Meserret Taşkın'dan mektup var: Çocuk gelinler
“Daha ay hali olmamıştım. Ağaç tepelerinde geziyor; ‘rakı içip bağırana, tütün içip savurana varacağım’ diye bağırıyordum. Aklım erse, çocuk olmasam böyle bağırır mıydım?”
Dedemle evlendirildiğinde, yaşının ne kadar küçük olduğunu böyle anlatırdı anneannem. Gerdek odasında kendisinden yaşça hayli büyük olan dedeme “Dayı bana dokunma, annem beni keser…” dediğini de. Biz de gülüşür; “Dedeme nasıl yalvarmıştın, hadi bir kere daha anlat” diye, anneannemizin boynuna sarılırdık.
Anadolu’da pek çok kadından benzer hikâyeleri dinlemek mümkün. Bunların bir kısmı, sonradan düzgün yürüyen evlilikler olmuş. Bir kısmı da zoraki sürdürülmüş. Ninelerimizden sonra, Cumhuriyet devrimlerinin etkisiyle, bizim kuşağımız için durum uzaktan izlenir, az rastlanır hale geldi. Ama bitmedi. Töre cinayetleri, kan davaları gibi azalsa da sürdü. Önceleri, çocuk gelinler sorununun üstünde durulmazken, son dönemde bu konuda farkındalık arttığından mıdır(!) bilinmez; olaylar dikkat çekti. Tepkiler arttı.
Çocuk gelin olayı korkunç. Tepkiler olumlu elbette. Ama, mağduru da düşünmek gerekmez mi? Bazı tepkilere bakıyorum da amaç üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi anlayamıyorum doğrusu. İzin verelim de mağdur kendini toplayıp yeni bir hayat kursun. Travma ve trajedilerin üstüne yenilerini eklemeyelim.
Soruna hiçbir çözüm önermeyen, olayları üreten sisteme itiraz etmeyen bazı kesimler, hele de medya, mağdurla ilgili hiçbir sorumluluk duymadan, ellerine geçirdikleri “malzemeyi” sakız gibi çiğneyip sündürüyorlar. Bunlara bakınca Diyojen’in “Gölge etmeyin, başka ihsan istemem” sözü geliyor aklıma.
Sadık okurunuz
Kırk beşini aşkın
Meserret Taşkın