23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Liz'i kim yaktı?

İngiltere Başbakanı Liz Truss eylül ayında koltuğuna oturdu, 1,5 ay koltukta kalabilen Truss 20 Ekim tarihinde istifa etti. Truss kredisini kamuoyunun nezdinde ve hatta kendi partisinin nezdinde büyük ölçüde kaybetmiş durumdaydı

Liz'i kim yaktı?
A+ A-
Metin Akgerman

Peki ne oldu da bu hale gelindi?  Şahsi görüşüm, İngiltere'de olan biten olaylar Türkiye ile çok benzeşiyor. Truss da koltuğa oturduğunda, "Vergiyi azaltacağım, büyümeyi artıracağım ve büyümeyle oluşacak katma değer artışı sayesinde borçların milli gelire oranı yönetebilir kalacak, muhtemelen pound biraz zayıflayacak ve İngiltere'nin rekabetçiliği artacak" görüşündeydi. Yani bir seçenek mali disiplin seçeneği idi diğer seçenek büyümeyi önceleme seçeneği idi ve Truss büyümeyi seçti. Buraya kadar olay Türkiye ile aynı. Türkiye'de İngiltere gibi cari açığı olan bir ülke ve Türkiye hükümeti de İngiltere gibi mali disiplini değil büyümeyi önceleyen politikaları seçti. Yani bizim meşhur "heterodoks" politika yolunu Liz Truss’ta seçmek istedi. Soru şu: neden sistem patladı? Çünkü İngiltere Merkez Bankası bağımsız havalarda takılıyor ve Truss’un mini bütçeyi açıklamasının hemen akabinde faiz silahını ateşledi ve faizi aşırı seviyede yükseltti. Türkiye'de ise Merkez Bankası hükümete bağlı ve faizi artır(a)madı. İşte tüm farkı yaratan olay bu. Sonuçlara bakalım. İngiltere'de faizlerin artması ile vatandaşın ev kredi faiz ödemeleri arttı. (Türkiye’deki gibi ev kredilerinde faiz sabit değil, değişken) Vatandaş ayda 1000 GBP ev kredisi öderken ödemesi 2000 GBP’ye çıktı. Üstelik evinin değeri düştü. Ekonomideki on binlerce şirketin borçları bir anda döndürülemez hale geldi ve şirketler hızla yatırımları dondurma, tasarruf ve küçülme tedbirlerini gündemlerine aldılar. Şirketlerin borsa değeri azaldı, bazı tahvillerin değeri düştü ve İngilizlerin emeklilik fonlarının değeri azaldı. Yani bir yanda başbakan ekonomiyi büyütücü paket açıklıyor, diğer taraftan Merkez Bankası ekonomiyi hızla daraltıcı hamle yapıyor ve başbakanı kundaklıyor. Olan budur. Başbakan da Merkez Bankası başkanını kovamadığı için hazine bakanını kovup vitrini kurtarmaya çalışıyor ve vatandaşın önüne bir günah keçisi atıyor. Başbakan bu olaylar sonrası medyaya çıkıp özür diliyor, hataları olduğundan ve çok hızlı ve çok erken bazı kararları aldığından bahsediyor, tabi artık olan olmuş, ekmek teknesi devrilmiş.

 Geldiğimiz noktada piyasalarda güven kaybı oluşmuştur ve algılanan risk seviyesi artmıştır ve faiz artışına rağmen GBP'ye bir istikrar geldiği meçhuldür. Ekonomiyi büyütmek için yola çıkıp ekonomiyi garantili küçültecek sonuca böyle gelindi işte. İngiltere örneği bize açık olarak gösteriyor ki, Merkez Bankası bağımsız ise başbakan bağımsız ekonomi politikası filan yönetemez, rezil olduğu ile kalır. Bağımsız denilen Merkez Bankası ise bağımsız filan değildir. Sadece hükümetin kontrolü dışındaki bazı çevrelere bağlıdır.  Bu işte bir sorun var. Vatandaş oy veriyor bir lider seçiyor ve o liderden ekonomiyi düzeltmesini istiyor ama finans-kapitalin patronları başbakana rekabetçi bir ekonomik düzene geçme şansını tanımıyorlar.

 Bu örnekten tekrar Türkiye'ye dönelim. Türkiye eğer Merkez Bankası'nı bağlamasaydı ve uygulamaya alınan ekonomiyi büyütücü, yatırımları artıran, TL'yi zayıflatan, işsizliği azaltan politika setine karşı Merkez Bankası faizleri artırsaydı ne olacaktı? Yazalım. Öncelikle faizler öyle 5 puan 10 puan artışı ile kesmeyecekti bugün belki yüzde 60’ları görmüş olacaktık. Ekonomide talep ve yatırımları tamamen kesmiş olacaktık, üstelik buna rağmen TL'nin uzun vadede zayıflaması tam olarak engellenemeyecekti. İşsizlik hızla artıyor olacaktı. AK Parti ve hükümet diye bir şey zaten ortada kalmamış olacaktı.

Türkiye doğru yolu seçmiştir, Türkiye için batılı piyasalardan makul oranlar ile borçlanma ve bir yandan bağımsız politika yürütmek gibi bir olasılık yoktur. Türkiye ya faizleri tam teslim ve iflas noktasına kadar artırır ve ekonomisi fiilen finans-kapital baronlarının kontrolüne geçer (ilgili kurumlar üzerinden) ve inek gibi sağılır. Ya da faizleri düşük tutar, kuru rekabetçi tutar, üretim ekonomisine geçer, işsizliği azaltır, tasarruf yapar, yatırım yapar, alacağı borcun faizini kendi parası veya yabancı para üzerinden kendi belirler hale gelir, muhtemelen negatif reel faiz ile borçlanır, ve tam bağımsız olarak refah yolunda yolunda devam eder.

İngiltere'de olanlar Türkiye'nin seçtiği yolu doğrulamaktadır. İngiltere her sene 200 bin kişiye iş veriyor, Türkiye 1 milyon kişiye iş veriyor. İngiltere 2023'te sıfır büyüyor hatta küçülüyor. Türkiye ise en az yüzde 5 büyüyecek. Hangi politika doğru? Boş geçelim çok bilmiş liberteryen finansçıların verdiği akılları.

Son Dakika Haberleri lizz truss