11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Manavgat yangınlarının içinden

Antalya-Alanya karayolu Manavgat ve Side’yi birbirinden ayırır. Yangının tahribatını ilk kez, gazeteci arkadaşım Mustafa Karabıyık beni arabasıyla Manavgat yangınının merkezine götürdüğünde gördüm...

Manavgat yangınlarının içinden
A+ A-
LEVENT ULUÇER

Çiçeği burnunda muz ağaçlarının yapraklarının üzerindeki küçük kırmızı yuvarlakları göstererek, “Bak işte bunlar kırmızı örümcekler ve muzlar için zararlılar.” dedi Hasan Özden. Hasan, Antalya’nın muhteşem görünümlü Apollon Tapınağı’yla ünlü Side’nin yerlisi. İlk üniversite eğitimini aldığım Turizm İşletmecilik’ten (BTİOYO) dönem arkadaşım. Muz serasını gece-gündüz korumakla görevli 20 yaşındaki Beşir de “Abi, bu kırmızı örümcekler yangınla birlikte geldi. Daha önce yoktu.” dedi. Böylece, sera işçilerinin yapılacak işler listesine bir de bu kırmızı örümcekleri temizleme işi eklendi. İlerleyen günlerde, sadece bu civarda oturanlar değil, yangının verdiği tahribatın tarım alanlarına da ne denli zarar verip vermediğini hep birlikte göreceğiz; “fiyatlar” bize durumu anlatacak en net ölçüt olacak.

Hayatımda ilk kez hem de doğal olan muz plantasyonlarını 15 yıl kadar önce Çin’in Hainan adasında görmüştüm. Bu sefer Manavgat’ta, Hasan’ın bu bölgelere özgü taşevleri (cottage) bilgeliğinden sonra, bir başka girişimi olan muz seralarında da görmüş oldum. Çin’deki doğal, Antalya’dakiler seraydı çünkü son zamanlarda muz seracılığı işi Antalya bölgesinde çok gözde. Devletten teşvik de alınarak kurulan bu muz bahçeleri her yerde göze çarpıyor; elbette teşvik Anamur muzu yetiştirene veriliyor. Pazarlarda yerli muz satılıyor, marketlerde ise seçenek var. Yerli muzun bolluğunu her yerde görünce, insan, böyle giderse muzda 10 yıla kalmaz Güney Amerika’ya rakip oluruz diye de düşünüyor.

DOĞA VURUR; POYRAZIN GÜCÜ!

Hasan’la Side’den onun Manavgat’taki muz serasına doğru giderken, yolda bana yangının Manavgat tarafından Side’ye nasıl atladığını nokta nokta gösterdi. Yangının tahribatı en azından Side tarafında yok denecek kadar az oldu. Yangının başladığı geceyi de çok net biliyorum. O gece anormal bir poyraz vardı. Ter insanın üzerinde saniye bile kalmadan poyrazın keskin rüzgârıyla anında kuruyordu. Her yer birkaç saatte uçuşan yapraklarla dolmuştu. Şaşırdığım nokta şu; poyrazla birlikte bu kadar çok biriken yaprak, neden tersi rüzgâr olan lodosta hiç olmaz? O gecenin anormal havasının bir şeyler getireceği belliydi ama yangın gerçekten hiç aklıma gelmemişti.

Sonraki günler kimi zaman yatakta uyunamayacak derecede kötü bir duman, kırmızı ya da siyah bir hava atmosferi birbirini izledi. Poyrazın gücü gerçekten anormaldi. Çam kozalaklarının, kızıl çam ağaçlarındaki reçinelerin bu yangınla verdiği tahribat gerçekten inanılmazdı ama Akdeniz’in belki de binlerce yıllık doğası da işte bu ağaçlardı. Dolayısıyla bu yangınlar doğanın döngüsünün devamıydı; o geceki anormal poyraz, doğanın bu yıkıcı gücünün ispatıydı.

ATATÜRK DEVRİMLERİ YOKSA DOĞA DA YOK!

Antalya-Alanya karayolu Manavgat ve Side’yi birbirinden ayırır. O yol olmasaydı, turizmin Türkiye’deki en önemli duraklarından olan Side’nin ne olabileceğini tahmin etmek zor. Yangının tahribatını bana ilk kez, gazeteci arkadaşım Mustafa Karabıyık arabasıyla beni Manavgat yangının merkezlerine götürdüğünde gördüm. Oymapınar baraj gölünün etrafı tamamen yanmış, oraya gitmek istemedim. Göl etrafında ve Manavgat ırmağı boyunca kahvaltı yerleri vardı; gölde birkaç kere yüzmüşlüğümüz de var. Bizler bu kısa gezilerimiz sonrası insanların etrafa, göle attığı çöpleri hep beraber torbalar dolusu toplardık. O zaman “Belediyeye söyleyelim, gelip çöp atılmaması için uyarı levhaları koysun” diye düşünürdük. Bu ilkin insanın birikiminde, uygarlığında, çağdaşlığında, vicdanında, insanlığında olacak; bizler yani etraftaki o çöp yığınlarını temizleyenler “çevre” uyarısını çoktan almıştık; yangınlar neden sönemeyeceğini çok uzun süre önce kendisini belli etmişti! Atatürk Devrimlerinin mutlak değerini yine ulusça anladık ya da anlayan anladı.

YANGININ SUÇLUSU KİM Mİ?

Sorgun ormanlarında gece nöbette olanları Mustafa haber yapmış, linkini bana gönderdi. Yılların insanlık düşmanlarından PKK yangınları üstleniyor. En azından bir kısmını yakmak için müdahale ettikleri kesin, sosyal medyada da görüntülerini bolca gördük. Ancak bu örgütün kurucusunun ve fonlayıcısının (tıpkı FETÖ gibi, Çin’deki Falun Gong gibi, Kore’deki Moon tarikatı gibi) siyonizm olduğu gerçeğine herkes gözlerini nedense kapıyor, söylemiyor. Yakan kendileri değilmiş gibi bir de kalkıp alay edercesine, bir adet yangın uçak yardımı göndermeyi teklif etmezler mi, neyse ki reddedildi! Bu, yangınlar boyunca Türk hükümetinin yaptığı en olumlu, en mükemmel hareketti.

Mustafa’yla gezerken yangının ne boyutlarda olduğunu ve rüzgâr biraz daha devam etseymiş daha ne boyutlara ulaşabileceğinin dehşetini anlayıp sarsılıyorsunuz. Yangının Manavgat’ın girişindeki karşılıklı iki benzin istasyonunun tam yanına kadar gelmiş olması ilk tokattı. Hasan da bana yangın ve kıvılcımların nokta nokta nereden nereye sıçradığını gösterirken, Side tarafında kalan diğer benzin istasyonunu gösterip “Bak, bu istasyona küçük bir kıvılcım geldiğinde olabilecekleri düşün” dedi. Kıvılcım Manavgat tarafından Side tarafına 200 metre kadar aralıkla sıçrıyor. Benzin istasyonu ise o sıçrama hattının sadece 50-100 metre batı tarafında. Yani, tamamen şans!

KAPLUMBAĞALAR BU SEFER TAVŞANI GEÇEMEDİ!

Doğa gücünü gösterip bize tokat atmaya devam ediyor: Geçen hafta sonundaki anormal yağmurdan sonra yangınların büyük kısmı durdu. Ben de Mustafa ile yağmurdan iki gün sonra yangın mahallerindeyim. Ama gerçekten anormal dökülen yağmurdan sonrası yangın alanındaki halen var olan yangın kokusu inanılır gibi değildi; o yangın kokusu o yağmura rağmen halen nasıl kalabilmişti! Gerçek cehennemin ne olduğunu işte o zaman anlıyorsunuz. Biz arabayla giderken yol boyunca birçok insan da arabalarıyla gelip etrafa bakıyorlardı. İçim hiç elvermediği için o tarafa bakamadım çünkü Mustafa’nın “Bak insanlar ölmüş kaplumbağanın fotoğrafını çekiyorlar” demesi yetti.

Haliyle sadece Antalya’nın büyükşehir ve ilçe belediyeleri değil, Türkiye’nin her yerinden belediyeler, itfaiyeler, jandarma vs de burada. Belediyeler, itfaiye, THK, hükümet vs kısaca devletin tüm yasal kurumları ve halk örgütleri bu yangından kendilerine ders çıkarmasını bilmeliler. Bu felaket süresince yaptıkları, yapamadıkları ya da varsa yanlış yaptıklarından ders çıkartıp şu andan itibaren sadece insana ve doğaya hizmet etmek için çalışmaktan hiçbir çarelerinin olmadığını çok net olarak anlamış olduklarını sanıyorum. Doğa bize hayatın çok kısa bir özetini sundu; üzerinde yaşanacak toprak olmayınca, hiçbir siyaset beş para etmiyor.

ÖRGÜTLENME!

Elbette sadece kurumlar değil insanlar da kendilerince organize olup yardım etmeye çalışıyorlar. Ama örgütsüzlüğün olumsuzluğunu da yaşadık: Manavgat yangını tüm Türkiye’de başgösteren yangıların yarısından daha fazla alanı kaplıyor. Kullanılamaz duruma gelen hane sayısı içinse bin 900 kadar deniyor. Örgütsüzlüğün getirdiği dağınıklık kendini Manavgat’ta çok net gösterdi. Buralara yardım adı altında yığılan malzemenin haddi hesabı yok; bunun ayrıntısına girmiyorum ama şu örnek kapak olsun; durum öyle noktaya geldi ki bir Katarlı zengin, evi yananlara deste deste para dağıttı. Hani, yakında insanların yangını kendileri çıkartıp “ben de isterim” demesine ramak kalmış durumda. Mustafa beni, Manavgat stadyumuna da götürdü. Hayatımda hiç bu kadar saman yığınını bir arada görmemiştim; hepsi hibe! Umarım ne yangın alanındaki onca su, yiyecek ve malzeme, ne de bu samanlar heba olmaz.

Manavgat stadyuma giderken Side’nin Sorgun ormanının yanından geçtik. Buralar, zamanında Hasan ve arkadaşlarının kendilerini ağaçlara zincirleyip, buraları turizm denen şeyden korudukları, şimdi insanların gelip nefes alabildikleri ormanlık alanlardan biri. İnsanlar, olası bir yangına karşılık, yol boyunca kaldırımlardaki küçük ağaçların diplerine büyük pet şişelere su doldurup bırakmışlar; gerçeküstücü bir manzara ama işte gerçeğin tam da kendisi!

BİR DAĞ GÖÇTÜ: FAHRİ YİĞİTOKUR

“Bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir komutan, bir komutan bir ordu, bir ordu bir devleti kurtarır” lafı Napoleon ve Benjamin Franklin’e mal ediliyor. İşte benzeri şekilde, bu Manavgat yangınında yaşanmış çok ağır bir trajedinin bilinmeyen ve artık asla bilinemeyecek çok ağır bedelleri de oldu. Trajedi yaşanmasıydı Türkiye, Almanya hatta Dünya için belki de çok ciddi olumlu sonuçları olacaktı: Manavgat yangınlarında hayatını kaybedenlerden biri de Fahri Yiğitokur ve eşi. Fahri’nin adı Türk basınına doğasever ve bisiklet tutkunu olarak yansıdı. Ben kendisiyle hiç tanışmadım ama Hasan’ın en yakın dostlarından biri. Dostlukları yanılmıyorsam 20 küsur yıl öncesine dayanıyor. Fahri, Almanya’nın en önde gelen sendikalarından birine başkanlık yapacak kadar siyasetin içinde; Almanya’ya işçi olarak giden bir Türk’ten işçi lideri çıkmayacak da ne olacak! Sonrasında siyasete Yeşiller Partisinde devam ediyor ve parti içindeki etkisi çok yukarılarda. Fahri, parti içi mücadeleler sonrasında diğer yöneticilerle ve yönetici konumundaki bazı Türk asıllı Almanlarla anlaşamayıp tası tarağı toplayıp Manavgat’a yerleşiyor. Haliyle siyasete girince, onu ciklet gibi çıkarıp çöpe atmak kolay değil. Her ne kadar Manavgat’ta görece dingin bir hayatı varsa da çevresine pek söylemediği Almanya gelişmelerinin bir kısmını Hasan’dan esirgemiyor. Kısaca: Okuyanınız da vardır, Almanya’daki siyasî kulislerde Yeşiller’in Merkel sonrası ülke yönetiminde ciddi etkisi olacağı hatta şansölyenin Yeşiller’den çıkabileceği esiyor. Fahri’nin içinde bulunduğu grupsa zamanla Yeşiller içinde ciddi bir konuma geliyor ve Fahri’yi tekrar geri dönmeye ikna ediyorlar. Böylece Fahri’nin Almanya gidiş-gelişleri başlıyor. Ama işte yangınlar! Her şeyi yok ediyor ve yanan sadece evler, hayvanlar, orman ve insanlar değil, yangın gerçeğinin yarattığı tahribatın farklı taraflarından bakınca anlaşılıyor ki büyük gelecekler de kararıyor. Fahri ölmesey­­­di Almanya siyaseti yön değiştirebilecekti. Bu elbette sadece Fahri için önemli değildi, haliyle iktidara oynayan Yeşiller Partisi, Almanya, Avrupa (ve elbette Türkiye-Almanya ilişkileri) ve Avrupa-Dünya ilişkileri için de çok önemliydi. Hasan bir süre eski arkadaşı Fahri için, kendi taşevinde Alman basınına demeç verdi, Alman milletvekillerini ağırladı vs. Haliyle hepsinin merak ettiği Fahri’nin öldürülüp öldürülmediğiydi; Hasan’ın olay mahallindeki kendi incelemesi ve otopsi raporuna göre yargısı Fahri’nin öldürülmediği yönünde. Ama Fahri öldürülmediyse bile, “Öldürülmedi mi”? Şimdi Fahri’den geriye, Hasan’la yaptıkları profesyonel bisiklet turları ve yarışmalarından fotoğraf kareleri ile Fahri’nin evinin kapısında onu halen bekleyen köpeği kaldı. Hıfzı Veldet Velidedoğlu’nun Cumhuriyet gazetesindeki ormanlarla ilgili bitmek bilmeyen yazılarının değerini yıllar sonra bu yangınlarla daha iyi anladım; devleti hatta insanlığı korumak için işte o “mıh” çok önemli.

20-25 yıl kadar önce National Geographic dergisinin bir kapağı sonsuz Rusya ormanlarının orman itfaiyecilerini konu almıştı. Orman sonsuzluğunda bir yangına müdahale etmek için helikopter 3-5 kişiyi, bazen de sadece bir kişiyi yangının bir köşesine tek bir baltayla bırakıp gidermiş. Helikopter bu kişileri bazen üç, bazen bir hafta sonra gelip alırmış. Elbette bu profesyoneller orman yangınını o tek balta ile söndürüyorlar. Ancak elde tek baltayla sadece yangını söndürmüyorlar, o sonsuzlukta hayatlarını da idame ettirebiliyorlar. İnanılmaz değil mi? Bazen, diyor bir Rus ormancı, bizi unuturlar, ama biz bekleriz, birkaç gün sonra gelip bizi alırlar. Rus ormancının şuna benzer bir açıklaması vardı; “Doğayı zorlamamak lazım. Yangınlar doğal. Yanar, kendi kendine söner ve yerine yeni bir orman biter. Bizim müdahalemiz aslında gereksiz.”

MİRASYEDİ KUŞAK!

Antalya yaz tatilinin gözbebeği. Ancak geçen pazar bir gazetede “noolur tatile gelin, lütfen ama” şeklindeki manşeti dillere destandı; ya gazetecilik bitmiş ya da etik! Sanki turizm olmasa Türkiye’de başka hiçbir şey olamayacakmış gibi. Türkiye sadece turizme mi bağlandı? İnsanlara bu ekonomik krizde “Sen ne yap et gel, paranı turizmde harca” demek! Tesadüfen o yangın Side tarafına sıçrasaydı Türkiye per perişan mı olacaktı da böylesi bir başlık atılıyordu? Bu yangının bir sonucunun da bu olduğunu görmek ne kötü!

Hasan da dedi, “Benim de babam ormancıydı. Bazen elde tek balta gider ve iki ay eve gelmezdi.” Şu gazetenin başlığının gösterdiği şekliyle algılanan bir turizm mantığındaki bir yönetimin içindeysek elbette orman yangınlarına müdahale etmek şart; yoksa Kızılderili şefin söylediği gibi, yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.

Manavgat yangınlarının içinden - Resim: 1

Manavgat/Evrenseki’de Antalya Büyükşehir Belediyesinin Yörük Müzesi. Minimal bir müze. Orada Fikret Otyam karşıma çıkıverdi. Onun müzeye ettiği bu “mekele”si hepimize umut versin diye buraya aldım...
Son Dakika Haberleri