Libya’da Hükümet'in ateşle imtihanı
' Arabulucu ve diplomat rolü, Türkiye’nin İslam dünyasındaki lider konumunu da pekiştirecektir. Rusya’yla müzakerelerin yürütülmesi, Haftar’la temas edilmesi ve aynı zamanda Sarac’ın çıkarlarının da korunması, Türkiye’ye bölge liderliği açısından tarihi bir şans sunacaktır.'
Ortadoğu’da son yaşanan gelişmeler, yani Libya’da çatışmanın yoğunlaşması, Şii hilalindeki (Irak, İran, Lübnan) protestolar, Rusya’yla birlikte Suriye’de PKK/PYD sorununun çözümüne dair oluşturulan strateji, Türkiye’ye İslam dünyasında lider rolünü oynayabileceği yeni bir perspektif sunuyor. Bu perspektif, İslam dünyasını da Batı’dan kurtaracak. Suudi Arabistan ve Mısır, bu işlevi yerine getiremez, çünkü iki ülke de ABD ve İsrail’in bölge politikalarına bağımlı durumda. Bu da onların egemenliklerini bulanıklaştırıyor.
İran’ın egemenliği ise son dönemde Şii hilalinde dışardan kışkırtılan protestolar sebebiyle kısmen zayıflamış durumda. Diğer taraftan İslam coğrafyasında Şii etkisinin zaten sınırlı bir alanı var.
Bunlarla birlikte İslam dünyası, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinden bağımsızlaşmak ve çok kutuplu dünyada ayrı bir kutup olmak için ısrarlı bir mücadele veriyor. Bunun da öncüsü ancak Türkiye olabilir ve olmalıdır. Erdoğan’a da burada tarihi bir rol düşmektedir.
MAVİ VATAN VE DENİZDEKİ HİDROKARBON REZERVLERİ İÇİN SAVAŞ
Türkiye’nin liderliği, bugün kendi stratejik ve jeopolitik karşılığını “Mavi Vatan” doktrininde buluyor. Bu doktrin, esasen Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Boğazlar üzerindeki jeopolitik kontrolünü güçlendiriyor. Bu bölgeler, Çin ve Rusya gibi çok kutuplu dünyanın birer kutbu haline gelmekte olan devletler için de büyük önem taşıyor.
Mavi Vatan, tam anlamıyla Türk stratejik egemenliğinin jeopolitik kavramıdır. Bu kavram, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’deki etki bölgelerinin kendi bağımsızlığı lehinde revize edilmesini ve kıta sahanlığındaki hidrokarbonların çıkarılması da dâhil olmak üzere, bu deniz bölgesinin yeniden düzenlenmesi konusunda onu önleme girişimlerinin engellenmesini öngörüyor.
Türkiye, 2019 Şubat’ında Akdeniz, Karadeniz ve Ege Denizi’nde ülke için büyük tarihi öneme sahip deniz tatbikatlarını gerçekleştirdi. Bu tatbikatlarda yüzden fazla gemi ve 20 bin askeri personel yer aldı. “Mavi Vatan” kavramının babası Cem Gürdeniz, bu tatbikatların Türkiye’nin Batı’dan bağımsız bir deniz gücü olduğunu gösterdiğine işaret etmişti.
Haliyle bu tatbikatlar Batı’da endişe ve eleştiriyle karşılandı. Türk tatbikatlarına cevaben birkaç ay sonra nisanda Mısır ve Yunanistan Deniz ve Hava Kuvvetleri, Akdeniz’de ortak “Medusa 9” tatbikatını düzenlediler.
Doğu Akdeniz, özellikle münhasır ekonomik bölgedeki petrol zenginliğiyle devletler için tam bir çekim merkezi haline geldi. Mısır ve Güney Kıbrıs, birkaç kez Türkiye’yi Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesinde gaz arama çalışması yaparak uluslararası hukuku sözde ihlal etmekle suçladı (Mısır ile 2013 yılında yapılan Deniz Sınır Anlaşması uyarınca). 30 Ekim 2018’de, Türkiye, Akdeniz’de gaz arama faaliyetleri için sondaj çalışmalarına başladı.
AB, 4 Mayıs 2019’da bu çalışmadan duyduğu “ciddi rahatsızlığı” dile getirdi ve bunun Kıbrıs’ın egemenliğini ihlal ettiğini iddia etti. Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ise AB’nin, Türkiye’nin bu çalışmalarına gerekli tepkiyi vereceğini ve Güney Kıbrıs’la dayanışma içinde bulunacağını söyledi.
Bunlar haricinde Washington da 5 Mayıs’ta Türkiye’yi gaz arama faaliyetlerini durdurmaya çağırdı ve bunları, bölgede gerginliği arttıran provokatif çalışmalar olarak nitelendirdi.
BATI’YLA İLİŞKİLERİN GERİLMESİ
Güney Kıbrıs-Yunanistan-İsrail ittifakı zirvesine ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da katıldı. Ülkeler yayınladıkları ortak bildirgede Doğu Akdeniz bölgesinin enerji bağımsızlığını ve güvenliğini desteklediklerini ve de ayrıca Doğu Akdeniz’le Ortadoğu’yu “dış kötü etkilerden” koruyacaklarını ilan ettiler.
Özellikle 15 Temmuz Amerikancı darbe girişiminin başarısızlığından sonra ABD, bölgede yatırımını Yunanistan, İsrail ve Mısır’a yapmaya başladı. 28 Kasım 2019’da Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakat, Türkiye’nin denizdeki egemenliğini sınırlayan Amerikan stratejisine ciddi bir darbe oldu. Bu mutabakay, NATO’nun zayıfladığı ve üye ülkeler arasında anlaşmazlıkların güçlendiği bir ortamda imzalandı.
Altını çizmek gerekir ki, Türkiye, NATO’ya SSCB’nin kendi etkisini sınırlamasına karşı koymak amacıyla girmişti. Bugün ise temel tehdit ona ABD tarafından yöneliyor. Türk askeri çevrelerinde Türkiye’nin NATO’dan çıkmasının dahi tartışıldığı söyleniyor.
Kesin olan; Türkiye Batı’dan tam anlamıyla bağımsızlaşma sürecine girmiş durumda. Böyle bir bağımsızlık, Rusya, Çin gibi diğer güçlerin desteğiyle ve İran’la da işbirliği içerisinde Türkiye’yi lider bir devlet haline getirebilir.
LİBYA’DA BİR SINAVDAN GEÇİLİYOR
Libya, bugün Türk hükümeti için bir sınav olacak. Batı, her şekilde Kaddafi rejimini devirmek için elinden geleni yaptı. Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un yazışmalarından ABD’nin faal bir şekilde Fransa’yı desteklediği ortaya çıktı. Fransa’nın stratejisi de petrol ve altın gelirlerine doğrudan el koymak için Kaddafi’nin devrilmesini öngörüyordu.
Libya’nın istikrarsızlaştırılması, ABD’nin işine geliyordu, çünkü böylece Kuzey Afrika’da küreselleşme karşıtı cepheyi dağıtma imkânı elde edecekti. Bu cephe, Baas rejimi tipi Batı karşıtı rejimlerden oluşuyordu.
Ancak bugün Batı mekanizmalarının parçaladığı ülke, küresel yapının kontrolünden de çıktı. Libya, Suudi Arabistan, BAE, İtalya, Katar, Büyük Britanya, ABD, Türkiye ve ayrıca Rusya’nın da katıldığı vekâlet savaşlarının alanı haline geldi. Ancak Kaddafi’yi deviren Batı, yerine hiçbir şey önermedi ve sakin bir şekilde kanlı iç savaşın patlak vermesini izledi.
Bugün Libya’da yaşananların sorumlusu olarak ABD ve Batı’dan neredeyse bütün güçler nefret ediyor. Hatta birbirine zıt güçler de.
Libya, tamamen Batı’nın kontrolünden çıktı ve ABD ve Fransa karşıtlığının arenası haline geldi. Bugün bu ülkelere karşı savaş, İslam dünyasında Batı’ya karşı savaşla özdeş tutuluyor.
RUSYA’YLA MÜZAKERELER
Bundan birkaç gün önce 11 Aralık 2019 günü, Ocak ayında planlanan buluşma öncesinde Erdoğan’la Putin telefonda görüştü. Libya meselesi de gündem başlıklarındandı. Erdoğan’la Putin arasındaki görüşmenin ve Mavi Vatan stratejisinin detaylarına sahip üst düzey Türk kaynaklar, Erdoğan’ın iki sorunu çözeceğine işaret ettiler: Birincisi, Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakatın korunması. İkincisi ise Türkiye’nin askerî-deniz politikaları için anahtar rol oynayan Misrata’nın güvenliğini sağlamak. Bu bölgede güç dengeleri, oldukça karmaşık. Türkiye, hayati çıkarları açısından önem taşıyan bu bölgenin istikrarının güvencesi olabilir.
Başka bir seçenek de Suriye’de başarıyla sınanmış olan İdlib gerginliği azaltma bölgesi gibi Misrata’da Rusya’yla ortak bir bölge oluşturmak. Kaynaklara göre Türk-Rus ortak devriyesi de seçenekler dışında tutulmuyor. Suriye’de uygulanan bu metot, ciddi bir etki göstermişti.
Misrata’da Müslüman Kardeşler’e bağlı bir dizi grup, Erdoğan’ın sadık müttefikleri konumunda. Türkiye’nin Misrata’nın üst düzey yetkilileriyle sıkı dostane ilişkileri var. Trablusgarp’a gelecek olursak; farklı türden grupların farklı bölgeleri kontrol altında tutmasından dolayı oldukça zayıflamış durumda. Bu gruplar arasında teröre bulaşmış olanlar da var ve bu, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni zayıflatıyor.
Batı, bu grupları Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı baskı kurmak amacıyla vesayet savaşlarında kullanıyor. İlginçtir, Türkiye-Libya mutabakatının hemen ardından 4 Aralık’ta Sarac'ın Başkanlık Konseyi Merkezi’ne silahlı bir saldırı gerçekleşti. Halife el-Gavi’nin başını çektiği bu darbe girişiminin Batı’nın mutabakattan ve Mavi Vatan stratejisinin hayata geçmesinden duyduğu rahatsızlığın bir sonucu olduğu söylenebilir.
Trablusgarp’taki durum oldukça istikrarsız. Türkiye’nin çıkarlarını gözetmek, iç savaşa son vermek ve bölgeden terörizmi temizlemek açısından Rusya’yla birlikte bir strateji geliştirmek önem taşıyor. Libya’da etkisini kaybeden Batı, terörist unsurları ülkedeki kargaşanın devamı için kullanıyor. Çok kutuplu dünya stratejisinin Kuzey Afrika’da hayata geçmesi istenmiyor.
Askerî uzmanlara göre Ankara’nın Trablusgarp’a asker göndermesi, Türkiye’nin doğrudan çatışmanın içine çekilmesi anlamı taşıyacak ve Türk Ordusu’nun kayıplar vermesine de yol açacak. Libya’daki kaynaklar, Erdoğan’ın yukarıda geçen düşünceleri bağlamında Misrata İhtiyarlar Heyeti’nin kendi güçlerini Trablus’tan çekmeyi tartıştığını da aktarıyorlar.
ÇATIŞMALAR ÜSTÜ BİR KONUMA SAHİP OLMAK
Libya’da Haftar, şu an ülkenin büyük çoğunluğunda hâkimiyet kurmuş durumda. Böyle bir durumda Sarac’ın ülkenin tamamını kontrol altına almasını beklemek gerçekçi değil. Bu, bölge lideri ve Doğu Akdeniz’de egemen bir güç olma hedefleri konusunda Erdoğan için ciddi bir sorun yaratıyor. Erdoğan, tabii ki Sarac’ı, Müslüman Kardeşleri ve kendine bağlı grupları desteklemekten vazgeçemez. Ancak Erdoğan, tek taraflı bir çizgi izlediği durumda, tek bir güce kaderini tamamen bağlayarak İslam dünyasındaki çatışmalarda üst bir hakem konumunu kaybetmiş oluyor.
Sadece savaşı kaybedebilecek tarafla bağ kurulması Türkiye’nin bölgedeki etkisinin de zayıflamasına yol açabilir. Ayrıca Türk-Rus ilişkilerine de olumsuz bir şekilde yansıyabilir. Bu da küresel güçlerin işine gelir.
Bu noktada temel mesele, Haftar’ın kazanması durumunda Türkiye-Libya mutabakatını nasıl korunacağı. Bu noktada Rusya’nın Haftar üstündeki etkisi değerlendirilebilir. Bu açıdan askerî kayıpların da verilebileceği başarısız bir çatışmanın tarafı olmak yerine Rusya’yla bu konuda doğrudan görüşmelere hemen başlamak gerek.
Bu durumda Ankara, Moskova’dan gerekli garantileri alabilir. Bu hassas konu, şüphesiz Erdoğan’ın Putin’le kişisel ilişkisi üzerinden çözülebilir. Mutabakat, bölgede güç dengelerini gözeten ve çok kutuplu bir modelden yana olan Rusya’nın aracılığıyla ve sonrasında Haftar tarafıyla doğrudan görüşmelerle Temsilciler Meclisi’nde onaylatılabilir.
Erdoğan, bölge lideri konumunu pekiştirerek ve Rusya'nın desteklediği güçle doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınarak, taraflar üstü bir yere gelerek mutabakatın her ihtimalde geçerli kalmasını sağlayabilir. Bu, Türkiye’nin askerî deniz gücünün Akdeniz’e geri dönüşünü, enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmasını beraberinde getirecektir. Diğer taraftan Batı’yla kötüleşen ekonomik ilişkiler ortamında Türkiye’nin refahında doğrudan rol oynayacaktır.
Arabulucu ve diplomat rolü, Türkiye’nin İslam dünyasındaki lider konumunu da pekiştirecektir. Rusya’yla müzakerelerin yürütülmesi, Haftar’la temas edilmesi ve aynı zamanda Sarac’ın çıkarlarının da korunması, Türkiye’ye bölge liderliği açısından tarihi bir şans sunacaktır.