Modernizm ve aklın ahlakı
“Askerler! Medeniyet için sayısız sonuçları olacak bir fetih için yola çıkıyorsunuz.”
(Napolyon’un Mısır seferine çıkan orduya seslenişi)
Sayın İbrahim Kalın’ın “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikayeleri anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazmak zorundayız” şeklindeki sözleri üzerine açılan tartışma oldukça kıymetlidir.
Öncelikle modernizm, aydınlanma ve gelenek gibi temaların Batı’da yaklaşık 100 yılı aşkın süredir konuşulan ana temalardan birisi hatta birincisi olduğunu belirtmeliyiz.
Bugün Batı toplumu ciddi bir kriz içindedir ve bu kriz daha çok sosyal ve kültürel boyutları olan bir krizdir. Söz konusu kriz tartışmaları batıda kıta felsefesi denilen bir felsefi akımın doğmasına yol açmış Bergson, Heidegger, Habermas, Levinas, Adorno, Merlea, Ponty, Rene Guenon, Julies Evola ve son olarak Rus filozof Aleksandr Dugin gibi önemli felsefeci ve sosyologlar Batı’da yaşanan bu krizi esas olarak Descartes sonrası başlayan gelenek dışı modern medeniyet tasavvuru ile ilişkilendirmiş ve krizin aşılmasında geleneğin rehabilitasyonuna vurgu yapmışlardır.
Modernite esas olarak liberalizmle atbaşı gelişen bir kavramdır. Hem modernizm hem liberalizm esas olarak “özgürlüğe” vurgu yapar. Modernizm öncesi toplumda ya da geleneksel toplumda ise öncelikli olan anlamdır.
Geleneksel toplum hiyerarşik bir kozmik düzeni temsil eder ve gelenek bir kontrol ve disiplin modeli ortaya koyar iken modernizm, hiyerarşik düzeni yıkarak özneyi mutlaklaştırmış (cogito ergo sum) ve liberalizminde ilk temellerini atmıştır. Charles Taylor ‘un ifadesiyle “modernite anlamadan yoksun bir özgürlük vaadinde bulunurken gelenek anlamlı bir hayat yaşamak için belli sınırlar içinde hareket edilmesi gerektiğini” söyler.
İşin garip yanı, özneyi mutlaklaştıran ve saf özgürlükten bahseden liberal medeniyet tasavvuru kendisi ile çelişen her görüş veya kesime karşı da oldukça tahammülsüz ve totaliterdir. Muhaliflerini derhal şeytanlaştırır, yaftalar ve mahkum eder. Söz gelimi; İstanbul Sözleşmesine karşı çıkarsanız tecavüzcü olursunuz, "Halk ahlaķını ve geleneği savunmalıyız" derseniz gerici olursunuz, "LBGT toplumu çürütüyor" derseniz cinsiyetçi-homofobik olursunuz vs.
Bu nedenle liberalizmde liberal paradigma dışında başka bir düşüncenin ifade edilmesi özgürlüğü yoktur. Medeni engizisyon kalemleri sizleri acımadan infaz eder.
Modernist özgürlük, ahlakı ve geleneği reddeden liberal özgürlükle benzeşir.
Modernizm yukarıda da zikrettiğimiz gibi hiyerarşik düzeni reddederek bireyin mutlak özgürlüğü fikri üzerinden ortaya çıkmıştır. Burada aklın özgürlüğü meselesini tartışmaya açmak gerekiyor.
Hiçbir şey belli kuralları ve ilkeleri olmadan düşünülemez, akıl da buna dahildir. Kuralların ve sınırların olmadığı bir yerde erdem ve ahlak yoktur. Bu anlamda aklın da bir erdemi ve ahlakı olmalıdır. Kant bunu şöyle ifade ediyor: Şayet rasyonel akıl, kendi koyduğu yasaya tabi olmazsa başkalarının dayattığı yasanın boyunduruğu altına girmek zorunda kalır, zira en büyük saçmalık bile olsa herhangi bir yasa olmaksızın hiçbir düşünce kendi eylemini uzun süre devam ettiremez. Dolayısıyla düşüncede yasasızlık ilanının (rasyonel aklın mutlak özgürlüğü) kaçınılmaz sonucu, neticede düşünme özgürlüğünün kaybedilmesidir.’’
Görülmektedir ki batı medeniyetinin mutlak özgürlük tasavvuru her türlü kuralsızlık ve yasasızlık ile bir tür ahlak dışılığa yol açmıştır.
Oysa Batı dışı toplumlarda akla uygunluk makul olma ile tarif edilir. Etimolojik olarak “akl” kökünden gelen makul olma hali aynı zamanda asgari bir ahlaki standarda uyma ve intibaka da işaret eder. Batı toplumlarında ise bunun yerine rasyonellik kavramı kullanılır. Rasyonellik kavramına, daha çok günlük hayatta, sözgelimi iş hayatında optimum fayda veya karı, köşe dönmeciliği, uyanıklığı, kurnazlığı, belli bir başarı grafiğini tarif etmede başvurulur.
Bizde akıl, gelenek, ahlak ve yasa ile çerçevelenmiş erdemli akıldır.
Batıda ise akıl Ratio (rasyo)’dur: Matematiksel bir kesinlik ve algoritma silsilesidir.
Hatırlayalım Naziler oldukça rasyonel insanlardı. Nazi çalışma sistemi, disiplini, tıbbı, devlet organizasyonu ile tamamen rasyonel yöntemleri kullanıyordu ama hedefleri ve sonuçları tamamen irrasyoneldi. Öyle ki insanların saçından yastık doldurup yağından sabun yapacak kadar irrasyonel. Çünkü araçsal rasyonellik ahlak ve erdem tanımaz.
Doğu’da ise akıl makul olanı temsil eder ve daha ahlaki ve erdemlidir.
Sonuç olarak, Batı medeniyeti esas olarak özgürlüğe vurgu yaparken doğu medeniyeti anlama vurgu yapar.
Batı medeniyeti saf özgürlük kavramı üzerinden hareket eder, bu nedenle yasasız ve kuralsız bir özgürlüğü savunur, bu yönüyle doğası gereği liberalizmle kardeştir. Batı medeniyeti aklın özgürlüğünü faydacı rasyonellikle ifade ederken doğuda akıl makul olana işaret eder ahlak ve erdemle sınırlandırılmıştır.
Bugün, gelenek, Batı medeniyetinden artık sürülmüştür. Oysa Türkiye özelinde bakarsak, gelenek, ve halk ahlakı dediğimiz alan milleti birleştiriyor ve kültürel anlamda çimento vazifesi görüyor, Aileyi (bayram namazları, dost akraba mezarlık ziyaretleri gibi) yaşatıyor diri tutuyor, ahlaki telakkileriyle ruh terbiyesi veriyor Tüm bunlar geleneğin kodları olarak cemiyet hayatını dinamik tutuyor, Ateizm eşcinsellik, evlilik dışı yaşam, uyuşturucu kullanma, özgürlüğü, pornografi ise önce cemiyeti söküme uğratıyor devamında bireyi yabancılaştırıyor ve topyekün toplumu sağlıksız ve hastalıklı bireylerden ibaret bir ‘’topluluk’’haline getiriyor. Kişi toplumdan yalıtılıyor, yabancılaşıyor ve hedonizm ve tüketimin nesnesi haline gelerek, entelektüel ve kültürel hayatı baltalıyor. Bugün Amsterdam’da “topluluk” vardır, Tahran’da, Erzincan’da ise ‘cemiyet’ vardır. Çünkü milli, örfi, kültürel ortak değerleri olmayan tek tek ‘Özgür’ bireylerden cemiyet-toplum olmaz, topluluk olur, metro kalabalığı olur.
Bu nedenle liberal batı medeniyetinin kültürel hegemonyası karşısında gelenek, barikatın karşı tarafında değil bizim yanımızdadır.