atılım kurumları
A+ A-
Nural Güran / Edebiyat Öğretmeni

Eğitmen kurslarına gerekli yer, yapı, araç gereç eğitmen adaylarınca üretildi. Edirne Karaağaç kursunun açıldığı yer toz, ayrıkotu yığını, pire ve kir içindeydi. Öğretmenler, köylü adaylar, eğitim şefleri tozdan görülmeyecek hale girerek, pireye sıvanarak, pislikleri küreyerek temizlenen yerleri badana ile ağartarak insanın yaşayabileceği duruma soktular.

Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 71. yılındayız. Köy Enstitüleri; işleyişi, sonuçları ve toplumsal etkileri ile bugüne kadar unutulamadı. Enstitülerin kapatılmasından yıllar sonra görev yaptığı enstitüyü ve köylüleri ziyarete giden Rauf İnan’a, enstitü öğrencisi Azmi’nin anası şöyle diyecekti:

“- Eee, Müdür Bey! Siz buralardan gittiniz, bizleri unutmadınız. Gazetelere yazdınız, bizlere mektup gönderdiniz. Bak, buralara gelir gelmez de bizleri aradınız. O enstitünün duvarlarındaki taşlarda benim ellerimin derilerinden parçalar var. Oralar bizimdi. Bizler öyle bilirdik, öyleydi de. Hamidiye’nin yoluna, camisine, kahvesine elektrik vermiştiniz; onları kaldırdılar. Oralar bizden koptu, ayrıldı. Bizi kendilerinden saymaz oldular. Köye de aramıza da duvar çekildi. Bak, sizleri buraya getiren bu Müdür Bey oraya geleli üç yıl oldu, bir kez kapımızı çalmadı. Böyle mi olacaktı?”

Türkiye Cumhuriyeti Mondros ve Sevr'den, silahlı işgalden ağır bedeller ödenerek kazanılan Kurtuluş Savaşı ile kurulabildi. Mustafa Kemal, bütün bu yaşanan olumsuzluklardan çıkardığı dersle tam bağımsızlığı yürütülen mücadelenin ana gayesi olarak ilan etti.

Ülke askeri işgalden kurtarılmıştı ama madenler, demir yolları, limanlar, haberleşme ağı yabancıların elindeydi. Bir başka deyişle ekonomik işgal sürüyordu. Dahası eğitimde de misyoner okullarının ağı tüm yurdu sarmıştı. Bu okullardan Galatasaray Lisesi Müdürü M. De Salve: “Bu okulda yetişecek Müslüman öğrenciler, Fransız eğitim ve kültürü ile yoğrulmuş olarak yabancıların yerlerini tutacak ve Fransa’nın doğudaki çıkarlarını böylece korumuş olacaktır” diyerek amaçlarını açıkça ifade etmektedir. Yine Mustafa Kemal’in Lozan’da kapatmayı başaramadığı Robert Kolej için Amerikan Board Teşkilatı Dış İlişkiler Sekreteri James Barton, “Türkiye’deki bu modern eğitim kurumları bu ülkenin insanlarının hayat, düşünce, âdet ve alışkanlıklarını yeniden biçimlendirmede önemli bir güçtür. Modern düşünceli bu adamlar aracılığıyla fabrikalarımızın ürünleri ve Batı’nın makineleri, Doğu’nun bu bölümüne artan oranlarda girebiliyor, bunun karşılığında Türkiye’nin ürünleri (hammadde) bize ulaşabiliyor. Türkiye’deki Amerikan kolejlerini kurmak ve desteklemek için Amerika’dan gönderilen paranın, bu ülke ile artan siyaset sayesinde yüklü faizi ile birlikte geri döndüğünü söylemek doğru olacaktır” diyordu.

17 Şubat 1923’te Mustafa Kemal: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan zaferler sürekli olmaz. Az zamanda sönerler” diyerek bu kez de ekonomik ve mali bağımsızlığın önemine vurgu yapıyordu. Ona göre Osmanlı döneminde “devlet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştı.” Bu yabancı sermaye egemenliğinden çok daha ciddi bir sorun da “Osmanlı İmparatorluğu’nu yabancı devletlere verilen tavizlerle günü gününe yaşatmaya çalışan bir zihniyet içinde yetişmiş ve bu zihniyeti benimsemiş kimseler ile Türkiye’nin milli çıkarlarının gereği gibi korunamayacağı” gerçeği idi.

İşte genç Cumhuriyet bütün bu ahval ve şerait içinde yüzyılların ihmali ile çökmüş olan tarımsal üretimi canlandırmak, bunun için köylüyü ayağa kaldırmak zorundaydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3. Çalışma Yılı açış konuşmasında bu konuya değinen Mustafa Kemal, şunları söyleyecekti:

“Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal beraber verelim: Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak ve layık olan köylüdür. Dolayısıyla Türkiye büyük Millet Meclisi hükümetinin iktisadi siyaseti bu asli gayeyi elde etmeye yöneliktir.” Sözlerinin devamında ise “Hakikaten yedi asırdan beri cihanın muhtelif taraflarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna karşılık daima hakaret ve aşağılama ile mukabele ettiğimiz, bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, cabbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asli sahibin huzurunda bugün büyük bir hicap ve ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım” diyerek Kemalizmin köylüye bakışını tesbit ve ilan eder. Köylüyü milletin efendisi yapmanın ekonomik ayağı toprak reformudur, eğitim ayağı ise eğitmen kurslarından başlayıp yüksek köy enstitülerine kadar uzanacak olan bir büyük projedir. Mustafa Kemal’in bütün çabalarına rağmen toprak reformu gerçekleşemeyecek ama eğitim ayağı başlatılacaktır.

İLK ADIM: EĞİTMEN ÇALIŞMASI

Geldik bir sel halinde yurdun dört bucağından

Işıdıkça kafamız bu kültür ocağından

Alacağız köyleri gerinin kucağından

Ülküsü sonsuz olan biz köy eğitmenleri

İşaret Atatürk’ten köylüye tapacağız

Köyümüzü yarının cenneti yapacağız

Bir toplantı sırasında Atatürk, Bakan Saffet Arıkan’a bütün köylere öğretmen gönderme işinin ne kadar zaman alacağını sorar. Bakan “Elimizdeki olanaklarla bu işi yüz yılda başarabiliriz. Efendim elimizde para var ama köye eleman bulmakta çok zorluk çekiyorum. Bu nedenle çaresiz ve üzgünüm” karşılığını verir. Bunu üzerine Mustafa Kemal, Bakan'a: “Üzülme Saffet, elbet bunun da bir çaresi bulunur. Cumhuriyet sonrasında askere giden, orada yüzlerce askerin içinden yeteneğiyle sıyrılıp çıkan, okuma yazma öğrenen, onbaşı hatta çavuş olan gençlerden isteyenleri kurslardan geçirip onlardan yararlanabiliriz. Bunlara eğitmen adını veririz” diye çıkış yolunu gösterir.

Bakan Arıkan, Müsteşar, Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve Genel Müdürlerden oluşan bir toplantıda öneriyi sunar. Düşüncenin Atatürk’e ait olduğu duyumu gönülsüz de olsa kabulü sağlar. Yalnız Talim Terbiye Kurulu Başkanı İhsan Sungu olumsuz tavrını korur.

İ. Hakkı Tonguç, bu tasarının başarı şansı üzerine bir fikir edinebilmek için yanına kitap, kâğıt, kalem, tebeşir gibi malzemeler alarak bir Anadolu gezisine çıkar. Kayseri yöresinde gördükleri onu öylesine ürpertir ki izlenimlerini not etmeden geçemez: “Köyleri birer mezarlık kadar ıssızlaştıran, soyabildiği kadar soyup yoksul düşüren saraydır. Zulmünü en ıssız köye kadar kanlı bir el gibi uzatan sarayın ülkeyi ne müthiş bir yıkıntıya çevirdiğini Anadolu köylerini görmedikçe, imparatorluk yönetiminin ne demek olduğu anlaşılmaz.” Tonguç’un kafasındaki tereddütleri ise Kurtuluş Savaşı gazisi olan bir çavuş giderecektir. Kendisinden “savaş” konusunu anlatması istenen çavuş, çocukları bir ağacın altına toplar, önüne bir masa koyar ve anlatmaya başlar:

- Bana bakın siz hiç savaş lafı duydunuz mu?

Ses çıkmayınca yeniden konuşmaya başlar:

- Savaş demek gavurlarla gırtlaklaştırmak demek. Hem de nasıl… Dişe diş, başa baş… Gelir girer herif senin topraklarına. Ananı bacını keser, çocukları süngüler. Ekileni ezip geçer, tüm insanları aç bırakır.

Mintanının sağ kolunu sıyırıp dirsekten aşağısı olmayan kolunu masaya küt küt vurarak bağırır:

- Bu yarım kolu görüyor musunuz? Bu, gavurla savaşırken oldu. Köyümüzü, tarlamızı, bağımızı korumak için tüfeğin, güllenin karşısına dikildiğimiz zaman koptu.

Sözünü bir ders ile bitirir:

- Odumuz ocağımız bedava kalmadı bize. Ne kanlar döktük, ne canlar verdik. Aklınızı başınıza toplayın. Yurdun bekçiliğini iyi yapın.” Tonguç’un aklı bu işin olacağına yatmıştır. Artık sıra bu büyük savaşa girişmektedir; kendi deyişiyle kazma toprağa değdikten sonra arkası gelecektir.

Eğitmen kurslarına gerekli yer, yapı, araç gereç eğitmen adaylarınca üretildi. Edirne Karaağaç kursunun açıldığı yer toz, ayrıkotu yığını, pire ve kir içindeydi. Öğretmenler, köylü adaylar, eğitim şefleri tozdan görülmeyecek hale girerek, pireye sıvanarak, pis suları ve insan pisliklerini kürüyerek, pislikleri teskere içinde taşıyarak temizlenen yerleri badana ile ağartarak insanın yaşayabileceği duruma soktular. Bakanlık raporlarında böyle anlatılıyordu çalışmalar. Ve dahası vardı: Bir gün Tonguç, eğitmen kursu öğretmeni Süleyman Edip Balkır’ı yanına alıp bir yolculuğa çıktı. Kastamonu Gölköy’e varıldığında bir eğitmen kursunu da burada açacaklarını söyledi. Yapılacak işlerin bir listesini yazıp, “Hadi sana kolay gelsin!” dedi. Aradan aylar geçti. Ve bir gün Kastamonu’dan bir paket çıkageldi. İçinde nar gibi kızarmış dört tuğla vardı sadece. Tonguç’un gözleri dolar, “Balkır’ın başardığını anlamıştır. Bu tuğlalar, Kastamonulu tuğlacıların 1000 tuğlaya 10 lira istemeleri üzerine eğitmen adaylarınca üretilmiştir, üstelik 1000 tanesi yalnızca 1 lira 30 kuruşa mal olmuştur. Bu olay ülke sorunlarının piyasacı anlayışla mı kamucu anlayışla mı daha iyi çözülebileceğini göstermek açısından da ilginç bir örnektir.

Tonguç, Köyde Eğitim adlı yapıtında eğitmen işine değinirken şöyle diyecekti: “Eğitmen yetiştirme işinin büyüklüğünü, ne kadar ağır bir yük olduğunu tüm ince ayrıntılarına kadar hesaplıyorum. Yalnız para için işe sarılacak gibi görünenlerin davranışlarına hiç değer vermiyorum. Ama istediğimiz gibi insan toplu ve hazır şekilde bir tarafta yok. Aradığımız adamları yaşamda, kurslarda yoğurmak yoluyla elde edebileceğiz.Henüz hamur yoğurma dönemindeyiz.

Eğitmen kurslarında 7 aylık bir sürede görülen derslerin dökümü şöyledir:

Okuma-yazma: 210-285

Aritmetik geometri: 175-240

Yurt-yaşama bilgisi: 210-285

Eğitim bilgisi: 85-90

Atölye dersleri: 50-60

Eğitmenlere özel bir müzik dersi yapılmıyor gibi görünse de günlük yaşamın içinde aşağıdaki marş ve türküleri söyleyebilir ve söyletebilir duruma gelmektedirler:

1. İstiklal Marşı. 2. Ziraat Marşı. 3. Çocuk Marşı. 4. Çiftçi Marşı. 5. Dumlupınar Marşı. 6. Gençlik Marşı. 7. Haticem türküsü. 8. Ekin ektim. 9. Kevenk yolu. 10. Küçük oduncular 11. Ant Marşı 12. Yenice yolları.

DEVAM EDECEK

Son Dakika Haberleri köy enstitüleri hasan ali yücel ismail hakkı tonguç