Mavi Vatan stratejisi ve Suriye paradoksu
Siyasal iktidarın moral ve ideolojik unsurlarla bezeli bu dış politik perspektifi terk etmesinde kendi siyasal geleceği ve ülke menfaati açısından çok mühim. Din, kültür, mezhep, ideoloji, sempatiye, arzulara, heveslere dayalı bir dış politikanın reel dünyada karşılığı yoktur.
Son dönem Bahriyemizin medar-i iftiharı Cem Gürdeniz, (rahmetli) Soner Polat, Cihat Yaycı, Nejat Eslen ve arkadaşları(1) yüzyılın başında dünyanın gıpta ettiği ve Osmanlı’nın da modern ordu geleneğini teşkil ederken esinlendiği Prusya askeri akademisinin asker entelektüel subay profilini andırıyorlar. Bu profili modern Harbiye eğitiminden geçen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarında görürüz ki; böyle isimler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ve son yüz yıllık Müdafa’â-yi Hukuk mücadelesinin çekirdeğini Cumhuriyetin de öncü kadrolarını oluştururlar. Ergenekon tertipleri ile TSK’nın bu temayüz etmiş kadrolarının tasfiye sürecinde ne yazık ki dışarıda kaldılar, lakin akademik, askeri entelektüel birikimlerini bir an olsun Türk milletinin ve devletinin menfaatine sunmaktan geri durmadılar. Bu kadro tıpkı Gazi Paşa ve arakadaşları gibi Namık Kemal’in : “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin/Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten” beytindeki ruh ikliminin iradesine sahipler.
Türk ordusunun, Türkiye’nin soğuk savaş sonrası dönemdeki teorik perspektif ve strateji zaafını aşmak için çok büyük bir temel ortaya koydular. Gürdeniz Amiralin Mavi Vatan stratejisi, Cihat Yaycı Paşa’nın Doğu Akdeniz, Libya , MEB ve Boğazlardan Montrö’ye göre almamız gereken vergi konuları Türkiye’ye her anlamda nefes aldırdı. Devlet politikası ve siyasi iktidarın bu doğru yaklaşımı sahiplenmesi her türlü takdire değer. Karadeniz ve Akdeniz’in 500 yıl sonra Türkiye üzerinden Sochi mutabakatıyla yeniden jeopolitik olarak bütünleşme emareleri gösterdiği bir süreçte hata ve eksikliklere işaret etmenin hayati bir öneme sahip olduğunu görüyoruz.
DAVUTOĞLU POLİTİKASI
Daha önce de yazıp söyledim, Davutoğlu’ndan müdevver Suriye politikamızın en başından beri politik hedefleri muğlaktır. Bu bagaj maalesef anlamsız bir ısrarla devam ettirilmeye çalışılıyor. Politik hedefleri ve sınırları iyi tayin edilmemiş bir strateji “taktik seviyede ne kadar başarılı olursa olsun” nihai anlamda hedeflerine ulaşamaz. “Yığınaktaki hata, savaş alanında telafi edilemez.”
Siyasal iktidarın moral ve ideolojik unsurlarla bezeli bu dış politik perspektifi terk etmesinde kendi siyasal geleceği ve ülke menfaati açısından çok mühim. Din, kültür, mezhep, ideoloji, sempatiye, arzulara, heveslere dayalı bir dış politikanın reel dünyada karşılığı yoktur. Kültürel unsurlar, yaşam ve düşünce biçimi, üretim biçimi, geçim biçimi [ekonomi politik] gerçekler dikkate alınmadan kavranamaz. Bu unsurların kendisinde tayin edici politik bir vasıf yoktur. Bugün Moğolistan’ın “biz Cengiz’in cihangirlik çağında Avrasya’yı işgal etmiştik şimdi de kamayı çektik aynısını yapacağız” demesi realiteyle ne kadar bağdaşır? Böylesi bir bakış açısından II. Dünya Savaşı’nda aynı inanç ve kültür dairesine mensup 60 ile 65 milyon arası insanın niçin birbirini öldürdüğünü kavrayamayız. [ Bunların 27 milyonu Sovyet, 10 milyondan fazlası Çinli, 6 milyonu Yahudi, 6 milyondan fazlası Alman, 3 milyondan fazlası Polonyalı, 2.5 milyonu Japon ve 1.5 milyonu Yugoslav vb] .
SURİYE’NİN PARÇALANMASI TÜRKİYE İÇİN FELAKET
Dünya görüşünüz ve felsefenize dayalı bir ana strateji belirleyerek sorunları bu perspektiften bilimsel esaslara uygun olarak tahlil etmeniz kaçınılmazdır. Türkiye’nin toplam milli güç unusurları Doğu Akdeniz’de Atlantik’e karşı tek başına denge sağlayamaz. Dengeyi “ortak tehdit ve menfaatlerimizin” örtüştüğü Rusya ile sağladık. Uluslararası ilişkilerde belirleyici olan jeopolitik gerçeklerdir. Bu gerçekler Suriye’de Rusya, İran ve Türkiye’yi örtülü olarak Çin’i bir araya getirmiştir.
Suriye’nin parçalanması, bölünmesi bu 3 ülke için de felaket olur. Realiteyi görmezden gelemeyiz. Küresel aktörler Esad yönetiminin iktidardan düştüğünde karşı karşıya kalacağımız tabloyu öngeremediği için kötünün iyisi bir statükoyu tercih etmiştir. Esad sonrası Suriye tablosunda kukla Kürt devleti ve İsrail’le sınır komşusu olmamız kaçınılmaz hale gelir. Esad’dan boşalacak alana demografik kompoziyonu dikate alarak sünni bir yapının gelebileceği varsayımına yatırım yapmak fevkalade tehlikeli bir yeni iç savaşa kapı aralar, uluslararası aktörlere kaşıyacakları yeni bir sorun alanı açılmış olur. Türkiye’nin devlet aklı bu tuzağa düşmeyecek kadar basiretlidir.
Hangisini tercih ediyoruz? Böylesi bir yapı her 3 ülkenin de menfaatlerine aykırıdır. Kanton gerçekleştiğinde Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığı tehlikeye girer. İran açık hedef haline gelir, Türkiye sınırı bir kaos alanı olur. Dış politikada her zaman ideal beklentileri gerçekleştirecek araçlara ve konjonktüre sahip olamayabiliriz. Burada “ehem ve mühim” tercihinin doğru yapılması önemlidir. Uluslararası sistemin Suriye rejimi konusunda vardığı mutabakatı tek başımıza değiştirecek güç ve araçlara sahip değiliz.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü bu kadar güçlü şekilde vurguladıktan sonra yapılması gereken fiilen Suriye’ye vaziyet eden Astana bileşenleri olarak bu hedefin sağlanmasını, göçmen sorununun aşılmasını gündeme getirmektir. Türkiye sınırında teröre karşı gerekli tedbirleri alma hakkımız zaten var ve teyit edilmiş vaziyette.
Suriye’de yarın partiler kuralım, öbürgün serbest seçimleri yapalım, diğer gün modern anayasa yapılsın hafta sonu da demokratik sistem işlesin demek toplumsal tekamülün seyrini bilmemek demektir.
Rusya, Doğu Akdeniz ve Suriye’de Türkiye’siz herhangi bir kazanımını kalıcı hale getirmesinin mümkün olmadığını görerek haraket etmelidir. Güney kuşağının güvenliği güçlü bir Türkiye’den geçer. Bu anlamda rejim üzerindeki gücünü kullanarak fevri hareketleri frenleyebilmelidir. Türkiye, Rusya ilişkilerindeki hassas noktalar birbirinin stratejik menfaatlerine zarar vermeyecek bir açıklıkla konuşularak rasyonelleştirilmesi gerekir. Jeopolitik gerçeklerin dayattığı Türkiye Rusya stratejik işbirliği bu tali ve münferit hadiselere heba edilemeyecek kadar büyük ve önemlidir.
(1) İsimlerini tek tek burada sayamadığım bu kadroya selam olsun.