Malezya izlenimleri-3! Avrupa’nın 446 yıl sömürdüğü tarihi şehir: Malaka
Malaka’nın tarihini anlamadan Malezya tarihini anlamak mümkün değil. Baharat merkezi Malaka tam 446 yıl Avrupa ülkelerinin sömürgesiydi: Portekiz, Hollanda, İngiltere!
Kuala Lumpur’daki son günümde Malezya’nın tarihi şehri Malaka’ya günübirlik bir turla gittim. Tur rehberimiz Hint kökenli Malezya vatandaşı Sasi idi. Malaka sokaklarında Sasi’nin rehberliğinde yürüyerek Malaka’nın tarihine kısa bir yolculuk yaptım. İlk durağımız 1511 yılında Malaka’yı ele geçiren ve 1641 yılına kadar sömürgesi altında tutan Portekizli sömürgecilerin 1511 yılında yaptığı Portekiz Kalesi’nden (Porta De Santiago veya A Famosa) kalan küçük bir kalıntı idi.
Portekiz Kalesi İngilizler tarafından yıkılmadan önce çok büyük bir alanı kaplıyormuş. Napolyon Savaşları sırasında (1795-1817) İngilizler o sırada Hollanda sömürgesi altında olan Malaka’yı Hollandalılar savunmadığı için kısa süreliğine ele geçirmiş. İngilizler, Portekiz Kalesi tekrar Fransızların eline geçer korkusuyla 1806 yılında kalenin neredeyse tamamını yıkmaya başlamış ancak Penang’dan Malaka’ya gelen Singapur’un kurucusu Stamford Raffles’ın müdahale etmesiyle birkaç küçük yapı kurtarılmış. Gördüğüm Portekiz Kalesinin küçük giriş kapısı Asya’daki Avrupa mimarisinin hayatta kalan en eski kalıntılarından biri olarak çok fazla turist çekiyor.
MALAKA’NIN KISA TARİHİ: MALAKA SULTANLIĞI (1400-1511)
Uluslararası ticaret ve taşımacılık açısından son derece stratejik bir öneme sahip olan Malaka’nın tarihini anlamadan Malezya tarihini anlamak mümkün değil çünkü Malaka 1511’den 1957’ye kadar üç farklı Avrupa ülkesi tarafından sırayla sömürge haline getirilmiş. Malaka’nın önce Portekizliler (1511-1641), sonra Hollandalılar (1641-1824) ve en son İngilizler (1824-1957) tarafından sömürülmesi Malezya’nın sömürgecilik tarihini özgün bir konuma yerleştiriyor. Malaka 446 yıl sadece sömürgeciler tarafından sömürülmemiş aynı zamanda sömürgeci güçler arasındaki rekabetin de merkezinde yer almış.
Malaka’nın sömürgeleştirilmesini anlamanın yolu da Malaka Sultanlığı’nın tarihini bilmekten geçiyor. 1400-1511 yılları arasında hüküm süren Malaka Sultanlığı’nı Malay yarımadasında daha önce kurulan diğer krallıklardan ayıran temel özellik, sultanlığı yöneten yönetici sınıfların İslam’ı kabul etmesi ve İslam’ın gücüyle sultanlığın gücünün zirvesine çıkması. İslam; Arabistan, İran, Hindistan ve Çin’den gelen tüccarlar aracılığıyla Malaya’da 1400 yılından çok önceleri tanınmaya başlamıştı ancak İslam’ın köklü ve kurumsal bir şekilde yayılması 15. yüzyılda Malaka Sultanlığı döneminde gerçekleşiyor. Arabistan, İran ve Hindistan’dan çok seçkin din insanları ve alimler Malaka’ya gidiyor. Çinli Müslüman amiral Zheng He, Malezya’ya ve Endonezya’ya yaptığı seferlerle İslam’ın daha da yayılmasını sağlıyor. Zheng He, 15. yüzyılın başında Malaka’yı da birçok kez ziyaret ediyor ve burada önemli bir Çin nüfusunun oluşmasını sağlıyor.
Malaka’yı yıkılan Singapur Krallığı’nın son kralı Parameswara 1400 yılında kurmuş. Kuzeyde Pattani’den güneyde Endonezya’nın Sumatra adasının kuzey bölümlerine kadar olan topraklarda 111 yıl hüküm Malaka Sultanlığı, Doğu ve Batı’nın deniz ticaret yolları arasındaki stratejik konumunu iyi kullanıyor ve Malaka’yı tüccarlar için bir cazibe merkezi haline getiriyor. Malaka Boğazı’na gelen tüccarlar gemilerinin yolculuklarına devam etmelerini sağlayacak muson rüzgarlarını beklemek için Malaka’da kalıyor.
O dönemde tüm dünya için son derece önemli olan bir ticaret kalemi daha var: Baharat. Baharatlara sadece yemeklere lezzet katmak için değil et gibi çiğ yiyecekleri korumak için de çok ihtiyaç duyuluyordu. Endonezya’nın doğusundaki Baharat Adaları’ndan Malaka’ya getirilen karanfil, kimyon, beyaz biber, karabiber ve tarçın gibi baharatlar dünyanın birçok yerinden tüccarları Malaka’ya çekiyordu. Malaka’yı ticari açıdan çekim yeri haline getiren sadece baharatlar değildi. Tekstil ürünleri, metaller ve mineraller, pirinç, şeker ve çay gibi ürünler de Malaka’nın ticaretinde önemli bir yere sahipti. Kısacası Malaka Sultanlığı gerek coğrafi konumu gerekse ticari önemi nedeniyle Asya’nın en önemli imparatorluklarından biri haline gelmişti.
PORTEKİZ’İN YÜKSELİŞİ VE MALAKA’DA PORTEKİZ SÖMÜRGECİLİĞİ
İslam dinin yayılmasıyla güçlenen ve uluslararası ticarette önemli bir ülke konumuna gelen Malaka Sultanlığı’nın Portekiz’in hedefi haline gelmesi şaşırtıcı değil. Portekiz kralı 2. Joao daha 1486’da kaşif Bartolomeu Dias’ı, Hindistan'a giden bir ticaret yolu bulması için görevlendirmişti. Dias 1488’de Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnu’nu keşfetti. 1493 yılında Papa 6. Alexander dünyayı dönemin en büyük deniz güçleri olan İspanya ve Portekiz arasında bölüştüren bir papalık kararı (Inter caetera) yayımladı. Bu papalık kararı, bu ülkelere Hıristiyan olmayan tüm toprakları sömürgeleştirme, kullanma ve bu topraklardaki insanları Katolik Hıristiyana dönüştürme hakkı veriyordu ancak Portekiz bu kararı kabul etmeyince 1494 yılındaki Portekiz ve İspanya Tordesillas Antlaşması ile dünyada sömürgeleştirilecek bölgeleri ve ülkeleri yeniden aralarında paylaştı.
1498’de kaşif Vasco de Gama Avrupa’dan çıkıp Hindistan’a ulaşarak Doğu’daki baharatlara giden deniz yolunu buldu. Portekizli komutan Afonso de Albuquerque 1510 yılında Hindistan’daki Bijapur Sultanlığı’ndan Goa’yı aldı ve burayı ana demirleme merkezi haline getirdi. Albuquerque, Goa’dan sonra 1511’de Malaka şehrini ele geçiriyor. Albuquerque, Malaka’yı ele geçirince limanda bulduğu Müslüman gemilerini yakıyor, Müslümanları katlediyor, hayatta kalanlar ise köle olarak satılıyor (Keith Irvine, The Rise of the Colored Races, s. 113). Portekiz, bu sömürgecilik seferleri ile baharat ticaretinin, Çin ve Japonya ile ticaretin denetimini eline alıyor ve Hint Okyanusu’nda hakim bir konuma yükseliyor. Portekiz daha sonra Safevilerin elinden 1515’te Hürmüz’ü alıyor ve Asya’daki ticaret noktalarını Malaka, Goa ve Hürmüz ile denetim alına alıyor. Portekiz’in bu sömürgecilik maceralarını okuduğumuzda Osmanlı Devleti’nin neden 1500’lerin ortalarından sonra duraklama dönemine girdiğini biraz daha net görmüş oluyoruz.
Malaka Portekiz’in eline geçtikten sonra şehirde daha önceden Araplar, Hintler ve Çinliler arasında var olan uyum ve barış ortamı ortadan kalkıyor. Asya’nın köklü milletleri olan Araplar, Hintler ve Çinliler Malaka’ya Portekiz gibi istila veya sömürü için değil ticaret için gitmişti. Portekiz, Malaka’yı alınca limanlara hakim olabilmek için askeri güç kullanıyor ve ticareti de askeri güç vasıtasıyla sağlıyor. Portekiz’in 1511’den 1641’e kadar 130 yıl Malaka’da sömürgeci bir güç olarak kalması daha üstün bir askeri teknolojiye sahip olmasıyla alakalı ancak bu dönemde eski Malaka Sultanı Mahmut Şah, Johor ve Açe Sultanlıkları, Portekiz sömürge yönetimine karşı direniş de göstermiş. 1551’de Johor Sultanlığı döneminde Malaka kuşatılıyor ama alınamıyor. Özellikle Osmanlı Devleti tarafından desteklenen Açelilerle Portekizliler arasındaki çatışmalar 1519’dan 1639’a kadar sürmüş.
Sömürgecilik, kaba kuvvete ve sömürüye dayandığı için Portekizlilerin yönetimi Malaka’daki toplumsal ve ekonomik yapıyı olumsuz etkilemiş. Lehman, Portekizlilerin Malaka’da karlarını en üst düzeye çıkarmak için her işlemden vergi aldığını ve bunun ticareti engellediğini, Katolik Portekizlilerin Güneydoğu Asya kültürünün şekillenmesinde önemli bir rol oynayan Müslüman Araplara karşı fiziksel olarak düşmanlık beslediğini, bu saldırgan zihniyet ve dini hoşgörüsüzlüğün ekonomik ve kültürel açıdan önemli bir merkez olan Malaka’nın medeniyet birikimini yok ettiğini yazıyor (Don Lehman Jr., Colonialism to Independence: Southeast Asia (1511-2014), s. 39). Nedense Malaka ile ilgili çoğu gezi yazısında sömürgeciliğin yarattığı bu olumsuz sonuçlara hiç değinilmiyor.
AZİZ PAUL KİLİSESİ VE MİSYONER AZİZ FRANCIS XAVIER
Malaka’da Portekiz Kalesi’ni gördükten sonra 1521 yılında Portekizliler tarafından bir tepeye inşa edilmiş ve Güneydoğu Asya’daki en eski kilise olan Aziz Paul Kilisesi’ni ziyaret ettik.
Portekizlilerin “Nossa Senhora da Graca” adını verdiği kilisenin ismi, Hollanda Malaka’yı 1641 yılında ele geçirince Aziz Paul Kilisesi olmuş. Kilisenin duvarları soyluların ve eşlerinin mezar taşlarıyla kaplı. Taşların üzerinde Portekizce yazılar var. Kilisenin bahçesinde 1952 yılında yapılan İspanya doğumlu Fransız misyoner Francis Xavier’in heykeli de var. Xavier, Cizvitler’in kurucuları arasında yer alıyor ve Asya’da Hıristiyan misyonerliğini başlatan kişilerden biri. Hindistan, Malay takımadaları ve Japonya’da Hıristiyanlığın yayılmasında etkili olmuş ve yaşarken yaklaşık 30 bine yakın din değiştireni vaftiz etmiş.
Xavier 1552’de Çin’in Shangchuan adasında ölmüş. 1553 yılında Xavier’in cenazesi Hindistan’daki Goa’ya götürülmeden önce 9 ay boyunca geçici olarak bu kilisede gömülmüş. Xavier’in çürümeyen bedeni Hindistan’ın Goa eyaletindeki bir Katolik bazilikasında tutuluyor ve belirli aralıklarla halka sergileniyor. Xavier’in vaftiz yapan sağ kolu, 1614 yılında kesilmiş ve Roma’ya gönderilmeden önce gümüş bir kutsal emanet kasasına koyulmuş. Xavier’in sağ kolu ise bugün Cizvit Katolik tarikatının ilk kiliselerinden biri olan Roma’daki Gesu Kilisesi’nde sergileniyor.
Xavier ve Malaka ile ilgili anlatılmayan bilgileri yine Lehman’dan öğreniyoruz: “Portekizliler Arap ticaret merkezlerini fethetmeye geldiklerinde sözde üstün kültürlerini yaymak için rahiplerini de yanlarında getirmişlerdi. Bu Güneydoğu Asya için bir ilkti. Hıristiyanların Güneydoğu Asya’ya gelişinden önce her gelenek kendi ayin ve ritüelleriyle kendi dinini koruyordu. Bununla birlikte herhangi bir din propagandası yapılıyor gibi görünmüyordu. Din değiştirmeler silah zoruyla değil ikna yoluyla gerçekleşti. Hinduizm, Çin Budizmi ve yerli halkın kabile dinleri ayrıcalıklı dinler değildi. Dahası, zamanın Müslüman dini bu hoşgörülü inanç sistemlerinin üzerine basitçe yerleştirilmişti. İslam’ın Güneydoğu Asya’daki esnekliğinin nedenlerinden biri Avustronezya dili konuşan adalıların askeri güç nedeniyle değil, kısmen ekonomik avantaj elde etmek için isteyerek, neredeyse kendiliğinden din değiştirmeleriydi. Bu Katoliklik için geçerli değildi. Aziz Francis Xavier Portekiz savaş gemilerine eşlik etti” (Lehman, a.g.e., s. 40). Lehman, Cizvit Katoliklerinin inanmayanlar arasında Hıristiyanlığı ya sözle ya da kılıç zoruyla yaydığını da ekliyor.
HOLLANDA VE İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİNDEN SONRA YÜKSELEN ASYA
Malaka’nın merkezindeki kırmızı renkli yapıların olduğu Hollanda Meydanı’nda kısa bir gezi yaptım. 1641 yılında bir başka sömürgeci güç olan Hollanda, Johor ve Açe Sultanlıklarıyla kurduğu ittifak sayesinde Malaka’yı Portekiz’in elinden alıyor. 1753 Hollanda yapımı Anglikan Mesih Kilisesi (Christ Church) bu meydandaki en ünlü yapılardan biri ve Malezya’nın en eski Protestan kilisesi olarak varlığını koruyor. 1824 yılında İngiliz-Hollanda Antlaşması'nın imzalanmasıyla Malakka’nın mülkiyeti İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’ne geçince, İngiltere Hollandalıların “Hollanda Reform Kilisesi”ni “Mesih Kilisesi” olarak yeniden adlandırıyor. Kızıl Meydan olarak da bilinen Hollanda Meydanı’nda eski bir belediye binası ve saat kulesi var. 1911 yılında Hollanda yapılarını ayırt etmek için meydandaki kilise ve bazı yapılar kırmızı renge boyanmış.
Malaka, Hollandılara geçince Hollandalılar kalay üretim faaliyetlerini tekeline alıyor ve bu durum yerel halkın tepkisine yol açmış. Hollanda sömürge yönetimi sırasında Hollanda’ya karşı yerel halk tarafından saldırılar düzenlenmiş. 1651 ve 1658’de Perak halkı, zengin kalay cevheri yataklarıyla tanınan Perak’taki Hollanda fabrikalarına saldırıyor. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, 183 yıllık sömürge döneminde daha çok ülkedeki kalay yataklarıyla ilgileniyor ve zaman zaman Johor Sultanlığı’nın saldırılarına uğruyor. Daha sonra Malaka 1824’teki İngiliz-Hollanda anlaşması ile İngiltere’ye geçiyor. Malaka, Penang ve Singapur ile birlikte 1826 yılında İngilizlerin kurduğu Boğaz Yerleşimleri’nin bir parçası oluyor ve 1957’ye kadar İngilizlerin sömürgesi olarak kalıyor.
Malaka Meydanı’nı gezdikten sonra Sasi bize “Uyum Caddesi”nde yer alan Hint Müslümanlarının camisini, Hintlerin Hindu tapınağını, Budizm, Konfüçyüsçülük ve Taoizmi birlikte uygulayan bir Çin tapınağını gösterdi.
Sonra öğlen yemeğimi tura katılan diğer kişilerle birlikte bir Çin restoranında yedim. Yemekten sonra tur sırasında tanıştığım sıcakkanlı bir Hollandalı adamla Malaka’daki “Baba Nyonya Evi Müzesi”ni birlikte gezdik.
Malaka eyaletinde Baba-Nyonya veya Peranakan olarak adlandırılan etnik Çin-Malezyalıların torunlarının yerel tarihini sergileyen bu müze ev gerçekten çok güzeldi. Müzeyi gezerken Hollandalı adam bana döndü ve şöyle dedi: “Bizim Batı toplumu çok bireyci. Bu Çin evine baktığımda ortaklaşacılık görüyorum.” dedi. İngiltere’de öğrenci iken hep Batı toplumunun bireyci olduğunu ve Batı medeniyetinin düşüşe geçmesinde bu bireyciliğin etkili olduğunu söylerdim. Peranakan evinde gezerken Hollandalı adamın benzer sözleri bana bu konu hiç açılmadığı halde söylemesi beni şaşırtmıştı. Asya’nın bireycilikten uzak dayanışmacı kültürünü bir Batılının görmesi oldukça önemli çünkü bu kültür, yeniden yükselen Asya medeniyetinin temelinde yatan kültür. Malaka, bu kültürü hala yaşatıyor ve tüm dünyaya örnek oluyor.