14 Ocak 2025 Salı
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Modernleşme kavramı ve İbrahim Kalın’ın tespitleri

Modernleşme kavramı ve İbrahim Kalın’ın tespitleri
A+ A-
ÖNDER EGE

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. İbrahim Kalın, 30 Temmuz 2020'de Twitter hesabından paylaştığı mesajında "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır" ifadesini kullanmıştı. Paylaşım kamuoyunda olumlu ve olumsuz pek çok tepki aldı ve gündemi meşgul etmeye devam ediyor. TV ve popüler medya dışında, Aydınlık gazetesinde ve Teori dergisi yayın kurulunda da Kalın’ın açıklaması tüm yönleriyle tartışılmaya devam etmektedir. Bu arada, Vatan Partisi lideri Perinçek, “İbrahim Kalın’ın sözlerinin altına Doğu Perinçek yazın, ben bu sözü imzalıyorum. Bu son 150-200 yılın çok doğru bir yorumudur”, açıklamasıyla tartışmaya farklı bir perspektif katmıştır. Aslında modernleşme kavramı, Türkiye’de her zaman tartışılan bir konu olmuştur, ancak devlet yönetiminde önemli bir görevi ve çok zengin bir akademik geçmişi olan İbrahim Kalın tarafından gündeme getirilince, bir anda tekrar başat tartışma konusu haline gelmiştir. Bu arada Kemal Tahir, Attila İlhan ve Cemil Meriç gibi yazarların da İbrahim Kalın’dan çok daha önce Batı ve Modernleşme kavramları üzerine kafa yordukları, tartıştıkları ve benzer tespitlerde bulunduklarını hatırlamamızda faydalı olacaktır.

Yapmış olduğu kapsamlı akademik çalışmalara bakıldığında, İbrahim Kalın’a göre modernizm kavramı ve simgelediği süreç, İslam ve Batı toplumları için farklı sonuçlar doğurmuştur. Modernizm, Avrupa merkezli bir dünya algısı doğurmuş ve geleneksel inanç sistemlerinin terk edilmesine yol açmıştır. Reform, Rönesans, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi gibi olgular modernizmin Avrupa içindeki seyrini belirlerken, İslam dünyasında ise bu olgular ötekileştirilme, sömürgeleşme, işgal edilme ve dışlanmışlık kavramlarını çağrıştırıyordu.

Politik bir kavram olarak Batı'nın ortaya çıkışı, asıl olarak MS 285 yılında Roma İmparatorluğu'nun Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünmesidir. Bu bölünme ile Batı, Latin alfabesi ile yazan Roma'yı, Doğu ise Yunan alfabesi kullanan ve Konstantinopolis'te teşkilatlanan Roma'yı temsil eder. Bu bölünmenin bir diğer sonucu olarak Batı artık Katolik âlemi, Doğu ise Ortodoks âlemi olur. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ve Ortodoksluk geriledikçe, Doğu kavramı, İslam, özellikle de Osmanlı dünyasını ifade etmeye başlamıştır. İbrahim Kalın bir çalışmasında, Batı kavramının köklerinde iki ana kaynağın bulunduğunu ve bunların Grek-Roman kültürü ile Yahudi-Hıristiyan geleneği olduğunu ifade etmiştir.

Modernizm kavram olarak Avrupa’da “modernus” şeklinde ilk kez 12. ve 13.yüzyılda kullanılmıştır. Daha sonra 16. ve 17. yüzyıllarda daha fazla gündeme gelmeye başlamış ve özellikle kiliseye bir tepki olarak güçlenmiştir. Coğrafi keşifler, reform ve rönesans hareketleri, buhar gücünün keşfedilmeye başlanmasıyla hızlanan sanayileşme ve kentleşme ile gelişen kapitalizm ve kolonyalizm, modernizmin Batı-Doğu ayrımı perspektifini güçlendirmiştir.

Aydınlanma dönemi sonrasında düşünce tarihinde medenilik ile modernlik kavramları aynı anlamda kullanılır hale gelmiştir. Modernlik ile Batılı olmak da aynı anlamda kullanıldığına göre, halen yaygın bir şekilde medeni olmak, Batılı kavramıyla eş anlamlı olmaktadır. Yani bir insan Batılı değil ise medeni (modern) değil midir? Örneğin, Çin Halk Cumhuriyeti, Küba veya Hindistan entelektüelleri medeni değil midir?

Modernleşme kavramı ve İbrahim Kalın’ın tespitleri - Resim: 1

Modern ile Batı kavramlarının aynı anlamda kullanılması, oryantalizmin ve emperyalizmin tuzağına düşmek tehlikesini ihtiva etmektedir.

MEDENİLİK VE MODERNLİK

Türk düşün yaşamında en başından itibaren, medenilik veya modernlik ile Batı kavramları hatalı bir kullanım tercihi dolayısı ile iç içe geçmiştir. Bilindiği üzere, Batı kavramının simgelediği Avrupa, Orta Çağ karanlığından çıkarak kolonyalist adımlar ile almış başını yürümüş, zenginleşmiştir. Osmanlı ise bu dönemde gerilemiştir. Gün gelmiş Batı’nın yükselişi karşısında Osmanlı’nın elit sınıfı gerilemeyi önlemek adına bazı arayışlara girmiştir. Özellikle de, XIX. yüzyıl başlarından itibaren, özellikle Tanzimat, Islahat Fermanları ve sonrasındaki II. Meşrutiyet’e kadar olan dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşen arayışlar ve reform çabaları tamamen yüzeysel, taklitçi ve sınıfsal temelden yoksundur. Bu tepeden inmeci üst yapı arayışları ise, Balta Limanı Antlaşması ile başlayan bir yarı sömürge-yarı feodal altyapı ile düalist bir hukuk sisteminin var olduğu tuhaf bir üst yapının yerleşmesine yol açmıştır. Ancak, Osmanlı’daki bu süreç İbrahim Kalın’ın belirttiği şekilde son 150 yıl ile sınırlı değil de, son 250 yıl olarak kritize edilir ise daha verimli bir tartışma yapılabileceği kanaatindeyiz.

Bizce, Modern ile Batı kavramlarının aynı anlamda kullanılması, oryantalizmin ve emperyalizmin tuzağına düşmek tehlikesini ihtiva etmektedir. Bu durum, hali hazırda Batı tarafından özellikle dayatılan terimsel bir karmaşadır. Bu nedenle belki de Niyazi Berkes gibi “Çağdaşlaşma” terimi tercih edilebilir. Modernleşme kuramcıları karakteristik olarak Batılı ülkeleri tamamen modern olarak görürken, Batılı olmayan toplumları geleneksel ve aksine değişmemiş olarak görürler. Oysa modernite ve gelenek bazen birbirine bağlıdır, bazen de birbirine bağlı değildir. Modernizm yaklaşımının basitçe gözden kaçırdığı gerçeklik budur. Modern toplumlarla ilişkili olarak geleneksel toplumları salt olumsuz olarak tanımlamak hayatın olağan akışına aykırıdır. Örneğin, geleneksel unsurların, Çin'in kalkınmasında olduğu gibi, modernleşmenin bir parçası olarak devrimci sürecin içinde olduklarını unutmamak gerekmektedir. Çin’in modernleşmesinin aile bağları, kırsal yaşam ve kültürü, etnik özellikler, inançlar arası bağlantılar gibi gelenekleri içerdiğini, ancak bu olguların Batı orijinli modernizasyon teorisinde tamamen yok sayıldığını belirtmek gerekiyor. Bu nedenle, modernleşmenin, Çin'in veya Japonya’nın modernleşmesinde olduğu gibi batılılaşmadan farklı bir kavram olduğu, kanaatimiz odur ki kanıtlanmıştır.

"Modernleşme" teriminin anlamını genel bir bakış açısı ile düşündükten sonra, modernleşme teorisinin amacı dikkatten kaçmamalıdır. Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı düzen ve yenilikler kalıcıdır.Bazıları 20. yüzyıldaki modernizmi "modernizm" ve "postmodernizm" olmak üzere iki harekette incelerler. Ancak bize göre “modernizm” ve “postmodernizm” tek bir hareketin sadece iki farklı kollarıdır. Teori, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası değişen ekonomik ve politik gerçekler bağlamında ortaya çıktı. 1945 sonrası dönemden sonra değişen dünya durumunda, dünyanın geri kalanını ABD-Atlantik Bloğu gelişimine paralel olarak modernize etmek için modernleşme teorisinin ileri sürülmesi, ulusların kalkınma çalışmalarının tarihi açısından ilginç bir şekilde önemlidir. "Modernleşme" teriminin anlamını düşündükten sonra, modernleşme teorisinin bağlamı artık dikkate alınmalıdır. O dönemde, tüm dünya keskin bir şekilde kapitalist ve sosyalist olmak üzere iki bloğa bölünerek bir soğuk savaş durumu ortaya çıkmıştı.Batı'nın eski sömürgelerinden yeni ülkeler ortaya çıkıyordu.

DEVRİMCİ DÖNÜŞÜMLE HİKAYEMİZİ YAZARIZ

Özellikle modernleşme teorisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki üç ana olayın tarihsel sonucudur. Birincisi, küresel sosyalist hareketin büyümesine meydan okuyacak süper bir güç olarak Amerika'nın yükselişi. İkinci olay, Rusya ve daha sonra Çin önderliğinde dünya çapında bir devrimci hareketin gelişmesidir. Üçüncüsü, Asya ve Afrika'daki batı kolonilerinin dekolonizasyonu yani Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarının yolundan giden mazlum milletlerin emperyalizme karşı başkaldırısıdır.

Sonuç olarak İbrahim Kalın, eğer bağımsızlık, antiemperyalizm ve toplumsal dinamiklerin kendi özgün varlığı ile çağın içinde olmasını kast ediyor ise sözlerine katılmamak mümkün değil. Bugün Türk dış politikasının Mustafa Kemal Atatürk döneminde olduğu gibi tam bağımsızlık temelinde yürütüldüğü bir vakıadır. Bu politikanın mimarlarından birinin de, Cumhurbaşkanı’nın en yakın kurmayları arasında yer alan İbrahim Kalın olduğu görüşündeyiz. Ancak modernleşme, modern olmak ya da çağdaşlık kavramları Batı tekelinde olmadığına göre, insanlığın büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlarının göz ardı edilmemesi ve üzerine yenilerinin konulması zorunluluğu asla unutulmamalıdır. Avrupa konservatif bir yapı ile sömürgeci günlerinden kalan zenginliklerini tüketmek çaresizliğindeyken, Türkiye’nin ancak devrimci dönüşümler ve emperyalizme karşı direnç göstermek ile kendi hikâyesini yazabileceğini düşünüyoruz. Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’nda belirtiği şu gerçeklik, geçmişte başımıza gelen ve milletçe uyanık olmazsak “sü uyur düşman uyumaz” misali ileride de gelebilecek kumpaslar gibi halen karşımızda durmuyor mu?

“Yüz elli yıldan beri bu memlekette, her zaman bizim işlerimize karışan, daha korkuncu, her zaman da sözlerini geçiren dış örgütler vardır”.

Son Dakika Haberleri