22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Mao dönemi ve Deng Xiaoping Teorisi

Kuntay Gücüm yazdı

Mao dönemi ve Deng Xiaoping Teorisi
A+ A-

“Direniş vardı. Ve bu direniş Başkan Yardımcısı Lui ve arkadaşı Başbakan yardımcısı Deng Xiaoping’den geliyordu. Mao Lui’yu daima rakibi olarak görmüştü, ama Deng’in değerli bir yetenek olduğuna inanıyordu. Bir defasında Deng’in ‘küçük şişesinin’ şaşırtıcı şeylerle dolu olduğunu söylemişti.”

Yukarıdaki satırlar anti-komünist yazar Achee Min’in Madam Mao Olmak adlı romanından alınmıştır.[1]

Devrim sonrasında uzun yıllar kamplarda kalan Çinli yazar Cang Şianliyen, Mao dönemini eleştirdiği Erkeğin Yarısı Kadın adlı romanında Deng Xiaoping’in tekrar Pekin’de görev almasına şu cümlelere yer verir: “Bu son haber, sıra dışıydı. Sezgilerim bana, dışarıda her şeyin hızla değiştiğini söylüyordu.”

Mao’nun kendisinin de Mao karşıtları da Deng Xiaoping söz konusu olduğunda şaşırtıcı, sıra dışı kavramlarında birleştiğini görüyoruz. Son otuz yıldaki en şaşırtıcı gelişme nedir diye sorulsa birçok siyasetçi, gazeteci ve akademisyen hiç kuşkusuz Çin’in büyük kalkınma hamlesini işaret edecektir. Hayatın bir kez daha Mao’yu doğruladığını söyleyebiliriz. Gerçekten de Deng Xiaoping’in şişesinde tüm dünyayı şaşırtan şeyler çıktı.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) şişeden çıkanları Deng Xiaoping Teorisi olarak adlandırıyor. ÇKP programında partinin ideolojik çizgisi “Marksizm-Leninizm Mao Zedong Düşüncesi Deng Xiaoping Teorisi” olarak ifade ediliyor. 1999 yılında Deng Xiaoping Teorisi anayasaya da girdi.[2]

Deng Xiaoping teorisinin iddiası Çin’i modern ve güçlü bir sosyalist devlet haline dönüştürmek. Bu makalenin amacı Çin nereye gidiyor soruna cevap bulmak değil, iki konuda bazı ipuçları yakalayabilmektir: Deng teorisi Çin’i nereye götüreceğini iddia ediyor, Mao dönemi ile Deng’in önderlik ettiği reformlar arasındaki farklılık ve süreklilik ilişkileri.

Makalede en çok başvuracağım kaynak Deng Xiaoping’in kendi ifadeleri olacak.[3]

Deng Xiaoping “Sol sapmaya” karşı

Deng Xiaoping görüşlerini sürece yayarak ortaya koymayı tercih etmiştir. “Deng Xiaoping aslında reform ve dışa açılma stratejisine karar vermesinin başlangıcında pazar ekonomisi kavramını da bir ölçüde değinmiştir.[4] Ancak partinin ve halkın bu tür bir çerçeveyi kabul etmede sorunlarla karşılaşacağı gözetilerek 1979’daki resmi belgelerde sadece bir kez olarak meta ekonomisi kavramı kullanılmış, pazar ekonomisi kavramını kullanmak uygun görülmemiştir.”[5]

Mao döneminin muhasebesi yapılırken de benzer bir yol izlendi. 22 Aralık 1978’de yayınlanan ÇKP XIX. Merkez Komitesi III. Genel Toplantı Bildirisi, reform sürecinin genel başlangıç çerçevesini çizmekle beraber, sürece önderlik edenlerin geçmişi nasıl değerlendirdikleri hakkında son derece sınırlı bilgi veriyordu: “Bu devrimin pratik süreci içinde ortaya çıkan hatalara ve zaaflara gelince, bunlar bütün Parti ve bütün ülke halkının görüş birliğine ulaştırmak amacıyla uygun bir zamanda tecrübeler ve dersler biçiminde özetlenmelidir. Ancak bu konuda ecele edilmemelidir. Bu sorunun bir süre ertelenmesi, bizi, geçmişten kalan bütün diğer sorunlara gerçekçi bir biçimde çözmekten alıkoymayacağı gibi, günümüzün en önemli tarihi görevi olan Dört Modernleşmeyi hızlandırma çabalarımızı da etkilemeyecektir.”[6]

Bu bildiriden 3 yıl sonra 27 Haziran 1981 tarihli Partimizin Tarihindeki Bazı Meseleler Üzerine Karar ile “Devrimin pratik süreci içinde ortaya çıkan hata ve zaaflar” özetlenmiştir. Kararda bir yandan Mao Zedong Düşüncesine sahip çıkma çağrısı yaparken, ÇKP’nin 1955 sonrasındaki çizgisi ile Kültür Devrimine yönelik eleştiriler de içeriyordu.[7] Metin Deng Xiaoping önderliğinde aylar süren tartışmalarla kaleme alınmıştı. Her muhasebe döneminde olduğu gibi Mao sonrası değerlendirmelerde de öznelliğin ağır basmadığını söyleyebilmek mümkün değil. Deng “yaşadığım en üzücü süreç, hiç kuşkusuz Kültür Devrimi’dir” (1984) dedirtecek hatıralara sahipti. Şu cümleleri birçok konuşmasında tekrarladığını görüyoruz: “Zararlı ideolojik eğilimler bağlamında, ikna ve eğitim politikamıza başvurmalı ve politik hareketlilikten ve ‘kitlesel eleştiriden kaçınmalıyız.” (1985) Kültür Devriminde kabul edilen Dört Büyük Özgürlük, 1980’de Deng’in talebiyle kaldırıldı.

Özünde sağcı ve liberal bir temele sahip 1989 Tiananmen olayları bile Deng Xiaoping de Kültür Devrimini çağrıştırabiliyordu. “Deng, Mao’nun Kültür Devrimini saplantı haline getirmişti ve tüm politik aktivist öğrenci olaylarını 1960ların çalkantılarının uğursuz bir yansıması olarak görüyordu… Deng Xioping 25 Nisan’da gayrı resmi fakat önemli bir parti toplantısında şunu söylemişti: (Eylemcilerin) şu anda yaptıkları Kültür Devrimi boyunca isyankarların yaptıklarıyla tamamen aynı şeydir. Hepsinin istediği kaos yaratmak.”[8] Deng’in o olayları Kültür Devrimine benzetmesi 1986-1989 olayları sırasında doğru bir pozisyonda olmadığını değil, ama Kültür Devriminin Deng Xiaoping üzerindeki etkisini gösteriyor.

1978’de geçmişten kalan sorunlar ifadesiyle kastedilen büyük ölçüde partinin Lin Biao ve Dörtlü Çete kliklerinin yarattığı tahribatlardı. 1981 tarihli karar Lin Biao ve Dötlü Çeteyi eleştirme kampanyaları tamamlandıktan sonra kaleme alınmıştır. Kampanya tamamlandığında Lin Biao ve Dörtlü Çete etkisizleştirilmişti.

1978-1986 arasında Deng ve dönemin yöneticileri en fazla çabayı sınıf mücadelesinin artık belirleyici olmadığını anlatmak için harcadılar. Diğer yandan Kültür Devrimini eleştirenler “aşırı Sol çizginin” bir klik oluşturduğunu, faşist nitelikte olduğunu, feodal istibdat ideolojisinden beslendiğini ileri sürüyorlardı ki, bu üç tarif bile aslında sınıflara işaret ediyor.

1978’de hızlandırılacağı ilan edilen Dört Modernleşme Deng Xiaoping’in reform sürecini başlatmak için ilan ettiği programdı: Tarım, sanayi, ulusal savunma, bilim ve teknolojinin modernleştirilmesi. Dört Modernleşme aslında ilk olarak ÇKP’nin parlak liderlerinden Zhou Enlai tarafından 1965’de ortaya atılmıştır. “Bazı Batılı yazarlar Zhou Enlai’yi Çin’in yardımıyla ‘gücün Asyalı merkezini’ örgütlemeye çalışan lider olarak gösteriyorlar.”[9]

Reform programı için önemli dönüm noktası, 18 Mart 1878’de toplanan Ulusal Bilim Konferansı idi. İleriki yıllarda Kültür Devrimini eleştiren edebiyat, bu konferansı sevinç gözyaşı sahneleriyle anlatacaktır.[10]

Deng Xiaoping konferansın açılış töreninde kürsüye çıkmış Çin’in güçlü ve sosyalist bir devlete dönüşmesi ile üretici güçlerin gelişmesi arasındaki ilişkiden söz etmişti.[11] Deng’e göre bu sürecin anahtarı bilim ve teknolojinin modernizasyonudur. Bilim konferansı bu yüzden düzenlenmişti. Neden bilim ve teknoloji sorusuna Deng şu cevabı veriyor: “Marksizm bilim ve teknolojiyi her zaman üretici güçlerin bir parçası olarak ele almıştır... üretimde makine kullanımının yaygınlaşması doğa bilimlerinin bilinçli uygulamasını gerektirir. Bilim de diyor (Marx), üretici güçlere dahildir… Dörtlü Çete bugünkü toplumumuzdaki kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımı saptırıyor, bir sınıf antagonizmi gibi sunuyor. Amaçları entelektüellere saldırmak ve zulmetmek, üretici güçlere zarar vermek ve sosyalist devrim ve inşamızı sabote etmek.”

Deng’e göre Lin Biao ve Dörtlü Çete iktidar mücadelesindeki yöntemlerini esas olarak aydın ve teknisyenleri hedef alan “sınıf mücadelesiyle” gerekçelendirmişlerdi. Deng’in konuşmasında en fazla telaffuz ettiği sözcükler “yetenekli” ve “seçkin insanlar”dı. Reformlar hem pratik olarak büyük ölçüde “yetenekli ve seçkin insanlara” dayandırıldı, hem de en azından başlangıç yıllarında daha çok bu kesimlerden destek aldı. Sorumluluk sisteminin ve yönetici yetkilerinin genişletilmesi, reform adımlarının en karakteristik yönü olarak kabul ediliyor. İşletmelerde parti komite ve sekreterliklerinin önderliği, yerini işletme yöneticilerinin güçlenen yetkilerine bıraktı. Zaten Deng’in vurguları bürokrasinin daha teknokrat nitelik kazanacağını gösteriyordu. Yeni “sorumluluk sistemi”nin, üretimin daha verimli örgütlenmesine önemli katkılar yaptığını kabul ediliyor.

Deng’e göre sosyalizmin tercih edilmesinin nedeni kaba bir ekonomizm değil, insan odaklı yaklaşımdır. 1985 yılında Çin Komünist Partisi Ulusal Çalışma Konferansı’nda şunları söylemişti: “Canla başla sosyalizmin inşası için emek harcamamızın biricik sebebi sosyalizmin kapitalizme kıyasla üretici güçleri daha hızlı geliştirmesi değil, esasen kapitalizm ve diğer sömürücü sistemlerin bağrında yatan hırs, yozlaşma ve adaletsizliğe ancak sosyalizmle öldürücü darbe indirilebileceğidir.” Fakat Deng’e göre Çin’in sorunları, “sosyalist ekonominin temellerinin atılmasını takip eden yıllarda üretici güçlerin gelişimini mümkün kılacak politikalar üretmekte başarısız” (1985) kalmasından kaynaklanıyordu. “Mao Yoldaş üretici güçlerin geliştirilmesini esgeçme hatasına düşmüştü.” (1986)

Deng Xiaoping Teorisinin temelinde, aşırı eşitlikçilik üretici güçlerin gelişmesini engeller ve sosyalizmin temel görevi üretici güçleri geliştirmektir tezi yer alır. Deng, “aynı kaptan yemeye teşvike körü körüne vurgunun” ulusu yıkıma sürüklediğini düşünüyordu. “Reform da öncelikli olarak herkesi ‘aynı büyük kaptan yemeye mecbur bırakan eşitlikçi pratikten kopmak amacıyla tasarlandı” (1986) demişti. Yani sınıf farklılıklarının derinleşeceği, Deng Xiaoping’in ifadesiyle “bazılarının diğerlerinden daha önce zenginleşeceği” reform süreci içinde zaten öngörülmüştür.

Reform öncesi Çin en eşitlikçi toplum kabul ediliyordu. Reformlarla birlikte daha kutuplaşmış bir toplum görüntüsü vermeye başladı. Reform sürecinde Han milliyeti dışındaki milliyetlerin daha yoğun yaşadığı iç Batı bölgeler ile Doğu’nun sanayileşmeden daha yüksek pay alan sahil bölgeleri arasında, kır ile kent arasında ve sınıflar arasında gelir farklılıkları oluştu. Aynı süreçte 1978 öncesi yer yer sorgulandı. Buradan hareketle özellikle Batılı liberaller Deng Xiaoping’e baktıklarında Mao döneminin köktenci bir inkârını bulmak istiyorlar. Çin’in gerçeği ve Deng kendi ifadeleri ise bu arzuyu boşa çıkartıyor.

Reformlardaki başarıların Mao dönemindeki temelleri

Samir Amin’in dediği gibi, “Maocu inşa süreci, dünyaya açılma sürecinin temellerini hazırladı, bunlar olmasaydı dışarı açılmanın bu çok iyi bilinen başarıları elde etmesi mümkün olmayacaktır.”[12] Deng Xiaoping de Mao’nun itibarı korunmadan Çin’in var olmaya devam edemeyeceğini 25 Ekim 1980’de yaptığı konuşmada vurgular: “Onun hataları üzerine yazarken, abartmaya gitmemeliyiz. Çünkü aksi takdirde Mao Zedung Yoldaşa karşı güvensizlik geliştireceğiz. Bu da, partimize ve devletimize güvensizlik anlamına gelecektir”[13] Mao’nun itibarına duyulan ihtiyaç büyük ölçüde ÇKP’nin önder konumu ile sosyalizme duyulan ihtiyaçla ilgilidir ve sosyalizmin vazgeçilemez olduğu Deng Xiaoping Teorisinin temel tezlerindendir.

Hem olgular hem de Deng’in kendisi 1978 öncesi ile sonrası arasındaki ilişkiyi Mao’nun inkarı olarak görmek isteyenleri yalanlıyor. ÇKP’nin mevcut programında Deng Xiaoping Teorisi, Mao düşüncesiyle devamlılık içinde tanımlanmıştır: “Deng Xiaoping Teorisi Marksizm-Leninizmin temel çıkış noktalarının çağdaş Çin’in pratiği ile zamanımızın çizgileri ile birleştirilmesinin ürünü ve Mao Tsetung Düşüncesinin yeni tarihsel koşullar altında devamı ve geliştirilmesidir.”

1986’da yaptığı bir konuşmada Deng şunları söyledi: “Eğer kapitalist yolu seçmiş olsaydık, ne ülkenin içinde bulunduğu kargaşaya nokta koyabilirdik, ne de fakirlik ve gericiliğin önüne geçebilirdik.” (1986) Batılı tanımlarla bakıldığında reform sürecinin liderinden bu ifadeleri duymak şaşırtıcı görünebilir. Oysa kavramlar 20. yüzyılın ilk yarısında Doğu devrimlerine önderlik eden kuşakların yüklediği anlamlarla değerlendirildiğinden, cümle kendi içinde oldukça tutarlıdır.

Kapitalist denildiğinde Türk Devrimine önderlik edenlerin aklına ilk gelen daha çok tahvillere, hisse senetlerine ve imtiyazlı finansal anonim ortaklıklara para yatıranlardı. “Bizi yutmak isteyen kapitalizm” ifadesindeki fiil, Manchester’daki fabrikatörün değil, spekülatör mali sermayenin eylemidir. Yani XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sömürgeliği ve yarı sömürgeliği yaşamış ülkelerde olduğu gibi aslında kapitalizm denildiğinde, emperyalizmden başka bir şey kastedilmiyordu.

Maurice Meisner Mao’nun da zihninde kapitalizmin insanlık tarihinin bir aşamasından daha çok emperyalizmi çağrıştırdığını söyler. Meisner’a göre 1956’da özel mülkiyetin tasfiyesi ve yerini hızla kolektif ve kamusal mülkiyetlere terk etmesinin altında kapitalizmden değil emperyalizmden kurtulma amacı yatar. Emperyalist politikaların XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yarattığı sonuçlara şahit olan ve aralarında Deng Xiaoping’in de bulunduğu siyasetçiler için bağımsızlık, tüm rotayı belirleyen amaçtı. Hatta bu kuşağın bilincinde, Deng’in cümleleriyle söyleyecek olursak, “Marksizmin doğru bir ifadesi ancak ve ancak her bir ülkenin bağımsızlığıdır.” (1986) Çin bu ilkeyi kendi içinde uygulamakla kalmadı, hem Mao döneminde hem de reform sürecinde uluslararası dengeleri devletlerin bağımsızlığı yönünde yeniden şekillendiren bir rol oynadı.

Çin kalkınmasının yarattığı model üzerine en etkili makalelerden biri The Beijing Consensus başlığı ile Joshua Cooper Ramo tarafından kaleme alınmıştır. Ramo’nun makalesinin tartışan geniş bir külliyat oluştu. “Çin’in gelişmesi yeni bir gelişme güç fiziği getirerek uluslararası düzeni yeniden şekillendiriyor” diyen Ramo’ya göre, geleneksel güç ölçüm modelleri, “dünyanın daha önce görmediği en büyük asimetrik süper gücü inşa sürecindeki” Çin’i anlamak için yetersiz kalıyor. Makalede şu cümleler yer alıyor: “Çin’in gelişme düzeyi Çin’i ilerletiyor, bu önemlidir; fakat daha önemli olan yeni idealarının Çin dışında devasa etkilerinin olmasıdır.” Ramo için Çin’in önemi “tek bir masif güçlü çekim merkezinin olduğu bir dünyada sadece ülkelerini nasıl geliştirebileceklerini değil, aynı zamanda gerçekten bağımsız olarak kendi yaşam biçimlerini ve politik tercihlerini koruyabilmelerine imkan verecek bir yolla uluslararası düzene nasıl uyum sağlayabileceklerini anlamaya çalışan dünyanın tüm milletlerine”[14] rota çizmesidir. Ramo “bu yeni güç ve gelişme fiziğini Pekin Mutabakatı olarak adlandırıyorum. Bu, büyük ölçüde itibardan düşmüş Washington Mutabakatının yerini alıyor” diyor.

Bugün Çin’de meta ekonomisinin araçlarına başvurulması ve dışa açılma ülkenin bağımsızlığına zarar vermeden ekonomik büyümeyi sağlayabiliyor. Fakat 1956’da ÇKP yöneticilerine göre meta ekonomisi araçlarına bugünkü şekliyle başvurmasının olası sonuçları, milli bütünlüğünün parçalanması ve sömürgeleşmeydi. ÇKP’yi yönetenler, ancak güçlü bir sanayi altyapısına dayanarak Çin’in izolasyonu aşabileceğinin bilincindeydiler. “Dört Modernleşme Zhou Enlai tarafından 1965’de ortaya atılmış öngörülü bir programdı, iki aşamalı, uzun vadeli bir gelişme stratejisinin ikinci aşaması olarak kurgulanmıştı. İlk aşama boyunca (1965-80) Çin kendisine yeterli bir endüstriyel taban inşa etmeli ve nispeten göreli özgüce dayanmalıydı… Zhou sonrasında Çin’in 1980’lerde tecritten çıkmasını, hızlandırılmış büyüme ve yenilenmiş açılma döneminin başlamasını öngördü: buna dört modernleşme adını verdi. Böylece ekonomik büyüme ve dışa açılmanın gündemin üst sırasına geri dönebileceği düşüncesini uzun vadeli gelişme stratejisi içinde inşa etmeyi denedi.”[15] Bugün hala Çin dış politikasının temellerini oluşturan barış içinde bir arada yaşamın 5 ortak ilkesi[16] 1950lerde yine Zhou Enlai tarafından formülleştirilmiş, Zhou ile Nehru’nun “Pancasila” olarak adlandırılan toplantısında resmiyet kazanmış, Zhou’nun Bandung Konferansındaki konuşma metninin biçimlenmesinde önemli rol oynamıştı.

Kültür Devrimi yıllarında farklı öncelikler öne çıksa da Dört Modernleşme programı Mao daha hayattayken, 1975 yılındaki IV. Ulusal Halk Kongresinde tekrar gündeme getirildi. O sırada Zhou kanser tedavisi görüyordu ve konuşmasının hazırlıklarına Deng yardımcı olmuştu.

Mao’nun kendisi de “tam kapsamlı kamu mülkiyetini” savunurken bile meta ekonomisinin önemini vurgular: “Burjuva hukukunun bir kısmını yok etmeliyiz, fakat meta üretimi ve değişim henüz kalmalıdır… Meta üretimini de genişletmemiz gerekecektir. Yoksa ne ücretleri ödeyebileceğiz, ne de yaşamı üstün bir düzeye ulaştırabileceğiz. Kimi yoldaşlarımız meta ve meta üretimi ile karşılaştıkları zaman, her gün burjuva kurallarını yıkmak istiyorlar; örneğin ücretlerin, derecelerin vb özgür arz sistemine zararlı olduğunu söylüyorlar. Bunlar bir yanlış anlayış içindedirler.”[17] Mao halk komünlerinin meta değişimini geliştirmesini önermişti.

Bu noktada bir hatırlatma yapmak gerekiyor. Reform ve dışa açılma denildiğinde bir çok kişinin aklına Çin’in Atlantik ülkeleriyle gelişen ekonomik ilişkileri geliyor. Bu süreçte Çin Batıdan önemli sermaye birikimi çekmeyi başardı. Öbür taraftan Şanghay İşbirliği Örgütü, Çin-ASEAN işbirliği, Doğu Asya ekonomik işbirliği ve entegrasyonu da aynı politikanın sonuçları. Hatta Çin üzerindeki izolasyon, ilk defa olarak Batı sermayesinin Çin’e yönelmesiyle değil, Asya sermayesiyle kurulan işbirliği yoluyla yıkılmıştı. Asya merkezli gelişmelerin uzun vadede çok daha belirleyici sonuçları olacağı, artık Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü raporlarında da tespit ediliyor.

Samir Amin’e göre 20. Yüzyılın ikinci yarısında sadece iki ülke gerçek bir ulusal ekonomi kurmayı başarabilmiştir: Çin ve Kuzey Kore.[18] Bu sayede Çin’de ulusal ekonomi, yabancı sermaye tarafından tehdit edilemeyecek kadar güçlüdür. Deng Xiaoping de aynı gerçeğin altını çiziyor: “Üç tür yabancı yatırım teşebbüs türünden elimizde daha fazla olmalı. (ortaklık, kooperatif ve yabancı sahipli) Bunlardan korkmaya gerek yok... Bizim avantajlarımız var; büyük ve orta ölçekli kamu yatırımlarımız ve kırsal yatırımlarımız var. Daha önemlisi politik güç bizim elimizde.” (1992) “Sosyalist sistem ekonomimizin dayanak noktasıdır. Ekonomimizin sosyalist tabanı yere öylesine sağlam basmaktadır ki, onlarca, yüzlerce milyar dolarlık dış kaynaklı fonu emer de, en ufak bir sarsıntı yaşamaz.” (1984) Sosyalist taban, Mao’nun önderlik ettiği dönemde dönemde inşa edilen birikimdir. Bu temel, Çin’deki reform sürecini eş zamanlı diğer örneklerden ayırıyor.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke “reform ve dışa açılma” olarak isimlendirilebilecek bir süreci Çin’le aynı dönemde yaşadı. Çin dışındaki örneklerde sonuç genelde ekonomik yıkım oldu. Çin’in farkı liberal olmayan yolu tercih etmesiydi.

Deng Xiaoping Teorisinde anti-liberalizm

Ekonomide parti dışı aktörlere geniş alan açan Deng’in liberalizme yönelmemesi, bazı akademisyenlerin gözüne çelişki olarak görünür. Amerikalı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü David Shambaugh, “Deng Xiaoping’in çelişkileri”nden söz ederken şunu söylüyor: “Liberalizme ve Komünist Parti’nin siyasi hegemonyasına doğrudan tehdide karşı tahammülsüzlüğü her zaman ekonomi üzerindeki Parti kontrolünü terk etme arzusuyla birlikte var oldu.”[19] Shambaugh’un kastettiği, dönemin ifadeleriyle söylersek, Dört Modernleşme Programına Dört Temel Prensibin[20] eşlik etmesidir. Deng’e göre “Dört (Temel) Prensibin aksi yönü burjuva liberalizmidir.” (1989) Deng Xiaoping Teorisini şekillendiren önermelerden Dört Temel Prensip politik alandan ekonomik alana toplumsal yaşamın geniş bölümünü kapsıyor. ÇKP programına göre parti sadece emekçi sınıflara politik önderlik yapmıyor; kamu dışı sektöre de önderlik ediyor, “kamu dışı sektörün gelişimini yüreklendiriyor, destekliyor ve yönetiyor”. Sosyalizm Deng Xiaoping Teorisinde kendisini en fazla partinin önder rolünde gösterir. Bu yüzden Deng’in yöntemleri Leninist olarak nitelendiriliyor.

1978-1980 arasında Deng Xiaoping’in karşısındaki güçlerden biri “Demokratik Hareket” adıyla anılan liberal grup idi. Demokratik Hareket ÇKP’nin iktidar tekeline karşı çıkıyor ve Çin hükümetini Vietnam’daki askeri operasyonlardan dolayı eleştiriyordu. Deng Xiaoping’in reform sürecinin başından itibaren Dört Temel İlkeye vurgu yapması, biraz da liberal muhalefetin varlığından kaynaklanmıştı. 1980’de bu liberal grup Deng Xiaoping’in müdahalesiyle tasfiye edildi.

Deng Xiaoping 1983’de Merkez Komite toplantısında “Gençlerimizin Batı’nın Bayağı burjuva kültürüyle zehirlenmesi artık tahammül edilemez bir seviyededir” demişti. Deng açısından Çin’de istikrarın ön koşulu, “eğitim ve ikna yöntemlerini temel alarak ve herhangi bir politik hareket başlatmadan” liberalizme karşı mücadeledir: “Bir konuşma yaptım. Sadece şu an değil, 10 ila 20 yıl burjuva liberalizmi ile savaşmamız gerektiğinden bahsettim. Bugün söz konusu tahminime bir 50 yıl daha ekliyorum. Bu mücadeleye girişilmediği takdirde politik istikrardan ve birlikten bahsedemeyiz, ayrıca da Çin’in her köşesine düzensizlik hakim olur.” (1987)

Deng için liberalizm, reform programının anti-tezidir. 1986’da liberalizmi kastederek “bu eğilimin önüne geçmede başarısız olursak, açıklık politikamızdan fırsat bulacak pek çok dış kaynaklı büyük kötülükler Çin’in içine sızma olanağı bulacak ve sosyalist modernleşme programımızın aleyhinde iş göreceklerdir” demişti. 1989’da öğrenci olaylarını değerlendirirken de “Batı gerçekten de Çin’de karmaşanın hakim olmasını istiyor” tespitini yapacaktır.

Özellikle 1986’dan sonra Deng’in anti-liberal vurgularının tekrar güçlendiğini görüyoruz ve sebepsiz değildir. 1986’da “Demokratik Hareket” yeniden uyanmış, ülkede öğrenci eylemleri başlamıştı. Deng’in bu süreçte Mao’nun parti içindeki çizgi mücadelesi teorisini doğrulayan ifadeler kullandığı görülüyor: “Yakınlarda kolej ve üniversite öğrencileri bir dizi kargaşa yarattılar. Burada suç öğrencilerin kendisinde değil, onları gizli emelleri doğrultusunda söz konusu eylemlere karıştıran, parti içerisinde üst kademelerde yuvalanmış bir avuç aydındadır. Olayları en sert tedbirler doğrultusunda ele aldık. Ancak burjuva liberalizmine karşı mücadele sona ermiş değildir” (1987) Deng çözüm olarak da parti içinde etkin mücadeleyi önermişti: “Bu sefer, sosyalizme ve Komünist Partiye açıkça muhalefet edenlere karşı önlem almak zorundayız… Komünist Partiyi yeniden şekillendirecek denli aşırı kibirli olan Fang Lizhi, Liu Bünyan ve Wang Ruowang’a karşı kararlılıkla yaptırımlara gitmeliyiz.” (1986)

Deng Xiaoping, 30 Aralık 1986’da yaptığı bir konuşmada burjuva liberalizmi olarak nitelendirdiği öğrenci eylemlerine karşı şu tedbirleri ilan etti: “Bir yerde bir kargaşa patlak veriyorsa, burada ödünsüz, kesin bir tutum takınmayan önderler sorumludur. Bu sadece bir iki yerde, o da birkaç yıldan beri rastladığımız basit bir problem değildir; sebebi son yıllarda beliren burjuva liberalizmine karşı ödünsüz, kesin bir turum takınmada sergilenen başarısızlıktır. Dört Temel İlke’ye ödünsüz bağlı kalmak esastır; aksi takdirde burjuva liberalizminin önü alınamaz.” Deng’e göre “Komünist Parti önderliği ve sosyalizm olmaksızın, Çin’in geleceği karanlıktır.” Deng Xiaoping Teorisinde anti-liberalizmin özünün, sosyalizme muhalefete olanak tanınmaması olduğunu söyleyebiliriz: “Sosyalizme muhalefete asla göz yumamayız… Komünist Parti önderliği olmaksızın –tarih de tanığımızdır- Çin’in sosyalizmi inşasının olanağı yoktur.” (1987)

Haziran 1989’da Tiananmen’de yaşanan olaylar dünyada çok tartışıldı. İsyanın bastırılmasından sonra Batı, Çin’e yaptırımlar uyguladı. Deng Xiaoping 9 Haziran 1989’da Pekin’de sıkıyönetimi uygulayan birliklerin general ve üst düzey komutanlarına hitaben yaptığı konuşmada olayları şöyle değerlendirir: “Olayın özü daha başlangıcından itibaren gün gibi ortadaydı. Bir avuç kötü niyetli insanın iki temel sloganı vardı: Komünist Partiyi alaşağı edin ve sosyalist sistemi yıkın.”

Deng’in liberalizme karşı mücadelenin de önderliğini yaptığını söylemek yanlış olmaz: “Burjuva liberalizmine karşı çıkma meselesi bağlamında en sık ve ısrarlı konuşan kişi ben oldum.” Deng Xiaoping’in kararlılığı, 1989 isyanının bastırılmasında en önemli rolü oynadı. Eylemciler ÇKP’nin çoğu devrime katılmış kuşaktan önderlerini hedef alıyor, açıkça Deng Xiaoping ile Li Peng’in isimlerini telaffuz ediyorlardı. 1989 Nisan ve Mayıs ayları boyunca Tiananmen meydanından bu iki isime karşı sloganlar yükseldi.

Reform sürecini eleştiren bazı “Solcu” Batılı gözlemcilerin 1989 olayları üzerinden Deng Xiaoping’in anti-liberalizmini hedef almaları da oldukça öğreticidir. Örneğin Mao döneminin başarılarını reform sürecini yermek için kullanan ve Deng Xiaoping Teorisinin önemli eleştirmenlerinden Robert Weil şunları söylüyor: “Piyasalaşmanın ve özellikle yaygın yolsuzluğun sonuçlarına karşı direnişin büyümesinden kaynaklanan ilk büyük çatışma, tabii ki, öğrencilerin, entelektüellerin önderlik ettiği ve sonrasında çok sayıda işçinin de katıldığı düşünülen 1989 ayaklanmasıydı. Tiananmen sonrasında hükümetin cevabının reformları hızlandırmak, daha Deng Xiaoping süreci yönetmek için hayatayken Çinli kitlelere bir olduğu bitti olarak sunmak amacıyla piyasalaşmayı tamamlamak, ve yeni kazanılan mallar dağı altında muhalefeti gömebilecek bir tüketimcilik biçimiyle ülkeyi boğmak olduğu görülüyor. Aynı zamanda, önceden dışarıdan ithal ‘burjuva kirlenmesini’ dışarıda tutan duvarda geniş bir gedik açıldı.”[21] Weil liberal hareketi “öğrenci merkezli barışçıl gösteriler” olarak tarif ediyor. Weil örneği reform sürecinin aşırı egaliteryanist eleştirmenlerinin liberal akımlarla nasıl ortaklaşabildiğini gösteriyor.

1988 reform sürecinin en zorlu yılıydı. Özellikle fiyat reformları nedeniyle enflasyon, tarım rekoltelerindeki düşüş, sanayi için hammadde ve enerji açığı, kırsalda hayat düzeyinin gerilemesi, işsizlik, büyük kentlere kitlesel göç (1988’de iş aramak için kentten kente gezen 50 milyon işsiz olduğu söyleniyor) Deng’in ailesini de hedef alan yaygın yolsuzluk ve suiistimal iddiaları sosyal istikrasızlık ve umutsuzluk yaratacak düzeye ulaşmıştı. Weil’in eleştirisindeki “mal dağı altında boğmak” ifadesinin, krizi üretimi arttırarak aşacak tedbirleri işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Dışa Açılan Çin ve Milliyetçilik

Deng Xiaoping’e göre “Bağımsızlık kapıyı dünyanın yüzüne çarpmak anlamına gelmiyor, ne de özgüven yabancı olan her şeye kör muhalefet anlamına geliyor.” Deng teorisinin yönettiği 1978 sonrasındaki süreç sadece reform değil aynı anda “dışa açılma dönemi” olarak adlandırılıyor. “Geride bırakmış olduğumuz otuz küsur yılın tecrübesi göstermiştir ki, kapalı kapı politikası inşanın ve gelişmenin önünü kesmektedir.” (1984) Deng için kapalı kapı politikası, geriliğe ve yoksulluğa mahkûmiyet anlamına geliyordu.

1980ler ve 1990lar boyunca sadece Çin’de değil tüm dünyada ekonomik reform ve dışa açılma retoriği oldukça popüler bir söylemdi. Çin dışında dışa açılma ve reform programları milli yapının inkarına dayanan liberal siyasetlerle yürütülmüştür ve Çin bu açıdan da diğer örneklerinden ayrılır. Marie Claire Bergére 1996’da partnerlerinin, reformlardaki başarılar ve istisnai büyüme oranları sayesinde Çin’in aşağılanma duygusundan, yabancılara güvensizlikten kurtulacağına ve bu modernleşmenin kolonizasyonun bıraktığı acı deneyleri sileceğine ikna olduklarını yazmıştı. Makalede şu görüş dile getiriliyor: “(Çin’in partnerleri) tamamlanmakta olan ve Çin’i güçlü büyük bir devlete dönüştüren modernleşmenin yatıştırılmış olan Çin milliyetçiliğinin veya, Michel Oksenberg’in ifadesiyle, kendine güvenen milliyetçiliğin iktidara gelişinin belirtisi olacağına inanıyorlar.”[22] Kendine güvenen milliyetçilik tanımlaması Oksenberg tarafından Foreign Affairs dergisinde 1986’da yayınlanan makalesinde Çin’i yönetenler için kullanılmıştır.[23]

Özgüvenli milliyetçilik en açık şekilde kendisini vatan bütünlüğü vurgusunda gösterir: “En önemli mesele anavatanın yeniden bütünleştirilmesidir.” (1983) Reform süreci başladığında Çin’e dışarıdan ilk yatırım sermayesi Hong Kong ve Tayvan’dan gelmiş, sonrasında Japonya ve Batı ülkeleri Çin’e yatırım yapmaya başlamıştı. Aslında reform süreci Çin’in ekonomik düzlemde vatan bütünlüğünü sağlayarak başlamıştı.

Mao sonrası dönemin en önemli başarılarından biri Hong Kong’un anavatana geri kazanılmasıydı. Hong Kong, I. Afyon Savaşı sonunda imzalanan ve Çin’in sömürgeleşmesini yolunu açan Nanking Anlaşması ile İngiliz kolonisine dönüşmüştü. Hong Kong sorunu, Tayvan sorunu ile birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Pekin hükümetinin en duyarlı olduğu dış politikada gündemlerinden biriydi.

Deng döneminde de Hong Kong sorununu çözmek için barışçıl olmayan yöntemlerin gündeme gelebileceği zaman zaman ifade edilmiştir. Hatta Deng Xiaoping, 1984’de ÇKP Merkez Danışma Komisyonu Toplantısı Üçüncü Oturumunda yaptığı konuşmada Thatcher ile konuyu görüşürken benzer cümleler kurduğunu anlatmıştı. Zaten Hong Kong meselesini varlık sorunu olarak görüyordu. 1892’de yaptığı bir konuşmada hükümetin kaderinin bu soruna bağlı olduğunu söyledi: “Halkın tam güvenine sahibiz. Ancak eğer 15 yıl içinde Hong Kong’u geri almayı başaramazsak, halkın bize inancı sarsılacaktır. Ve Çin hükümetinin de, kimlerden meydana gelirse gelsin, istifa edip, kendi isteğiyle politika sahnesini terk etmekten başka bir çaresi kalmayacaktır.”

1980’lerin sonuna gelindiğinde Hong Kong’un Çin’le bütünleşeceği takvim başlamıştı. Deng için Hong Kong o kadar önemliydi ki, 1988’de “En büyük arzum, Çin’in Hong Kong’u alacağı 1997 yılında hayatta olmaktır” diyecektir. Deng 1997 yılına kadar hayatta kaldı, fakat Hong Kong’un Çin’e döndüğü günü göremedi. Hong Kong, Deng’in ölümünden 5 ay sonra, 1 Temmuz 1997’de tekrar Çin toprağı oldu.

Çin’in kendine güvenli dış politikası en fazla Çin-ABD ilişkileri üzerinden inceleniyor. “Pekin’de kelebek kanat çırpsa New York’ta fırtına çıkabilir” değişi Çin yazımında oldukça yaygındır. Çin ile Amerikan arasında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulan çelişkilerle dolu ilişki her zaman ilgi çekici bulunmuştur. Jules Verne’in Çin’de Bir Çinlinin Başına Gelenler adlı romanında hem yaşamak için Çin’e gelen Amerikalılar, hem de Amerika’da yaşamaya giden Çinliler önemli yer tutar. Çin’in çok okunan yazarlarından Cang Şianliyen’in Ölmeye Alışmak adlı otobiyografik romanının konusu, karşı-devrimcilik ve sağcılıkla suçlanan kahramanın hapishanede ve çalışma ıslah kamplarında geçen uzun yıllarıdır. Hikaye Çin’deki geçmiş günler ile kahramanın Amerika seyahati arasında gelgitlerle anlatılır. Yazar ABD seyahatinin, Maocu dönemin eleştirisi için en iyi sahne olacağını düşünmüş olmalı.

Daha Mao döneminde ÇKP önderliğinin iki temel tespiti olduğunu söyleyebiliriz:

1- Çok kutuplu bir dünya tasavvuru; Deng Xiaoping de özellikle 1980lerde çok kutupluluk vurgusu yapmaya devam etti.

2- ÇKP’yi yönetenler soğuk savaş denkleminin bozulmasının, kamplaşmanın değil barış içinde gelişme ortamı yaratılmasının Çin’in menfaatlerine olacağını düşünüyorlardı. Özellikle 1960’ların ikinci yarısından itibaren Çin hükümeti Atlantik ülkeleriyle eşit ilişki kurabilecek kuvveti ve güveni kendisinde görüyordu. Bir çok gözlemci Çin’in büyük kapitalist ülkelerle rekabetine ilişkin siyasetini, “Barışçı yoldan geçiş” diye özetlediler.

Çin-ABD resmi diplomatik ilişkilerinin kurulmasıyla Deng’in siyasal başarıları arasında kronolojik denklik vardır. İki ülke resmi ilişkilerinin başlatılacağı, Deng Xiaoping’in muhalifleri karşısında zaferini temsil eden 16 Aralık 1978 tarihli Merkez Komite III. Genel Oturum toplantısından 2 gün önce Washington ve Pekin’de eşzamanlı olarak ilan edilmişti. Diğer taraftan Deng’in bu açıdan da 1977 öncesinde atılan adımları takip ettiğini söyleyebiliriz.

1971’de Çin Türkiye’den bakınca bile, örneğin Abdi İpekçi tarafından,[24] geleceğin süper gücü olarak görünüyordu. O yıl ilk defa olarak Türkiye-CHC diplomatik ilişkileri kurulmuştu. Aynı yıl pingpong diplomasisiyle (ABD pingpong takımının Çin’i ziyareti) ÇHC-ABD ilişkilerinin de temeli atıldı. Mao döneminde 1972’de Nixon, 1975’de Ford Pekin’i ziyaret ettiler. Özellikle Nixon’un ziyareti ABD’nin savaşçı politikasının yumuşamasına da katkı yaptı. Bu ziyaret çok ses getirmişti. Hatta John Adams ilk sahnelendiği 1987’den itibaren yoğun ilgi gören Nixon in China adlı bir opera da bestelemiştir.

Çin-ABD ilişkilerinde için Deng Xiaoping’in 1979’daki Amerika seyahati dönem noktası kabul ediliyor. Çin-ABD arasında resmi diplomatik ilişki kurulmasının, Amerikan hükümetinin Tayvan dahil tüm Çin’in ÇHC tarafından temsil edilmesine, en azından resmi düzeyde itiraz etmediği anlamına geldiğini hatırlatalım.

İhracat ve Hong Kong gibi gelişmiş bir ekonominin Çin ile bütünleşmesi dışa açılma politikasının önemli destekleriydi. Çin’in dışa açılması ve ihracattaki göz kamaştırıcı artışlar Çin’i doğrudan yabancı yatırımların en fazla yöneldiği ülke, en büyük sermaye ithalatçısı yaptı. Bugün ise Çin en büyük sermaye ihracatçısı. Elinde 4 trilyon dolarlık döviz ve ABD kağıdı var. Sermaye akımı dünyadan Çin’e doğru değil, Çin’den dünyaya doğru.

Çin’deki reformları eleştiren Martin Hart-Landsberg ve Paul Burkett ihracat amaçlı üretime yatırım yapan yabancı sermayeyi kastederek şu tezi ileri sürmüşlerdi: “Çin’in ekonomik büyümesi artık büyük oranda çok uluslu şirketlerin ihracat faaliyetlerine bağımlı hale gelmişti. Bu dönüşüm 1997-98’de gerçekleşen Doğu Asya krizi ile daha da derinleşti.”[25] Fakat 2000’li yıllarda yaşanan gelişmeler, özellikle ÇKP’nin XVIII. Merkez Komite III. Genel Oturumunda ihracata dayalı büyüme yerine iç piyasaya dayalı büyüme yönünde ekonomiyi yeniden dengelenme kararı alınabilmesi, ihracat bağımlılığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Hatta doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının Çin’i, Arraghi’nin sermayenin birikim daireleri teorisiyle açıkladığı zincirin beşinci dairesi haline getirdiği de ileri sürülebilir. Bu açıdan bakıldığın Çin, zenginliğin biriktiği yeni merkez olarak görülecektir.

Çin ekonomisi yeniden dengelenirken gözetilen amaçlardan biri, zenginliğin bölüşüm düzenini değiştirmek. Beşinci dairenin öncekilerin tekrarı değil, yeni bir medeniyet biçimi olduğunu söylemeyebilecek tarihsel dayanaklara ve güncel verilere de sahibiz. Ramo’nun şu cümleleri de bu gerçeği teyit ediyor: “Ülke şimdi kendisini sadece dünyaya yardım edecek ekonomik araçların sahibi olarak değil, aynı zamanda kendi örneğinin aracı olarak buluyor. Muhtemelen bu, Deng’in tam olarak hayal ettiği şeydi.”[26]

Sonuç

Son dönemlerde Batılı gözlemcileri günümüz Çin yönetimini tasvir ederken Lenin, Mao gibi sosyalizmi temsil eden isimleri çok sık kullanmaya başladıkları görünüyor. Foreign Affairs’de yayınlanan, NGO’lar ve Dışişleri Bakanlığı için çalışan Evan A. Feigenbaum ile The Kellogg School of Management Uluslararası İlişkiler Bölümünden Daniel Ma imzalı makalede Xi Jinping ve ekibi “Lenin’in Çinli mirasçıları” olarak isimlendiriliyor. Xi yönetiminde siyasal tercihlerin ekonomik ihtiyaçların önüne geçebileceğine dikkat çekiliyor. Xi ve ekibi Çin ekonomisini yeniden dengelemeyi öncelikli amaç olarak görüyor; Çin’e teknokratların değil ancak ÇKP’nin önderlik edebileceğini görüşüyle hareket ediyor. “Çinli liderler Leninistler ve öyle görünüyor ki şu anda partilerinin yüz yüze olduğu tehdit konusunda yanılsama içinde değiller. Özellikle Xi açıkça, Pekin gerekli politik dönüşümleri yapacaksa iktidar üzerindeki parti tekelinin esas olduğuna inanıyor. Fakat bu sadece partiyi itibar hasarı riskine rağmen kendisini korumaya odaklamak anlamına gelecektir ve kısa vadeli ekonomik büyümeye maliyeti pahasına olabilir.”[27]

ÇKP’yi yönetenler açısından ekonomik büyümeden daha da önemli bir mesele varsa, bu da partinin siyasal ve ideolojik önderliğinin devam ettirilmesidir. En azında bugün ülkeyi yönetenler böyle düşünüyorlar.

Çin bir gün sosyalizmin ilk basamaklarını aşıp üst basamaklara çıkacak. Bu süreçte bir çok ara aşamanın yaşanacağını öngörebiliriz. 1959’da başlayan Büyük İleri Adım kampanyasından sonra Mao geri çekilmiş, inisiyatif Lui Shaoqi ve Deng Xiaoping’e geçmişti. Deng Xiaoping teorisinin ilk denemesinin bu dönemde yapıldığı söylenebilir. Bu geçici dönem Kültür Devriminin ilan edilmesiyle son bulmuştu.

Deng Xioaping Teorisinin yön verdiği reformların en hararetli destekçileri bile reform sonuçların önemli zaaflar da içerdiğini kabul ediyorlar. Örneğin Çin’de işsizlik özellikle köy komünlerinin ve bazı kamu işletmelerinin tasfiyesinden sonra önemli bir sorun haline dönüştü. Unutulmamalıdır ki 20. yüzyıl sosyalizm deneyleri tam istihdamı sağlayabilmişti ve bu, sosyalizmin 20. yüzyıldaki en önemli başarıları arasındaydı. Deng’in yaptığı sosyalizm tanımı açısından da bu zaaflar dikkat çekicidir: “Planlamanın ve piyasa güçlerinin oranı sosyalizm ile kapitalizm arasındaki farklılıkta esas değildir… Sosyalizmin esası üretici güçlerin özgürleşmesi ve gelişmesi, sömürü ve kutuplaşmanın adım adım yok edilmesi ve sonunda herkesi refaha ulaştırmayı başarmaktır.” (1992)

Reform sürecinde sosyal güvenlik sistemindeki kazanımların yıprandığı, ekolojik sorunların ortaya çıktığı görülüyor. Deng Xiaoping “kedinin kızıl mı siyah mı olduğu önemli değildir, önemli olan fareyi tutup tutamadığıdır” demişti. Artık ÇKP yönetimi “siyah kedi değil yeşil kedi” diyor. Ayrıca Partinin 18. Merkez Komitesi 5. Genel Toplantısında “Paylaşarak Gelişme Birleşerek Gelişme” çizgisi, karara dönüştü. Artık ÇKP yöneticileri hem aslanlara, hem de sineklere karşı mücadele ettiklerini söylüyorlar. Arslanlar burada üst düzey yöneticileri ifade ediyor. Toplumsal farklılaşmaları giderme görevi ile yolsuzluklara karşı mücadeleyi birlikte yürütülüyor.[28]

Daha reform sürecinin başlangıcında Deng’in vurgularından, teorideki esas revizyonun sosyalizm döneminde sınıf mücadelesi noktasında olacağının sinyallerini fark etmek zor değildir. Nitekim Mao sonrası dönem ÇKP yöneticileri sosyalizm altında Çin’de sınıf mücadelesinin sona ermediğini kabul etmekle birlikte, “sınıf mücadelesi artık toplumumuzdaki baş çelişme değildir” diyorlardı. Deng sosyalizm altında sınıf mücadelesi teorisini ret ederken, 1979’da Parti içinde burjuvalar bulunmadığını bile ileri sürdü: “Biz parti içinde bir burjuvazinin bulunduğuna inanmıyoruz, aynı zamanda, sosyalist sistemde, sömürücü sınıfların ve sömürüye olanak veren koşulların gerçekten yok edilmesinden sonra, tekrardan burjuvazinin ya da diğer sömürücü sınıfların yeniden ortaya çıkabileceğini savunmuyoruz.” 1986’dan sonra burjuva liberalizmine karşı mücadele içinde kullandığı ifadeler, 1979’daki tezlerini çürütüyor. Hatta son yıllarında Mao’nun sosyalizm döneminde sınıf mücadelesi teorisini teyit eden mesajlar verecektir: “Eğer Çin’de bir problem doğarsa, Komünist Partisi’nin içinden doğacaktır.” (1992) Deng, Tiananmen olayları sırasında burjuva liberalizmine karşı oluşan zaafın parti yöneticilerinden kaynaklandığını sık sık dile getirmişti.

Deng’in reform programı 1978’de en fazla entelektüellerden destek alıyordu. 1986-1989 yıllarında entelektüeller Deng’in politikalarına muhalefetin liderliğini yapıyordu.

1978’den sonraki ekonomik reformlar ve dışa açılma hem sınıfsal hem de bölgesel gelir farklılıklarını büyüttü. Aynı zamanda Maocu dönemin hatıraları hala canlı. Robert Weil 2004 yılı yaz aylarında Çinli işçiler, köylüler, örgütçüler ve solcu eylemcilerle yaptığı toplantıların sonuçlarını açıklarken bir işçinin şu sözlerini aktarıyor: “(Çin) asla sosyalizmi yaşamamış olan Birleşik Devletler gibi değildir. Yaşlı işçiler bu tarihsel bağlamı anlıyorlar. Çoğu Mao dönemini ve Kültür Devrimini yaşadılar. Mao Zedong Düşüncesini tecrübe ettiler ve onların kuşağı Çin’i yeniden Mao’nun yoluna sokmak istiyor”[29] Weil on yıl önce kaleme aldığı makalede öğrenci gençlik içindeki Maocu grupların işçi ve köylülerle ilişkilerin güçlendiğini ve “solcu” eğilimlerin önderleri arasında eski Kızıl Muhafızların da bulunduğu yazmıştı. 1980’de Deng Xiaoping neden Mao’ya sahip çıkmaları gerektiğin söz ederken, adeta bu konuda Weil’i teyit edercesine, Maocu çizginin sınıfsal dayanaklarını da belirtmiştir: “Eğer Mao Zedong Düşüncesinden söz etmezsek ve Mao Yoldaş’ın başarı ve başarısızlıklarının düzgün bir değerlendirmesini ortaya koymazsak yaşlı işçiler bunda tatmin olmayacaktır. Aynı şekilde toprak reformu dönemindeki yoksul ve orta tabakanın alt kesimi köylülerle yakın çalışma yürütmüş kadrolarımız da tatminsizlik gösterecektir. Hiçbir şekilde Mao Zedong Düşüncesinin bayrağını aşağıya indiremeyiz.”[30]

ÇKP sadece dünyanın en büyük partisi değil, en canlı tartışma ortamına sahip partilerinden biridir. Bu yüzden de Çin’i izleyenler sadece ÇKP Merkez Komitesini bakmakla yetinemezler; partinin ve Çin halkının bütün devrimci dinamikleri hesaba katılmalıdır. Önümüzdeki dönemde bir bütün olarak parti ve ülkenin dinamikleri, yeni değişiklikleri gündeme getirse bile, bugün daha modernleşmiş ve sosyalizm inşasında ilerlemiş bir Çin’in var olduğunu reddedemeyiz.

Samir Amin’e göre “kapitalist yolun temelinde toprağın metaya dönüştürülmesi vardır” ve bu yüzden Çin’in kapitalist yola girdiği söylenemez. Amin SSCB hakkında yürütülen tartışmalarda da Sovyet revizyonizminin toprak/köylü sorunundan kaynaklandığını savunmuştu. Çin toprakta özel mülkiyete izin vermiyor.

Deng Xiaoping’in şu tespitine katılmamak mümkün değil: “Eğer Çin, bir milyarlık nüfusuyla kapitalizme yönelse, bu dünya için bir felaket olacaktır.” (1986) Deng birinci hedeflerini şöyle tarif etmişti: “Yüzyılın sonu itibariyle Çin gayrisafi ulusal üretiminin dörde katlayacak ve görece bir refah seviyesine erişecektir. Bu zaman kesitine gelindiğinde, Çin dünya barışının ve istikrarının tesisinde kesinlikle daha büyük bir rol oynayacaktır.” (1985) Bu hedef gerçekleşti. ÇKP yöneticilerinin belirlediği ikinci hedef ise yeni yüzyılın ilk 30 ila 50 yılı içinde gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşmaktı. Bu hedefin de gerçekleşeceğine ilişkin güçlü veriler var.

1995’de Le Monde Poche tarafından yayınlanan ve yaygın dağıtılan Deng Xiaoping dönemi hakkındaki bir cep kitapçığında şöyle yazıyordu: “Çin tarihinin çok nazik bir döneminden geçiyor; burada 21. yüzyılın en temel ekonomik ve politik güçlerinden biri olarak çıkabilir veya yeniden anarşinin içine batabilir. Bununla birlikte son hipotez daha az olası görünüyor. Fakat risk ve inovasyon kumarının mı yoksa immobilizmin mi Empire du Milieu için daha iyi olacağını sadece tarih söyleyebilir.”[31] Bu kitapçık yayınlandığında Çin’in gelecekte kaos içine yuvarlanma ihtimali Batı’da yaygın olarak tartışılıyordu. Artık kimse Çin için kaos senaryolarını ciddiye almıyor. ÇKP kutuplaşmalardan kaynaklanan sorunları iyi yönetti. Bugün ülke ekonomisini yeniden dengeleyerek hızlı kalkınmanın tahribatlarını telafi edeceği bir sürece girdi.

XX. yüzyılın deneyleri sosyalist inşa sürecinin mülkiyet hukukuna indirgenemeyeceğini, çeşitli aşamaları içermesi gerektiğini ve son amaca ulaşmak için tahmin edilenden çok daha uzun zamana ihtiyaç duyulacağını gösterdi. Bilim, her bir aşamayı inceleyerek ve anlayarak gelişecek. Teori dergisi yayın hayatı boyunca inşa süreçlerini ve onun önemli bir parçası olan Çin deneyimini yakından izledi. Örneğin Aralık 1992 tarihli sayıda yer alan Çin’e Özgü Sosyalizm başlıklı yazı, bugün hala günümüz Çin gerçeğini anlamak isteyenler için, Türkçe kaleme alınmış en önemli başvuru kaynaklarındandır.[32]

Doğu Perinçek’in dediği gibi; “Çin’i izliyoruz, başarılarını bütün dünya hayranlıkla saptıyor. Bu başarılar, sosyalizmin başarılarıdır.”[33]

DİPNOTLAR

[1] Roman, Dörtlü Çetenin lideri olan Mao’nun karısı Jiang Qing’in hikayesini anlatıyor. Hatıratlara dayanan anekdotlar da kullanan roman anti-komünist edebiyatın popüler örneklerinden biri. Romanda Çin Devrimi ve Kültür Devriminin liderleri hedef alınıyor.

[2] Seriye Sezen, Çin’in İkinci Uzun Yürüyüşü, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2009, s. 18.

[3] Deng Xiaoping’in konuşmaları Pekin’de İngilizce olarak 3 cilt halinde yayınlanmıştır. (Deng Xiaoping, Selected Works, Foreign Language Press, Beijing.) Ayrıca bu konuşmaların bir bölümü Türkçeye de çevrildi. (Pu Goaliang, Çağdaş Çin’in Mimarı Deng Xiaoping, Canut Yayınları, İstanbul, 2015) Makalede Deng Xiaoping’den yapılan alıntılar bu kaynaklardan alınmıştır. Dipnot enflasyonu yaratmamak için her seferinde dipnotla kaynak belirtmedim. Sadece konuşmanın tarihini cümle veya parantez içinde vermeyi tercih ettim.

[4] Sosyalist pazar ekonomisi tartışmaları –ya da Samir Amin’in ifadesiyle pazar içinde sosyalizm- bu makalenin konusu dışında kalıyor. Fakat üç noktayı belirtmek istiyorum. 1- Pazar kapitalizme özgü değildir. Kapitalizm öncesi ekonomiler de pazar ile işleyen ekonomilerdi. 2- Pazar ekonomisi olmayan gerçekçi bir sosyalist model henüz üretilemez. Çünkü piyasanın kaldırılması için, malların ihtiyaca yetecek kadar üretilmesi gerekir. O zaman para ile değişimin temeli ortadan kalkar. 3- Arzın tek satıcı tekelinde olması hatta tek satıcının kamusal niteliği o ortamı pazar olmaktan çıkartmıyor. Ekonomik mübadele varsa –tek satıcı çok sayıda alıcı arasında olsa bile- pazar var demektir. Bu açıdan bakılınca sadece günümüz Çin ve Vietnam ya da Tito dönemi Yugoslavya deneyleri değil, Sovyet ve Doğu Avrupa ekonomileri bile sosyalist pazar ekonomisinin bir türü olarak nitelendirilmelidir.

[5] Jinquan Jiang, Ekonomik Gelişmenin Toplumsal Sınırları Çin Ekonomik Modelinin Geleceği, Kalkedon Yayınları, s. 218.

[6] Bildirinin Türkçe metni için bkz. Bugünkü Çin Hangi Yolu İzliyor, Aydınlık Yayınları, İstanbul, 1980, s. 25.

[7] Örneğin kararın bir yerinde şu iadeler yer alır: “Partimiz sosyalizm davasının yürütülmesi sürecinde yetersiz tecrübeden dolayı hatalar yapmış ve parti önderliğinin durumun analizinde ve Çin’in koşulları bakımından öznelci hataları olmuştur. Kültür Devriminden önce sınıf mücadelesinin kapsamının genişletilmesi ve ekonomik inşada acelecilik ve telaşlı-hızlı ilerleme şeklinde hatalar vardı. Daha sonra ise kapsamlı, uzun süren etkileri olan, kültür devriminin büyük hatası geldi. Bütün bu hatalar yeteneklerimiz dahilinde olan daha büyük başarılar elde etmemizi engelledi.” Metnin devamında eleştiriler daha ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Yine de metin Mao’nun katlılarının hatalarından kat kat üstün olduğunu belirtiyor. (Kararın Türkçe çevirisi için bkz. Belgelerle ÇKP’nin Dönüm Noktaları, Canut Yayınları, İstanbul, 2015, s. 98.)

[8] Maurice Meisner, the Deng Xiaoping Era an İnquiry into the Fate of Chinese Socialism 1978-1994, Hill and Wang, New York, 1996, p. 409.

[9] Nazira B. Boldurukova, Zhou Enlai’s Impact to the Foreign Folicy of China, International Journal of Social, Behavioral, Educational, Economic, Business and Industrial Engineering Vol:8, No:3, 2014, p. 852, http://waset.org/Publication/zhou-enlai-s-impact-to-the-foreign-folicy-of-china/9998625.

[10] Wang Gang Kültür Devrimini eleştirmek için kaleme aldığı İngilizce adlı romanında konferansa şu satırlarla yer veriyor: “Babam 1978’deki Çin Hükümetinin modernleşme hedeflerini açıkladığı Ulusal Bilim Konferansından bu yana yeniden doğmuş gibiydi. Bilimler akademisi başkanı Gua Moro’nun binlerce yıl önceki Tang hanedanı şairi Bo Ju-yi’den bir şiir okuduğunu duyduğunda gözleri yaşarmıştı. Aydınların o utanmayan doğalarını sergileyerek, benim önümde annemi kucaklamıştı.”

[11] “Ülkemizi modernleştirmeden, bilimsel ve teknolojik seviyemizi yükseltmeden, üretici güçlerimizi geliştirmeden ve bunlar ülkemizi güçlendirmeden ve halkımızın kültürel ve maddi yaşamını geliştirmeden, bütün bunları yapmadan sosyalist politik ve ekonomik sistemimiz tamamıyla konsolide edilemez ve ülkenin güvenliğinden emin olunamaz… Ancak ülkemizi modern, güçlü sosyalist bir devlet yapabilirsek sosyalist sistemi etkin şekilde güçlendirebiliriz, yabancı saldırı ve yıkıcılıkla başa çıkabiliriz; ancak o zaman nihai komünizm amacımıza doğru ilerlemenin maddi koşullarını adım adım yarattığımızdan tam anlamıyla emin olabiliriz.”

[12] Samir Amin, Çin 2013, Monthly Review (Türkçe), Kalkedon Yayınları, Sayı: 34, Ekim 2013, s. 17.

[13] Belgelerle ÇKP’nin Dönüm Noktaları, Canut Yayınları, İstanbul, 2015, s. 162.

[14] Joshua Cooper Ramo, Beijing Consensus, the Foreign Policy Centre, 2004, London, p. 3.

[15] Barry Naughton, Deng Xiaoping: the Economist, The China Quarterly, No: 135 Special İssue: Deng Xiaoping: An Assessment (Sept., 1993), Cambridge University Press on behalf of the School of Oriental and African Studies, p. 499.

[16] 5 temel prensip: Toprak bütünlüğü ve egemenlik için karşılıklı saygı, karşılıklı saldırmazlık, karşılıklı olarak birbirlerinin iç işlerine müdahale etmemek, eşitlik ve karşılıklı çıkar, barış içinde bir arada yaşam.

[17] Mao Zedong, Sovyet İktisadının Eleştirisi, Birikim Yayınları, İstanbul, 1980, s. S. 142.

[18] Samir Amin, Maoizmin Geleceği, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1993, s. 145.

[19] David Shambaugh, Deng Xiaoping: The Politician, The China Quarterly, No. 135, Special Issue: Deng Xiaoping: An Assessment (Sep., 1993), p. 457.

[20] Dört Temel İlke reform sürecinin başlangıcında Deng Xiaoping tarafından ortaya atılmıştı. 1- Sosyalist yola bağlılık, 2- ÇKP’nin önderliğine bağlılık, 3- Halkın demokratik diktatörlüğüne bağlılık, 4- Marksizm-Leninizm Mao Zedong Düşüncesine bağlılık.

[21] Robert Weil, Red Cat White Cad China and the Contradictions of Market Socialism, Monthly Review Press, New York, 1996, p. 82.

[22] Marie Claire Bergére, La Chine Aprés Deng Xiaoping: Développement Economique et Accomplissement Nationaliste, Revue Thier-Monde, Tome 37, No 147, 1996, p. 726.

[23] (Michel Oksenberg, China’s Confident Nationalism, Foreign Affiars Volume 65, No 3, 1986, s 501-523.) Önemli Çin gözlemcilerinden biri kabul edilen Oksenberg bu makalede şunları söylemişti: “Bugünün liderleri Mao ve destekçilerinden daha az milliyetçi değiller, fakat onların milliyetçiliğinin doğası farklı.” Oksenberg, Mao’non izolasyonist ve yabancı düşmanı olduğunu, bu tür milliyetçiliğin Deng döneminde yerini kendine güvenen milliyetçiliğine bıraktığını iddia ediyor.

[24] Abdi İpekçi Cumhuriyet Gazetesi’nin 14 Ağustos 1971 tarihli nüshasında şunları yazmıştı: “İki süper devlet arasında varolacak anlaşma sonucu yapılacak nüfuz bölgeleri paylaşmasında Türkiye geleneksel denge politikasını sürdürebilmesi onlarla aşık atabilecek, onlara kafa tutabilecek bir üçüncü süper devletin varlığına bağlı olabilecektir. ABD ve Sovyetler Birliği arasında dünyayı parsellemek üzere yapılacak bir anlaşmaya karşı kendini belli edecek ağırlık ise Formoza’da değil Kara Çin’indedir.” Akt. Kutay Karaca, Güç Olma Stratejisi Çin (Soğuk Savaş Sonrası Türk-Çin İlişkileri), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s 195.

[25] Martin Hart-Landsberg, Paul Burkett, Küresel Çatışmanın Yeni Aktörü Çin ve Sosyalizm, Kalkedon Yayınları, 2006, İstanbul, s. 85.

[26] Joshua Cooper Ramo, age., p. 60.

[27] Evan A. Feigewnbauım, Damien Ma, Lenin’s Chinese Heirs for Xi, Politics Comes First and Economy Second, Foreign Affairs, https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2015-10-14/lenin-s-chinese-heirs?cid=nlc-fatoday-20151014&sp_mid=49776192&sp_rid=a3VudGF5Z3VjdW1AZ3VjdW0uY29tLnRyS0.

[28] Doğu Perinçek, Çin’de ‘arslanlara ve sineklere’ karşı mücadele, Aydınlık, 18 Aralık 2015.

[29] Robert Weil, Çin’de Emekçi Sınıfların Durumu, Monthly Review (Türkçe), Temmuz 2006, sayı: 7, s. 45.

[30] Belgelerle ÇKP’nin Dönüm Noktaları, Canut Yayınları, İstanbul, 2015, s. 157.

[31] Partice de Beer, Jean-Louis Rocca, La Chine a la Fin de l’Ere Deng Xiaoping, le Monde Poche, 1995, p. 16.

[32] (Çin’e Özgü Sosyalizm, Teori, Sayı 31, Temmuz 1992, s. 2-22.) 1992’de Genel Başkan Doğu Perinçek, Genel Sekreter Hasan Yalçın ve İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi Halil Alkan’dan oluşan Sosyalist Parti heyeti ÇKP’nin davetlisi olarak Çin’i ziyaret etmişlerdi. Sosyalist Parti Heyetinin Çin ve Kore Gözlemleri başlıklı dosya içinde yer alan yazı, heyetin ÇKP ve hükümet yetkilileriyle temaslarından elde edilen bilgileri içeriyor. Yazıda Deng Xiaoping teorisinin genel çerçevesine ilişin önemli vurgular ve değerlendirmeler özetlenmiştir. Yazı aradan geçen 24 yıla rağmen bugün bile güncelliğini koruyor.

[33] Doğu Perinçek, Asya Çağının Öncüleri 21. Yüzyılda Lenin Atatürk ve Mao, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015, s. 185.

Teori, sayı: 326, Mart 2017

Son Dakika Haberleri