Kulaklarımız kılavuzumuz
Önder Baloğlu, yarı ömrünü Adana’da diğer yarısını Almanya’da geçirmiş dünya çapında bir kemancı. Essen’de kurduğu dörtlü (kuartet) büyüdü büyüdü, bugün 20 kişilik bir oda orkestrasına dönüştü. Orkestranın şefi yok! Nasıl mı? Kendisi anlatsın.
Önder Baloğlu, Adana’da doğmuş, aslen İzmirli, 17 yaşından sonra eğitimini ve yaşamına Almanya Essen’de sürdürmüş, dünya çapında bir keman sanatçısı. Nerelisin diye sorunca, “Tabi ki Adana doğumluyum. 17 yaşında eğitimim için Almanya’ya gittim, Essen şehrinde Folkwang Sanat okumaya başladım” diye yanıtlıyor. Müzik dehasını, ilkokuldaki öğretmeni keşfetmiş. Her öğrenci için zorunlu olan blok flüt denemelerinde, yaşıtları bir ses çıkartmaya çalışırken, o impravizasyon (doğaçlama) yapıyormuş. Öğretmenin yönlendirmesi, ailenin desteğiyle önce keman dersleri, sonra Adana Devlet Konservatuarı derken klasik müziğin dünyadaki merkezi Almanya’da, Essen şehrinde eğitim devam etmiş. Bugün Duisburg Filarmoni Orkestrası başkemancısı. Okuduğu üniversitede ve Hollanda’da Lahey Kraliyet Sanat Okulu’nda ders veriyor. 2009’da kurduğu ve Les essence Kuartet ile başlayıp bugün 20 kişilik Oda Orkestrası’na evrilen ekibiyle dünyanın çeşitli konser salonlarında konserler veriyor. Baloğlu ile İzmir Yaşar Orkestrası ile verdiği konser öncesinde bir araya geldik, müziği, hayallerini, konserleri konuştuk.
HER İSTASYONDA BİR ORKESTRA
Almanya’daki klasik müzik eğitimi dillere destan. Dünya merkezi olarak kabul ediliyor. Sihri nedir, diye sorduk Önder Baloğlu’na. “Çok daha geniş çaplı, derin bir eğitim. Bütün büyük bestecilerin çıktığı yer. Almanya’nın 120-130 devlet orkestrası var. Konservatuvar sayısı da 30 kadar, ama müzik yüksek okulları var. Türkiye’deki gibi çocukluktan girilen müzik okulları yok. Her köyün müzik okulu var. Okullar da parasız devlet okulları. Benim bulunduğum Ruhr bölgesinde, Essen’den batıya 10 dakika trenle gittiğinizde Bochum şehri, kendi senfoni orkestraları var. 10 dakika daha gidin Dortmund! Kendi opera ve senfoni orkestraları var. Batısında Duisburg’da, benim başkemancısı olduğum Filarmoni Orkestraları var. Oradan bir 10 dakika daha trenle gidince Düsseldorf Opera ve Senfoni var. Bir 10 dakika ilerleyince Leverkusen, ordan ileri Köln, 20 dakika daha gidin Bonn. Hepsinin A sınıf orkestraları var. Almanya’daki müzik eğitimi apayrı bir dünya. Klasik müziğin başkenti.”
MÜZİSYENLER SENDİKASI
Peki bu kadar klasik müzik eğitimine karşılık çok sayıda seyirci ve müzisyen de olmalı, diyoruz. Öyleymiş, ama izleyici yaşı ilerlemiş. “Almanya’nın seyirci kitlesi yaşlanıyor. 20-30 yıldır abonmanları vardır, sene başında alır, bütün sene gelirler. Salonlar yine de dolu. Koronanın başladığı dönemde bile konser seyircileri geliyorlardı. Oturup 3 saat opera dinliyorlardı. Şu anda gençlerin ilgisini çekebilecek projelere yatırım yapılıyor. Almanya bu işi kolay kolay bırakmaz.” Ya müzisyenler? Koronada onlar ne yaptı? Ne yedi ne içti?
“Çok güçlü bir müzik sendikaları var, Alman Orkestra Birliği. Biz sarı yelek giyip orkestra olarak provayı bırakıp sokağa çıktık mesela. Korona zamanında kısa çalışmaya geçilince, yüzde 60’ı devlet tarafından ödeniyordu. Sendika, bunu önce yüzde 90’a daha sonra 95’e yükseltti.“
ORGANİK KARİYER
Önder Baloğlu’nun kariyeri 2010’da başlamış, kendi deyimiyle organik bir gelişim göstermiş. “Yaylı kuartetim vardı, 2010’da solist olarak konserlere başladım. 2013’te Duisburg Filarmoni’de sınavı kazanıp başkemancı olarak görev aldım. Yaylı kuarteti (dörtlü) farklı bir forma soktum, oda orkestrası haline getirdim. Oda müziği, birbirini dinleyerek hissederek birlikte müzik yapmaktır. Solist kendi şovunu yaparken, orkestradaki diğer müzisyenlerin arkada ‘bu akşam mesaideyiz, çalalım, bitsin’ diye müzik yapmasını kabullenemedim. Kendi kuartetimi genişleterek bir oda orkestrası yaptık. Önce daha küçük gruplarla başladık, hemen 4’ten 20’ye çıkartmadık tabi. Oda müziğini nasıl her yere genişletebilirim, konusuna yoğunlaştım. 2018-2019’da oda orkestrası olarak ilk konserimizi verdik. Yaklaşık 14-15 kişiydik. Bir yandan da oda müziği festivallerine katıldık. Türkiye’de Klasik Keyifler Festivalindeki organizasyona dahil oldum. Hayatımı oda müziğine adadım, diyebilirim.”
OSMANLI’NIN VİYANA KUŞATMASININ İZLERİ
Önder Baloğlu ve Les essence, Essen’in bağlı olduğu Eyalet Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bir dizi proje gerçekleştiriyor. İlkini bu yıl Noel’de 40 kişiyle ve koroyla Almanya’da sahnelemişler. İkincisi yarın (15 Nisan’da) İstanbul’da CRR konser salonunda. Peki, nedir bu proje?
“Osmanlı’nın Viyana kuşatmasının Avrupa kültürüne bıraktığı etkileri ele alan bir programla ilk konserimizi İstanbul Cemal Reşit Rey (CRR)’de gerçekleştiriyoruz. 3 kişilik bir eser var, yavaş yavaş büyüyor, sonunda 20 kişilik bir oda orkestrasıyla sahnede olacağız. Mozart’ın Türk Konçertosu olarak kabul edilen 5. Keman konçertosunu seslendireceğiz. Solist olarak çalıyorum ve aynı zamanda yönetiyorum. Kahvenin Avrupa Yolculuğu diye bir başlık koyduk. Çünkü Viyana kuşatmasının tek etkisi müzik değil, kahve de var. Bizi karanlık Avrupa sabahlarında uyandıran kahve de gelmiş. Bu konseri mayıs ve haziran aylarında Almanya’da yapıyoruz.”
LES ESSENCE EGOLARI BİR KENARA KOYUYOR
“Orkestramın adı Les Essence. Amacımız, müziğin kendisi olunca egolara da bir kenara konabiliyor. Bu yolu gitmemiz lazım. Birbirini dinleyerek, müziğin esasını aradığımız bir çalışma tarzıyla çalışıyoruz. Tabi egolarımızı bir kenara bırakmak müzisyenler için zordur. Saatlerce bir çalışma odasında kendi kendimizle başbaşa olduğumuz için bu anlayışı yerleştirmek çok zor, ama hiçbir şey kolay değil ki.
“Les Essence’de yaptığım işleri diğer orkestralara da uyarlamaya başladım. Şu an bizim orkestra 40 kişiye yaklaştı. Kulaklar kılavuzumuzdur. Provaları yönetiyorum, ama her bir müzisyenin rolü değişik. Yani sadece bir işareti takip etmekten ziyade bir inisiyatif alarak birlikte gerçekleştirmeye dönüşüyor.”
TOPLUMDAKİ ROLÜ BİLMEK
Peki ya senkron? Nasıl sağlıyorlar? Aynı anda aynı notayı nasıl çalıyorlar? Yanıtı müziği bilmek ve dinlemekte yatıyor gibi:
“Orkestra çalmak zaten bir sanat. Müzisyenlerimizi ona göre seçiyoruz. Aktif dinleyici ve orkestracı olacak. Dogmalar içinde tıkanmış insanlar, belli şablonlara alışık insanlarla bunu yapmak zor. Daha özgür bir ruh gerekli! Bir takip kabiliyeti, bir tür sosyal yetenek, toplumdaki rolünü bilip o role ayak uydurmak, o rolü yönetmek önemli olan. Bir bilgi birikimi, oda müziği geçmişi gerekiyor. Bir oda müziği anlayışı gerekiyor. Dinleyip o ana reaksiyon gösterme becerisi ve merakı gerekiyor. Bu işi birlikte geliştirme isteği, kolektif bir durum gerekiyor. Çok farklı bir müzik yapma ortamı. İstanbul’da Gedik Filarmoni için örneğini gerçekleştirdik. Yaşar’daki konserde ilk kez üflemeliler var. Mozart’ın 40. Senfonisinde başkemancı olarak oradan yönetiyorum. Sinyalleri çalarken veriyorum. Tabletten çalıyorum, şefin önündeki partisyon benim önümde de var. Ayağımın altında pedal var, 10 saniyede bir sayfa değiştirmek gerekiyor, oradan komut vereceğim. Kolay değil, ama kolay olsa ne işe yarar ki?”