MEDYANIN HALLERİ... Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışanlar
AK Parti medyası uzun yıllardır sahte umut pompalamaya devam ediyor. AK Parti yaklaşık 5 yıldır yavaş yavaş halledemedi. 'Halledeceğiz' oyalamasının da sonu geliyor. Emekliler üzerinden asgari ücret tepkilerini önlemeye çalışıyorlar. Yani, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar
Asgari ücret 22 bin 104 lira oldu. Vatandaş tepkili. AK Parti içinden de tepkiler yükseldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tivitinin altına atılan mesajların neredeyse tümü olumsuz. Eski AK Parti Milletvekilleri Şamil Tayyar ve Mehmet Metiner gibi…
Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük de sosyal medyadan, “Yapılan zam çok düşük. Toplumdan kesinlikle tepki görür bu. İşverenin dediği olmuş. Asgari böyleyse emekli ne yapacak?” paylaşımı yaptı.
Fakat Cem Küçük Türkiye gazetesindeki yazısında asgari ücretle ilgili bir tartışmaya girmedi. Bu sözlerini yazısına taşımadı. Başlığı da şu: “Emekli maaşı asgari ücretten bir tık daha önemli.”
Mehmet Şimşek döneminde istikrar olduğunu belirten Küçük, “Şu an için acil olan emeklilerin durumunun düzeltilmesi. Gerisi yavaş yavaş hallolur...” dedi.
AK Parti medyası uzun yıllardır sahte umut pompalamaya devam ediyor. AK Parti yaklaşık 5 yıldır yavaş yavaş halledemedi. “Halledeceğiz” oyalamasının da sonu geliyor.
Böyle olunca da, “zor”un bir biçimini devreye sokuyorlar. Emekliler üzerinden asgari ücret tepkilerini önlemeye çalışıyorlar. Yani, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar.
Enflasyonu devlet bile resmi yüzde 45 olarak açıklıyor. Zam oranı yüzde 30.
Açlık sınırı: 27 bin TL
Enflasyonun karşılığı: 24 bin 600 TL
Verilen asgari ücret: 22 bin 104 TL
Emeklilerin hali ise perperişan.
Türkiye Yüzyılı’nda manzara bu. Emekçiye reva görülen bu.
AK Parti iktidarının ilan ettiği asgari ücret, insanca yaşam hakkı tanımıyor.
İkinci Kemal Derviş programı Türkiye'yi bitiriyor.
Bu sistemin sonu gelmiştir.
TÜRK-İŞ'in talep ettiği 29 bin 583 lira kırmızı çizgimizdir.
Şimdi bütün işçi sınıfı, bütün emekçiler ve bütün millet olarak bu kırmızı çizgide mücadele bayrağını yükseltiyoruz.
Görevimiz Üretim Devrimi’ni yapmak ve Üreticilerin Millî Hükûmeti’ni kurmaktır.
PKK’LI ÖCALAN’DAN ‘SİLAH BIRAKIN’ ÇAĞRISI, DÖRT PARÇALI BÖLÜCÜLÜK YAPAN PKK/DEM’DEN ‘TÜRKİYE PARTİSİ’ OLMASINI BEKLEMEK HAYÂL
NEDİM ŞENER - HÜRRİYET
“Bizler bölgede Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizde özellikle Kürt halkının ulusal birliği ve dört parça Kürdistan’da yaşayan Kürt halkının kendi haklarının kazanılması için gerekli diyaloglarda, müzakerelerde elbette bulunduk, aynı zamanda Suriye’deki gelişmeleri değerlendirdik...”
“Dört parça Kürdistan’da yaşayan Kürt halkının ulusal birliği” cümlesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü” konusunda namus ve şerefi üzerine yemin eden PKK/DEM’in Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları’na ait. (…)
PKK/DEM’in amacı terör örgütü PKK/PYD’nin elde edeceği “statü”, çünkü bunu başaramaz ve PKK/PYD-YPG tasfiye edilirse, PKK terör örgütü gibi kendisinin de sonu gelecek. Hatimoğulları’nın sözleri bize bir kez daha PKK/DEM’den “Türkiye partisi” olmayacağını gösteriyor.
---
COLANİ'YE KRAVAT BİZE ŞALVAR MI?
AKİF BEKİ - KARAR
Sultan Abdülhamid pantolon giyerdi. Onu deviren İttihatçılarla en sıkı muhalifleri Genç Osmanlılar ve Jön Türkler de öyle.
Büyük Doğu dergisini çıkaran Necip Fâzıl, kravat takardı. Nâzım Hikmet'le fikren ayrı uçlarda dursa da kılık, kıyafette ayrışmazdı.
Milli şairimiz Mehmet Akif'in tercihi de pantolonla kravattı. Tevfik Fikret'le inanç ve anlayışta ayrışırlardı.
Birbirlerini Molla Sırat'la Zangoç'a benzetecek kadar ayrı dünyalardandılar. Ama kılık, kıyafette pek ayrışmazlardı.
Bilal Erdoğan'ın, kimlik ve kültür olarak hangisini rol model aldığı açık. Fakat kimi benimserse benimsesin, rol modelleri de şalvar giymezdi.
Gelin görün ki Bilal Bey, katıldığı bir YouTube yayınında şalvar giyememekten şöyle şikâyet etti:
"Dış görünüşüm, benim kültürüm değil. Batı'dan aldığımız kravat ve ceket. Şalvar giymek daha rahat ama şalvar giydiğin zaman yobazsın, gericisin. Bunu giydiğin zaman medenisin. Bu ikilemden çıkamıyoruz, 200 yıldır böyle..." (…)
Gardırop gelenekçiliği veya muhafazakârlığı, selefilik gibi en tutucu versiyonunda bile aşılabiliyor. Canlı örneği Colani. Kâfir Batı'nın sembolü diye takım elbise ve kravat giymeyi sorun etmedi. Modadaki değişime direnmiyor, itikat meselesi görmüyor.
Müslüman Doğu'yla Hristiyan Batı arasında sıkışıp kimlik bunalımına düşmemek için... İlla bağlamayla gitar, kanunla piyano, zurnayla trompet arasında bir tercihte mi bulunmamız gerekir?
Abdülhamid alaturka sevmez, alfranga müzik ve âletlerini severdi. (…)
Çağ değişti, kimlik karmaşamız ve argümanlarımız değişmedi. Sanırsınız şalvar Müslümanlığın, pantolonsa Hristiyanlığın sembolü.
Belki de coğrafya kaderdir, ne diyeyim.
---
MUKADDESATÇILARIN MEZHEPÇİLİĞİ
SONER YALÇIN - NEFES
Mukaddesatçılar, Arap ulusalcısı laik modernist BAAS hareketine bile mezhepsel bakıyor. Niye böyle?
Mukaddesatçıların siyasi tavrını bir kitap üzerinden anlatmaya çalışayım:
Soğuk Savaş’tan sonra neoliberalizm “el kitabı” çıkardı; Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması.”
Yıl, 1996.
Tezi şuydu: Dünyada yeni mücadele sahasının kaynağı ideolojiler değil, etnisite olacaktır. (“Olmalıdır” demek istiyor aslında!) İdeolojinin yerini dinin, laik milliyetçiliğin yerini ise dini milliyetçiliğinin alacağını ileri sürdü...
Emperyalizmin, küreselleşmenin zorunlu sonucu olduğunu söyleyen Huntington; Batı’nın, gelişim şekli bakımından değil, değerlerinin ayırt edici özelliğinden dolayı diğer medeniyetlerden ayrıldığını vurguladı.
Buna göre, yeni dünya düzeni kurulmalıydı. Ulus devletleri parçalama hedefli 22 ülkeyi kapsayan Büyük Ortadoğu Projesi/BOP kaynağını buradan aldı.
Bu projelere karşı çıkanlara neler yapılacağını da yazdı Huntington: “Eğer bir devlet, başka bir devletin potansiyel tehdit haline geldiğini görürse, gücünü artırarak ve diğer devletlerle müttefik olarak kendi güvenliğini sağlamaya çalışmalıdır…”
ABD başta olmak üzere Batı’nın Netanyahu katliamlarına ses çıkarmamasının temeli işte budur!
Ve: Huntington gibi kafalara göre, İslam kılıç dini idi, törpülenmesi gerekiyordu… Mesela: Neoliberalizmin dış politika manifestosunu yazdığı kitabında hedefine İslam ülkelerini koyması şaşırtıcı değildi:
-“İslam, medeniyetimizin istikrarsızlığına yol açan nüfus patlaması yaşıyor, durdurulmalıdır!” Kontrolden çıkan dünya böyle düzene sokulabilirdi.
Yaşadıklarımız budur; savaşlar, iç çatışmalar ile nüfus artışını önlüyorlar! Uzatmayayım:
Bizim kimi Müslümanlar hâlâ meseleye “mezhep gözlüğü” ile bakıyor. Emperyalizm, Ortadoğu’nun yeraltı-yerüstü kaynaklarını sömürmek için binbir tuzak kuruyor ve kendini dini bütün sanan kimileri bu oyuna geliyor: Şiiler, Nusayriler-Aleviler yıkılsın da ne olursa olsun!
Bu “kör” inananların sözde hepsi Hz. Ali aşığı…
---
HANİ DOSTTUK
SALİH TUNA - SABAH
Lamı cimi yok; mademki İsrail nükleer yeteneğe sahiptir, Türkiye de behemehâl nükleer yeteneğe sahip olmak zorundadır. Ancak o vakit "komşuluk" ilişkileri sağlıklı yürür. Biz de burada rahat rahat "Yurtta sulh cihanda sulh" diyebiliriz.
Lakin...
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı gibi çok kritik göreve getireceği Mike Waltz bakınız ne demiş:
"İran nükleer silah elde ederse, Türkler de nükleer silah sahibi olmak isteyecek..."
E hani Türkiye NATO müttefikiydi, hatta dosttuk, müttefiktik; sıra nükleer güç sahibi olmaya gelince neden şappadak İran'la eşitlendik?
Demek ki hangi ırka, hangi dine, hangi mezhebe, hangi meşrebe, hangi siyasi görüşe sahip olursanız olun mevzubahis İsrail'se durum değişmiyor.