Kurumsallaşma uzun yıllar alıyor
Üniversite sorununun temelinde ‘Rektör Atanması’nın konmasını doğru bulmuyorum. Sanki rektör, seçimle gelirse üniversite sorunu hallolacakmış gibi bir hava doğuyor. Yüksek öğretim sistemimizde 206 kurum var. Devlet, vakıf, Milli Savunma Üniversitesi, Polis Akademisi, İleri teknoloji Enstitüsü, Güzel Sanatlar üniversiteleri türlü farklılıklar gösterdiği gibi devlet üniversitelerinin gelişmişlik ve akademik kadro sayıları da farklılık göstermektedir. Tüm bu kurumlar için tek bir yöntemin doğru olmayacağını düşünüyorum. Kurumsallaşma ve gelenek oluşturma 30-40 yıllık süreler istiyor.
Üniversitelerde tüm akademik kurullar, akademik esaslara göre işlerse, rektörün kim olduğu, atamanın nasıl yapıldığı da önemini yitirir. Üniversite Senatosu ve Yönetim Kurulu, oy kullanırken rektörün ne istediğine göre oy kullanıyorsa rektörün nasıl atandığının önemi yoktur.
Dekanlığım döneminde fakültenin ders programını, tüm öğretim üyelerinin görüşünü alarak ve fakülte kurullarından geçirerek senatonun onayına gönderdim. Senatoda rektör, hiçbir gerekçe göstermeden programın reddini istedi. Hiçbir senato üyesi programla ilgili hiçbir eleştiride bulunmadan fakültemizin programını reddetti. Fakültemizin bazı öğretim üyeleri, senatodan arkadaşlarına programımızı niçin reddettiklerini sorduklarında, aldıkları cevap “ne reddettiğimizi bilmiyoruz. Baktık rektör reddedilmesini istiyor, biz de reddettik” oluyor. Şimdi bu rektör seçimle gelse ne olur, atama ile gelse ne olur.
‘Seçimle gelirse demokrasi olur’ görüşü de yanlıştır. Unutmayalım diktatörler de seçimle geliyor.
Akademisyenler neye göre oy kullanıyor? Siyasi görüşüne göre oy kullanıyor, fakültesine göre oy kullanıyor, (tıp fakültelerinin olduğu üniversiteler, istisnalar dışında rektörler bu fakülteden oluyor) bölümüne göre oy kullanıyor, kentte önem taşıyorsa etnik kökenine ya da mezhep farklılığına oy kullanıyor, ufak menfaatlere göre oy kullanıyor ama en önemlisi korkularına göre oy kullanıyor. Burada kastım korktuğuna oy veriyor.
SENATODA OYLAMA YAPILABİLİR
Akademisyenler neden korkuyor? Bölüm başkanlarından korkuyor, dekandan korkuyor, en baştan rektörden korkuyor. Çünkü kadroların bunların isteklerine göre verildiğini düşünüyor veya biliyor. Bunları tüm üniversitelerimiz için söylemiyorum tabiki.
Öğrencilerin, ana bilim dallarından başlayarak bölüm, fakülte ve üniversite kurullarında temsil edilmesi son derece önemlidir ama rektör seçimlerine dahil edilmesini doğru bulmuyorum. Memurların dahil edilmesine ise hepten karşıyım.
Adayların belirlenmesinin, üniversite senatolarında yapılacak seçimle yapılması uygun bir yöntem olur düşüncesindeyim. Senatoda yapılacak oylamanın da, aday sayısının bir fazlası oy şartıyla yapılmasının, üniversitenin gerçek eğiliminin ortaya çıkması açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
Sonuç olarak, sınırlı sayıda belirlenmiş aday arasından atamanın siyasi otorite tarafından yapılması uygun olacaktır. Bütün bunların yanında bazı akademisyen arkadaşlarımın, “yurt dışına çıkınca rahat nefes alıyorum” sözlerine şahit olmuşumdur. Bence bütün sorun, yurt dışına çıkınca rahat nefes alanlarla “yurda dönünce vatan toprağı öpenler” arasında yapacağımız tercihtir. Bu aynı zamanda nasıl bir üniversite istediğimizin de cevabıdır.