Milli eğitim ve gayrimillî kandırmaca
Gıda, giysi, kira... Enflasyon altında eziliyoruz. Ama bir enflasyon türü var ki en belalısı: Üniversite enflasyonu. Bununla insan kaynağımızı kaybediyoruz, kendimizi tüketiyoruz. Eğitim sistemindeki plansızlık bir an önce çözüme kavuşturulmalı
Geçen günlerde bir haber okuduk: “2023 YKS sonuçlarına göre üniversitelerin genel kontenjan doluluk oranının yüzde 99,8 olduğu açıklandı.” Yani 208 üniversitenin tüm sıraları dolmuş. İğne atsak yere düşmeyecek. Peki bu duruma sevinmeli miyiz yoksa üzerine düşünmeli miyiz? Bu bir başarı mı yoksa kandırmaca mı?
ÜNİVERSİTE ENFLASYONU
Ülkemiz enflasyon belasıyla cebelleşiyor. Geçen yıl 100 lira olan ürün bu yıl 200 liraya dayanıyor. Gıda, giysi, kira her şeyin enflasyonu tavan. Alım gücümüz azaldığı için artık bazı şeyleri alamıyoruz; bir başka deyişle alamadığımız şeyi kaybetmiş oluyoruz. Bir de üniversite enflasyonu var ki en beteri, zira yaşadığımız birçok sorunun temelinde yatan sebeplerden biri bu enflasyon türü. Peki üniversite enflasyonunda neyi kaybetmiş oluyoruz? Ne bir kazak ne de bir porsiyon köfte kaybediyoruz. Bunlar geri gelir. Kaybettiğimiz şey insan kaynağımız. Hatta daha net yazalım; kaybettiğimiz şey insanlarımız; kendimizi tüketiyoruz.
Türkiye’de her alanda olduğu gibi eğitim sisteminde de olağanüstü bir plansızlık var. Bu plansızlık liseden başlıyor. 15 yaşındaki çocuklar düz liseden bozma Anadolu Liselerine, biraz akıllılarsa Fen Liselerine doluşturuluyorlar. Çocukların yeteneklerinin, becerilerinin, ilgilerinin, yatkınlıklarının hiçbir önemi yok. Burada tüm suçu aileye yüklemiyoruz kuşkusuz. Sistemin devlet eliyle yarattığı baskın atmosferde sınırlı sayıda aile bu mefhumlara öncelik verebiliyor.
Fen ve Anadolu Liselerini kazanamayan ve özel liselere gidecek imkanı olmayan çocuklar da Teknik Liselerin kapısından adım atmak zorunda kalıyor. Endüstri Meslek, Kız Meslek, Ticaret Meslek Liseleri... Liselerin isimleri bile ne kadar anlamlı. Endüstrinin ve ticaretin gelişmesini, kadınların meslek hayatında yer almalarını sağlayacak okullar. İsimleri net şekilde kendilerini anlatmakla birlikte aklımıza ilk bu tanımlar gelmiyor değil mi? Başarısız ve disiplinsiz öğrencilerin olduğu, okul çıkışlarında kavgaların yaşandığı, “serserilikle” anılan okullar canlanıyor aklımızda. Esasıyla bir memleket meselesi olan Meslek Liselerinin intibası ne yazık ki bu.
Oysa Meslek Liseleri, 85 milyona dayanan nüfusumuzun ihtiyaçlarını giderecek teknik elemanları yetiştiren okullar. Acıdır ki geldiğimiz noktada Teknik Liselerden mezun olan gençler dahi taşra üniversitelerinde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) gibi bölümler okumaya zorlanıyorlar. İİBF’ler de gerekli elbet fakat makine üretebilecek, ülkemizin sanayi ve endüstrisini ileriye taşıyabilecek bir genci niçin Burdur’da Çalışma Ekonomisi (ÇEKO) okumaya zorluyoruz? Ülkemizin ÇEKO alanında kapatılamaz bir açığı mı var? (Şehri ve bölümü örnek olarak aldığımızı belirtelim.)
İşte burada sarmal başlıyor. Türkiye’de 129’u devlet, 79’u özel olmak üzere 208 üniversite var. Makine yapabilecek çocuğu ÇEKO bölümünde okumaya zorluyoruz ki bu üniversiteler sinek avlamasın. Sinek avlamasın diyoruz çünkü üniversiteler eğitimin niteliğini veya gerçekten üniversite okuyan sayısını artırmak için değil müşteri bulmak için açılıyor. Her ilde, neredeyse her ilçede bir devlet üniversitesi veya üniversitenin bir bölümü bulunuyor. Sistem, taşralardan büyük şehirlere göç etmeye zorladığı insanlardan doğan ekonomik boşluğu, o insanların çocuklarını taşraya 4 yıllığına okumaya göndererek doldurmaya uğraşıyor. Çocuk, hedefi doğrultusunda okumaya değil, farkında olmadan annesinden ve babasından doğan ekonomik boşluğu doldurmak için taşraya gidiyor. Nereden tutsanız acımasızlık, nereden tutsanız plansızlık...
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada TRT’de yayınlanan bir video dolaşıyordu; Mennan Usta isminde biri gördüğü her makinenin aynısını kısa bir inceleme sonrasında yapabiliyormuş. Bu nedenle uluslararası makine fuarlarına girmesi dahi yasaklanmış. Bir makine mühendisi olarak, Mennan Usta’yı izleyince büyük hayranlık duydum.
İşte yukarıda yazdığımız acımasızlık ve plansızlık geleceğin Mennan Ustalarının sırtına makine yapma görevini değil şehirleri geçindirme görevini yüklüyor. Endüstriyel gelişim makine yapmakla sınırlı değil elbette, onu örnek olarak vurguluyoruz.
Bu yazıyı yazmayı düşünürken elimde Doğan Avcıoğlu’nun 1971’de basılan bir kitabı vardı.(1) Avcıoğlu kitapta, “Fabrikalar okul yapılmalıdır” başlığıyla teknik ve mesleki eğitimin önemine değinmiş, seferberlik çağrısı yapmış. “İnsan sermayesi stoğunu inşa etmeliyiz” diyor. 50 yılda bir arpa boyu yol alamamakla birlikte geçen bunca zamanda bin arpa boyu yol gerilemişiz.
Özel üniversiteler de benzer hedeflere farklı yollardan ulaşım sunuyor. Eskiden aile apartmanları meşhurdu. Tüm aile imkanlarını seferber edip bir apartman yaptırır, içinde mutlu mesut yaşardı. Şimdi apartmanı olan, fiyakalı bir dekorla binayı üniversiteye çeviriyor. Nitelik eğitim kadrosunda, başarılarda değil binanın dış sıvasında aranıyor. Hele hele öyle yıllık ücretler çıkartılıyor ki bir nevi okuduğunuz sektöre kredi açıyorsunuz. Mezun olduktan sonra iş bulabilirseniz aydan aya peyderpey verdiğiniz kredinin taksitlerini ömrünüz boyunca alıyorsunuz. İş bulamazsanız o kadar emek, o kadar para da boşa gidiyor.
MİLLİ EĞİTİM VE EKONOMİK KRİZ
Türkiye’de yalnızca iki bakanlığın isminin başında “Milli” kelimesi bulunuyor; Milli Eğitim ve Milli Savunma. Kuşkusuz tüm bakanlıklarımız milli fakat eğitime ve güvenliğe milli vurgusu yapmamız aslında bir bağımsızlık savaşıyla var olduğumuzun anlamı. Tam bağımsızlığın yolu güvenlikten ve eğitimden geçiyor.
Eğitim sistemimizde işlettiğimiz her yanlış bağımsızlığımıza zeval getiriyor. Bu yanlışlara 1949’da imzaladığımız Fulbright Anlaşması da dahil, dünya bazı kalemlerde gıda kıtlığına giderken üretim yapacak insanlarımızı şehirlere yığan sistem de dahil.
Kuşkusuz eğitim sistemindeki feci yanlışlar ekonomik krizi de tetikliyor. Plansızlık dahilinde açılan üniversitelerden mezun olan gençler alanlarında iş bulamıyor. Türkiye’de her dört gençten biri işsiz. Atanamayan öğretmenler “gençler iş beğenmiyor” haksız damgasına karşın taksicilik, kuryelik, garsonluk gibi işlerle hayata tutunmaya çalışıyor. Şanslılarsa asgari ücretle özel kurslarda çalışıyorlar. Saydığımız meslekler utanılacak, burun kıvrılacak meslekler değil elbette fakat her mesleği işinin erbabı yapmalı; her erbap kendi mesleğini yapmalı.
Köy okulları kapatılarak çocukların şehirlere taşınması alelade alınmış bir karar mıydı örneğin? Bu sistemi içeriden ve dışarıdan dayatanlar şehrin ışıltısına özendirilen çocuğun hiçbir kaygıyla bir daha köye geri dönmek istemeyeceğini biliyordu. Şehri besleyen tarımı yapan köyler boşaltıldı. Kalanlar ise yabancı tekellerin insafına terk edildi. Dikkat ediyorsak yazının başından beri, çizilen bir hattı anlatıyoruz. Her şey birbirine bağlı olarak yapılıyor.
Türkiye’de milli iktisat tartışmalarının alevlendiği 1908 Devrimi’nde en büyük tartışma konularından biri sanayiye mi yoksa tarıma mı önem verileceğiydi. Şimdi ikisini de sollayan bir hizmet sektörü var. TÜİK’in 2021 verilerine göre hizmet sektörü %37,4’ken, sanayi sektörü %28,9 ile onu takip ediyor.(2) Üretimin azaltıldığı yerde tüketim artıyor. Bu da hizmet sektörünü doğuruyor. Bunun yanı sıra tüketim o kadar artıyor ki azalan iç üretim tüketime yetişemiyor. Bu da dışa bağımlılığa yol açıyor. Buyurun çizilmiş bir hat daha. Türkiye’nin yarısının asgari ücretli hale gelmesinin sebebi de çalışanların hizmet sektörüne sıkıştırılması.
SONUÇ
Daha sayfalarca yazabiliriz. Konunun en yakıcı yönlerini ve örneklerini almakla yetiniyoruz. Doğru örnekleri vermeden bitirmeyelim. Korona salgını zamanı maske ve dezenfektan üreten meslek liseleri, kendi imkanlarıyla elektrikli araba yapan üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı “Mesleğim Hayatım” projeleri çok doğru adımlar. Hepsi de olumlu sonuçlanıyor. Gençliğe imkan verildiğinde karşılığı kat ve kat alınıyor. Çokça vurguladığımız üzere her şeyin başında planlama geliyor. Başta liselerden başlamak üzere üniversitelere, iş hayatına kadar ciddi bir devlet planlaması gerekiyor. Sektör talebinin üzerinde eleman yetiştiren üniversiteler günlük çıkarlar düşünülmeksizin kapatılmalı. Üniversiteler işsiz yetiştirme kurumları değil, üretim seferberliğine hazırlık okulları olmalı. Meslek liseleri tam manasıyla memleket meselesi haline getirilmeli. Öğrencilerin yeteneği, yatkınlığı belirlenmeli ve geleceğine bu yönde karar verilmeli. Bunlar yapıldıktan sonra da üniversite sınavları kaldırılmalı. Kuşkusuz tüm bunların olabilmesi için devrimci bir hükümete ihtiyaç var. Vatan Partisi’nin programı tüm ihtiyaçlara yanıt veren eşsiz bir örnek.
DİPNOT 1: Doğan Avcıoğlu, Devrim Üzerine, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1971. 2: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Yillik-Sanayi-ve-Hizmet-Istatistikleri-2021-45836, Erişim tarihi: 26 Ağustos 2022.