Milli demokratik devlet ve kalkınma-3: Eşitlikçi, özgür ve adil düzen için uygun zemin oluştu
Program, strateji ve siyasetler, insanlığın ortak özlemlerini ne kadar güçlü bir biçimde yansıtırlarsa yansıtsınlar, nesnel koşulları oluşmadığı sürece hayatın dışında kalır.
BRIQ Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi’ndeki makalenin üçüncü bölümünü sunuyoruz.
DEVLETE BİLİMİN YOL GÖSTERİCİLİĞİNDE KAMU ÇIKARININ YÖN VERMESİ
Millet, günümüzde hem emperyalist hegemonyaya karşı ülkenin bağımsızlık ve egemenliğinin korunması, hem de ülkenin kalkınmasının temel gücüdür. Milli devlet de, bu mücadelede milletin sahip olduğu temel örgüttür. Milli devletin bu süreçleri başarılı bir biçimde yönetmesinin iki ana esası vardır. Birincisi, bilimin yol göstericiliği ile milletin topyekûn ve etkin biçimde seferber edilmesinin birleştirilmesi; ikincisi de, siyasal iktidarın bireysel çıkarın kolektif çıkara tabi kılınması ilkesine bağlı kalmasının sağlanmasıdır. Milli devlet, bu iki esas yerine getirildiği ölçüde gerçekten milletin örgütlemiş haline dönüşür.
Batı’da burjuva demokratik devrimleriyle birlikte kurulmuş olan demokrasilerin esas kaynağı, egemen sınıfların kendi içlerinde uzlaşma gereksiniminin karşılanmasıdır. Bu demokrasilerde halka biçilen konum edilgindir. Kapitalizmin yükseliş döneminin insanı özgürleştirici etkisi, halkın sistem tarafından kendisine biçilen konumun ötesine geçmesine ve önemli hak mücadeleleri vermesine yol açmıştır. Sömürgeleri yağmalayarak kendi iç çelişmelerini yumuşatmayı başaran emperyalist ülkelerde demokrasi, giderek sisteme olan itirazı toplumun kıyısına sürüp etkisizleştirmenin bir aracına indirgenmiştir. Emperyalist sistemin Gelişen Dünya ülkelerinde “demokrasi”ye biçtiği işlev, ülkenin kanallarının emperyalist etki, baskı ve müdahalelere açık tutulması olarak özetlenebilir.
Oysa gelişen ülkelerin ihtiyacı halkın etkin bir konuma getirilmesidir. Ülkenin bağımsızlığının ve milletin egemenliğinin korunup pekiştirilmesinin de, kalkınma program ve stratejilerinin yaşama geçirilmesinin de temel güvencesi, milletin seferber edilmesidir. Gelişen Dünya’nın kitlelerin düzeyini kendi deneyimleri içinde öğrenerek yükseltmesini gözeten, onların yaratıcılık ve enerjileri açığa çıkartmaya hizmet eden bir Yeni Demokrasi’ye ihtiyacı vardır. Her ülke, Batı’nın dayattığı tek tip “demokrasi reçeteleri” yerine, kendi koşullarına uygun ve baş ilkesi “halka hizmet” olan kendi “Yeni Demokrasi”sini kurma ve geliştirme göreviyle karşı karşıyadır.
Gelişen Dünya’da toplumsal ve ekonomik gelişmede bilimi en gerçek yol gösterici kabul eden, kamu çıkarı ve paylaşmacılığa dayalı siyasal iktidarların oluşumu ve yaygınlaşması, ancak bu hedefin en başta emekçi sınıflar olamak üzere bütün millete maledilmesiyle olanaklı hale gelecektir. Ekonomik bakımdan güç kazanan kesimlerin iktidara egemen olmaları, bu hedefin önüne bir engel olarak çıkar. Bilimi rehber, halka hizmeti ilke edinmiş iktidarlar, ortak bir geleceği paylaşan Yeni Dünya’nın öncü birliklerini oluşturacaktır.
Çin Deneyi bu açıdan da öğretici olan unsurları içermektedir. Çin’in başarısının sırrı, milletin çağımızın temel toplumsal gücü olarak yeniden ve daha derinden keşfi ile sosyalizmde ısrarda yatmaktadır. Günümüzde de sosyalizmin inşasını sürdürmek için de kapitalist yolcuların iktidardan uzak tutulmasına özel bir özen gösterilmektedir.
EŞİTLİKÇİ VE ADİL BİR ULUSLARARASI DÜZEN VE KALKINMA
Kapitalizm altında rekabet, emperyalizm aşamasında yıkıma dönüşmüştür. Emperyalistler arası paylaşım rekabetinin tetiklediği iki dünya savaşı, insanlığa tarih boyunca eşi görülmemiş bir yıkım getirmiştir. Emperyalizmin dünyaya dayattığı uluslararası düzenin anahtar kavramı, hegemonyadır. Hegemonya, bugün yalnızca emperyalist sistemin Ezilen Dünya üstündeki zora dayalı egemenliğini değil, aynı zamanda emperyalist sistemin kendi sıradüzeni içinde ABD’nin diğer emperyalist ülkeler üstündeki denetimini de kapsamaktadır. ABD’nin bu amaçla tasarlayıp dayattığı neoliberal uluslararası düzen günümüzde hızlı bir çöküş sürecine girmiştir. ABD hegemonyasınını hızla gerilemesine yol açan temel etken, Yükselen Avrasya’dır. Emperyalist sisteme hayatın her alanında seçenek oluşturmaya yönelen bu yükseliş, insanlığın ortak geleceğini birlikte şekillendirmeyi hedeflemektedir. Askeri, siyasal, ekonomik, ideolojik ve kültürel alanlarda ABD hegemonyasına karşı yürütülen bu mücadele içinde yeni, eşitlikçi, adil ve karşılıklı yarara dayanan bir uluslararası düzen de şimdiden kurulmaya başlanmıştır.
Günümüzde tek tip olan emperyalist dünyadır. Gelişmekte olan ülkeler, milletleşme sürecinin değişik aşamalarında bulunmaları ve tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimlerinin farklılığı nedeniyle geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Yeni uluslararası düzen, bu çeşitliliğe saygı gösteren ve her ülkenin kendi koşulları çerçevesinde belirlediği kendine özgü gelişme stratejisi doğrultusunda Uluslar arası işbirliğinden yararlanmasına olanak tanıyan bir düzen olacaktır. Gelişen Dünya’nın çeşitliliği, böylelikle ülkeleri ayrıştıran değil, onları insanlığın ortak geleceğini kurmada birleştiren yeni bir güç kaynağına dönüşecektir. Farklı kültürler arasındaki etkileşim, yeni ve daha üst düzeyde ortak bir insanlık kültürünün inşası sürecine güç katacaktır.
Yeni bir uluslararası düzen, masa başlarında değil, ancak hayatın ve mücadelenin içinde bütün ülkelerin etkin katılımıyla inşa edilebilir. Çin’in başını çektiği Kuşak-Yol Girişimi bu süreci ilerletmenin etkin ve önemli bir aracını oluşturmaktadır. Avrasya’nın karasal yapısını da bir ayakbağı olmaktan çıkarıp bir üstünlük unsuru haline getirmeyi amaçlayan bu girişimin başarısı, Çin dışındaki diğer ülkelerin bu girişimin hem şekillenmesi, hem de uygulanmasına daha etkin bir biçimde katılmalarına bağlıdır.
Eşitlikçi ve adil bir uluslararası düzenin en sağlam güvencesi, bütün ülkelerin güçlü hale gelmesidir. Çin’in “mucizevi” olarak nitelendirilen hızlı gelişmesi, bütün dünyaya yoksulluğun kader olmadığını göstermiştir. Bilim temelinde saptanmış ve devlet öncülüğünde uygulamaya konan doğru bir kalkınma stratejisinin milletin üretim gizilgücünü açığa çıkarmada ne kadar etkili olduğu böylelikle gözler önüne serilmiştir. Bir ülkenin refahının Kaf Dağı’nın ardında ulaşılamaz bir yerde olmadığı çıplak gözle görülür hale gelmiştir. Çin deneyiminden çıkarılması gereken en önemli ders, budur.Üstelik emperyalist sistem altında bir köstek olan “uluslararası işbirliği”ni yeni uluslararası düzende her ülkenin gelişmesini hızlandırmada yararlanabileceği bir desteğe dönüştürme olanağı, insanlığın önünde yeni ufuklara yol açmaktadır.
Program, strateji ve siyasetler, insanlığın ortak özlemlerini ne kadar güçlü bir biçimde yansıtırlarsa yansıtsınlar, nesnel koşulları oluşmadığı sürece hayatın dışında kalırlar. Bugün emperyalist hegemonyanın geriletilmesinin gelişmekte olan ülkelerin hayat alanını genişletmesi, bu ülkelerin nesnel zorunluluklarının hem yönetimlerinin, hem de halklarının tutumlarını yönlendirmede daha etkin bir rol oynamasına yol açmaktadır. Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kısa bir süre önce “Çin Modeli’ni benimsedikleri” yönünde bir açıklama yapmıştır. MetroPOLL Araştırma Şirketi, yaptığı saha araştırmasında Türk halkı içinde Türkiye’nin dış ilişkilerinde “Çin ve Rusya’ya öncelik vermesi” isteminin “ABD ve Avrupa Birliği’ne öncelik verme” istemine ağır basar hale geldiğini saptamıştır. Afrika’da yeni sömürgeciliğe karşı yükselen mücadelede, Rusya, Çin ve Türkiye Afrika’nın dostları olarak görülmektedir. Bütün bunlar, dünya milletlerinin kendi deneyimleri içinde gerçekleri hızla görme ve öğrenmeye yöneldiklerinin göstergeleridir. ABD’nin Kuşak-Yol Girişimi’ni engellemek için her türlü çabaya öncelik vermesi, ya da Xi jinping, Vladimir Putin ve Tayyip Erdoğan’ın emperyalist sistemin yarı resmi yayın organlarında “bir an önce bertaraf edilmesi gereken liderler” olarak birlikte resmedilmeleri, aynı madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır.
Türkiye, 20. yüzyılın başında emperyalist işgale karşı verdiği Kurtuluş Savaşı’yla bağımsızlık ve egemenliğini sağlamıştır. Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Kemalist Devrim, Türkiye’nin milli demokratik devriminin eşsiz bir atılımını oluşturmuştur. Milliyetçilik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik ilkeleri, Kemalist Devrim Programı’nı özetlemektedir. Milliyetçilik, hem bağımsızlık ve egemenliğin korunması, hem de ekonomik ve toplumsal gelişme için temel gücün millet olduğunu ifade etmektedir. Halkçılık, en başta köylülük olmak üzere halka dayanma vehalka hizmeti esas alan yaklaşımın ilkesidir. Bu ilke, halkın refahını ve etkin katılımını sağlamadan ülkenin geleceğinin güvence altına alınamayacağı esasına dayanmaktadır. Cumhuriyetçilik, milli devletin gerçekten milletin örgütlenmiş hali olması gereğinin ifadesidir. Devletçilik, milli demokratik bir ekonomi ve toplumun inşası için devletin öncü ve planlayıcı işlevinin vazgeçilmezliğini vurgulamaktadır. Laiklik, milletleşme sürecinin önünde engel oluşturan feodal unsurların aşılmasının temel aracıdır. Bu ilke, bilimi hayatta en gerçek yol gösterici kabul eden Aydınlanma temeli üstünde yükselmektedir. Devrimcilik, devrim sürecinin arasız biçimde yürütülmesi gerektiği gerçeğini yansıtmaktadır.
Aradan geçen bir yüzyıl Kemalist Devrimin ilkelerini eskitememiştir. Bu ilkeler, içinde barındırdığı geniş çeşitliliğe karşın, Gelişen Dünya’nın günümüzdeki ortak programının belkemiğini oluşturmaktadır. Esneklikten ancak sağlam bir belkemiğinin varlığında istenen yarar sağlanabilir. Dünyadaki nesnel koşullar, Türkiye’nin Kemalist Devrim’le büyük bir atılım yaparak başlattığı milli demokratik devrimini tamamlaması için son derece uygun bir zemin yaratmaktadır.
20. yüzyıl, Rusya, Türkiye, Çin ve İran’da yükselen demokratik devrim dalgasıyla başlamıştı. Bu dört ülkenin 21. yüzyılın başlarında yine emperyalist hegemonyaya karşı mücadelenin ön saflarında yer almaları, kuşkusuz bir rastlantı değildir. Bu durum, çağımızın Milli Demokratik Devrimler ve Sosyalizme Açılım Çağı olduğunun açık bir göstergesidir.
GELİŞEN DÜNYANIN ALTERNATİF KALKINMA MODELİ BU DERGİDE
BRIQ Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi’nin Bahar 2022 sayısının kapak başlığı Gelişen Dünyanın Alternatif Kalkınma Modeli. Bu sayıda Prof. Dr. Semih Koray’ın “Milli Demokratik Devlet ve Kalkınma” başlıklı makalesinin yanı sıra; Xi Jinping’in “Ortak Refahı Gerçekleştirmek İçin İzleyeceğimiz Program”, Michael Roberts’ın “Çin: Sosyalist Bir Kalkınma Modeli Mi?”, Prof. Dr. John Bellamy Foster’ın “Çin’in Ekonomik Diyalektiği Üzerine Değerlendirme”, Doç. Dr. Efe Can Gürcan’ın “Çin Ekonomik Mucizesinin Kodları”, Ding Bing’in “Kamu Ekonomisinin Hâkim Konumu Çin Sosyalizminin Can Damarıdır” ve Tolga Dişçi’nin “Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Kemalizm’in Ekonomi Politikası” başlıklı makale ve yazılarına yer verildi. Dergide ayrıca, Cemil Şahin’in fotoğrafı, Turhan Selçuk’un bir karikatürü ve Kağan Güner’in bir resmi yer aldı.
BRIQ Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi şimdiye kadar 10 sayı yayımlandı. Derginin Haziran ayında çıkacak Yaz 2022 sayısının kapak konusu Enerjide Hidrojen Çağı olacak. Citefactor ve Index Copernicus adlı uluslararası indekslerde yer alan BRIQ, Türkçe ve İngilizce olarak üç ayda bir yayımlanıyor. Yarı akademik bir uluslararası siyaset, ekonomi ve kültür dergisi olan BRIQ, Türkiye ve Çin’den, prestijli üniversitelerin öğretim üyeleri ile uzmanlardan oluşan yetkin bir Yayın ve Danışma Kurulu’na sahip.
-BİTTİ-