Mosi-oa-Tunya... Gürleyen Duman Şelaleleri
Dünyanın en etkileyici ve en büyük şelalelerinden olan Mosi-oa-Tunya şelaleleri Zimbabve- Zambiya sınırını oluşturan Zambezi nehrinde yer alıyor.
Cape Town-Victoria Falls uçuşunu yapmak üzere Cape Town havaalanına geliyoruz. Havaalanı çok güzel ve tertemiz. Hediyelik eşya satan butikleri şahane elişleriyle dolu. Yerel ürünler çok güzel. Çin’den de ithal edilmiş o kadar çok “otantik” ve kaliteli ürün var ki Çin’in ülkelere özel hediyelik eşyalar üretip satabilme kapasitesine bir kez daha hayran oluyorum. Afrika sepetleri, boncuk işleri ve seramiklerde gözüm kalıyor ama “güzelin sonu yok” diyerek gözlerimi ve ruhumu güzelliklerle dolduruyorum. 3 saat sonra “Victoria Falls Airport”a iniyoruz ve havalimanı binasına yürüyoruz. 2013 yılında Çin “Exim Bank” kredisiyle yenilenmiş ve kapasitesi artırılmış havaalanında sakin ve stres yapmadan çalışan Zimbabveli görevlilerin önündeki kuyruklarda yerimizi alıyoruz.
Üniversite yıllarımızda İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesini desteklediğimiz Robert Mugabe ve ZANU’nun topraklarında, Zimbabve’deyiz.
Havaalanına 18 km uzaklıktaki “Victoria Falls” kasabasında kalacağız. Burası Zimbabve ve Zambiya arasında sınır oluşturan Zambezi nehrine çok yakın ve otellerle dolu bir kasaba. Bizim otelimiz yeşillikler arasında küçük kulübeler şeklinde düzenlenmiş orta büyüklükte bir işletme. Otelde şelalelerin uğultusunu duyuyoruz, heyecanımız artıyor.
Civarı tanımak için otelden ayrılıyoruz. Sıcak havada mıcırlı toprak yollarda toz yutarak ilerlemek yorucu. Her şey turistler için. Farklı konaklama alternatifleri var. Yerel “Afrika” desenleri, renkleri ve ürünleriyle süslenmiş birçok butik, restoran ve kafe görüyoruz, hepsi çok Avrupalı ve esas olarak her şey çok “İngiliz”. Birçok iş yeri sahibi beyaz. Beyazlar 200 yılı aşkın bir süredir bu coğrafyada varlar. Gördüklerimiz belki doğma büyüme Zimbabveliler, belki “Afrika” sevgisiyle buraya taşınmış beyazlar, belki de iş yapmaya gelmiş yatırımcılar.
Hizmet sektöründe çalışanlar, tenteli çarşılardaki çoğu kadın olan satıcılar Zimbabweli. Daha önceki Afrika gezilerimizde de görmüştük, çalışanlar işine dört elle sarılmış insanlar ve güler yüzlüler! Zimbabwe büyük bir ekonomik kaos içerisinde ama kimse bize yakınmadı, Zimbabve’yi kötülemedi. Birçok çalışanın yakın köylerde oturduğunu öğreniyoruz. Köylerine yürüyerek gidip geliyorlar, şehir otobüsleri de var. Yollarda öğrencileri, üniformalı çalışanları görüyoruz. Maymunların ve yabani domuzlarının serbestçe dolaştığı sokaklarda yoksulluk ve zenginlik el ele.
Elindeki ahşap dekoratif ve hediyelik eşyaları satmak isteyenler bu ürünlere gözümüzün kaydığını fark ederse peşimizden ayrılmıyorlar. Söyledikleri fiyatlarla pazarlık etmeden bir şey almak zor, pazarlık etmek daha da zor. Bir de Zimbabwe parası satanlar var. Hiper enflasyon nedeniyle Zimbabve parasının hiçbir değeri yok! Zimbabve’nin 2009’dan bu yana piyasaya sürülen 6. Zimbabve para birimi olan “Yeni ZiG” piyasaya yeni sürülmüştü. Bir önceki banknotlar ve bozuk paralar halen geçerliydi ama en güvenilir para birimi dolar olduğu için marketlerde fiyatları dolar ve Yeni ZiG olarak gördük. Ülkedeki ilk büyük mali krizin ardından ABD doları yasaklanmış sonra yeniden serbest bırakılmış. İçler acısı bir durum.
Satılan ürünleri, fiyatlarını görmek için büyük markete gittik. Ürünler dolar fiyatlarıyla tek ya da çift haneliyken, Zimbabve parasıyla 4-10 haneliydi. 20 yaşında üniversite öğrencisi olduğumuz dönemlerimizi gülümseyerek hatırladık. Dünya sorunlarını nasıl da kolayca çözebiliyorduk! İstanbul’da elektrik direklerine “Mugabe” ve “ZANU”yu destekleyen pullar yapıştırmıştık. 1979 yılında Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) kongresine Zimbabve’den ZANU heyeti davet edilmişti. Ancak havaalanı polisi, heyetin Türkiye’ye girişine izin vermemişti. Birkaç yıl sonra ise bu kez devletin davetiyle bağımsız Zimbabve’nin temsilcileri olarak ülkemize gelmişlerdi. Emperyalizme karşı, karaların yüzyıllarca yok sayılmasına karşı, eşitsizliğe karşı verilen büyük ve kanlı mücadelenin ardından, Zimbabve’nin bu küçücük köşesinde gördüklerimiz bizi çok yordu, çok düşündürdü.
MOSİ-OA-TUNYA
Zimbabve ve Zambiya arasında sınırı oluşturan Zambezi nehri müthiş bir nehir. Tonga halkının “büyük su” dediği Zambezi nehri, ünlü David Livingstone’ın ömrünü verdiği nehir. Zambezi nehri bulunduğumuz bölgede devasa bir yarıktan büyük bir gürültüyle dökülüyor ve müthiş şelaleler oluşturuyor. Hem şelalelere hem de Zambezi nehrine turistlerin ilgisi çok. Kaldığımız otelde eğitim çalışması yapan iki farklı grupla karşılaştık. İngiltere’den gelen bu gruplara, Livingstone’un Nil’in kaynağına ulaşma çabaları ve Zambezi nehri anlatıldı, eğitmen büyük bir ciddiyetle bir efsane olan Livingstone’un izlediği yolu ve haritalarını gösterdi. Daha sonra da hep birlikte sırt çantalarını yüklenip Livingstone’un ayak izlerini takip etmek üzere yola koyuldular.
Biz de her an uğultusunu duyduğumuz şelaleleri görmek üzere milli parka doğru yola çıktık. Mosi-oa-Tunya dünyanın en büyük şelalesi. 1700 metre genişliği olan ve 108 metre yüksekten dökülen şelalenin sesi, debisinin yüksek olduğu dönemde, 40 km öteden duyulabiliyor. Her bir dakika 60 milyon litre su, yer kabuğundaki yarığa dökülüyor. Şelalelerin yarattığı büyüleyici sis gibi su buharının göğe doğru 300 metre yükselişi 50 km öteden bile görülebiliyor. Şelalelere bölgedeki yerli kabilelerin verdiği isimler bu doğa oluşumunu anlamamıza yardımcı olan ve ona yakışan isimler, “Gürleyen Duman”, “Kaynayan Su”, ‘Gökkuşağının Evi”.
David Livingstone’un şelaleleri görür görmez adını değiştirmesi ve kraliçesine ithaf etmesi, sömürgeci yaklaşımın, beyazların üstün insan bakışının defalarca gördüğümüz örneklerinden biri! Unesco, Mosi-oa-Tunya adını kullanıyor ama ne şiş yansın ne kebap misali Victoria Şelaleleri’ni kullanmaktan da vazgeçmiyor. Ben şelaleleri en iyi anlatan ve en çok yakışan Mosi-oa-Tunya (Gürleyen Duman) adını kullanacağım. Umarım Afrika ülkeleri sömürgeci döneme ait tüm isimleri temizler.
Milli parkın girişinde, şelalelerin 200 milyon yıl önce jeolojik olarak oluşumunun ve yer kütlesinin kırılışının çok detaylı ve bilimsel bir şekilde açıklandığı panolar ve bir sergi var. Ayrıca tahta, boncuk, tekstil el işleri satışı yapılan küçük kulübeler de sıralanmış ziyaretçileri bekliyor. David Livingstone’un heykeli de bu parkta.
Ağaçların arasında oluşturulmuş tertemiz bir yürüyüş rotası ile uğultusunu duyduğumuz sese doğru yürüyoruz. Böylece bölgenin doğal faunasıyla da buluşuyoruz. Maymunlar, kelebekler, kuşlar, çiçekler, ağaçlar ilginç ama biz “Gürleyen Duman”ın peşindeyiz. Yürüyüş yolu boyunca çeşitli teraslarda yağmurluklarımıza rağmen şelalenin savrulan sularından sırılsıklam ıslanıyoruz. Hatta dalga halinde gelen su damlacıklarının şiddetiyle sarsılıyoruz. Elimdeki kameranın ıslanmasından vazgeçtim düşüreceğim diye korkuyorum. Gördüğümüz her şelale bizi daha çok heyecanlandırıyor. Hatta bazı yerlerde tehlikesini düşünmeden suların ıslattığı ve kayganlaşmış kayaların üzerine çıkıp aşağıya şelaleye bakıyoruz. Bu arada gördüğümüz gökkuşaklarını saymak mümkün değil. Üst üste, yan yana, karşı karşıya onlarca gökkuşağı! Nihayet büyük şelaleyi görüyoruz. Müthiş bir doğa oluşumu karşısındayız. Nefesimiz kesiliyor.
Bazen sert damlacıklarıyla ziyaretçilerini ıslatan bazen kelebek gibi yumuşacık dokunuşlarıyla varlığını gösteren, bir anda farklı köşelerinde oluşan onlarca gökkuşağıyla bizleri sarıp sarmalayan şelalelerin büyüsüne kapılmamak mümkün değil! Şelaleleri farklı ve kapsamlı bir şekilde görmek, bu muhteşem doğa oluşumunu iyice kavramak için helikopterle şelalelerin tepesinde dolaşılabiliyor. En az 15 dakika en çok 2 saat süren turlar yapılabiliyor. Biz 15 dakikalık bir tur seçiyoruz, üstelik iki kişilik bir helikopterle uçacağız. Everest uçuşundan sonra bu ikinci helikopter deneyimimiz olacak. Helikopterin ön koltuğuna pilotun yanına oturuyorum. Ayaklarımın altında cam var. Şelalelerin üzerinde geniş 8’ler çizerek oldukça alçaktan uçuyoruz. Zambezi nehrinin genişliği, şelalelerin dökülüşü, yer kabuğundaki yarıklar öylesine etkileyici ki bütün gün bir kuş gibi şelalelerin tepesinde uçabilmek isterdim.
ZAMBEZİ NEHRİNDE BİR 'DOSTLUK KÖPRÜSÜ'
Zimbabwe ve Zambiya’yı birbirine bağlayan, Zimbabwe’den Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kadar kıtayı enlemesine bağlayan yolun geçtiği çelik köprünün adı “Victoria Şelaleleri Köprüsü” ama resmi olmasa da “Dostluk Köprüsü” deniyor. Cape Town yazılarımda bahsettiğim Cecil Rhodes, 1900’lerde İngiltere adına, Zambezi nehrinin kuzey bölümündeki kereste, fildişi ve hayvan derileri ticaretini ve madenler, mineraller gibi tüm doğal zenginlikleri ele geçirir. Kendi adıyla Rodezya adını verdiği bir ülke kurar! İşte Rhodes’un Rodezya’sının kuzeyi, 1964’ten bu yana Zambiya adını taşıyan ülke. Rhodes, Afrika’yı daha çok soymak, soyduklarını İngiltere’ye daha kolay taşıyabilmek için Cape Town-Kahire demiryolu planlar. Bu demiryolunun Zambezi nehrinin üzerinden geçebileceği yer olarak da tam Mosi-oa-Tunya şelalelerinin ikinci yarığının karşısını seçer. Öyle ki trenler şelalelerden savrulan sularla ıslanacaktır. Bu fikrinden vaz geçiremezler ve böylece ikinci yarık karşısında çelik köprü inşa edilir. Cecil Rhodes bu şelaleleri hiçbir zaman görmemiştir. Çelik köprünün inşaatının başladığını da göremeden ölür. Ama Rhodes planına sadık kalınır ve demiryoluyla kuzeye, o zamanki Belçika Kongo’suna kadar, ulaşımı sağlayacak köprü inşa edilir.(1)
198 metre uzunluğundaki “Viktoria Şelaleleri Köprüsü” İngiltere’de yapılır, parçalar halinde Mozambik’te bir limana taşınır, oradan da yeni yapılan tren yoluyla şelalelerin yanına getirilir. 14 ay süren inşaatın ardından trenler, araçlar ve yayalar için planlanan bu köprü 1905 yılında tamamlanır. Bu arada Zimbabve tarafında Avrupa kraliyet aileleri ve sosyetesinin geceleri rahatça uyuyabileceği, gündüzleri kraliçelerine adanan şelaleleri görebileceği “The Victoria Falls“ otelini inşa etmeyi de ihmal etmezler.
128 metre yükseklikte inşa edilen çelik köprü, yapım yılı düşünüldüğünde gerçekten çok etkileyici. Halen demiryolu, kara yolu ve yaya yolu olarak kullanılmakta. Zimbabve ve Zambiya ülkeleri arasında sınırı oluşturan Zambezi nehrinin üzerindeki “Dostluk Köprüsü” iki ülke arasındaki tek yol bağlantısı, trafik yoğun. Zimbabve’den yola çıkan ve köprüden geçerek Kongo’ya kömür taşıyan tır konvoyu gördük. Kongo’dan da bakır getiriyormuş bu tırlar.
Şelaleler, Zimbabve ve Zambia için önemli bir gelir kaynağı. Gördüğümüz kadarıyla turizm bu bölgenin ekmek kapısı. Oteller, restoranlar, nehir turları, helikopter turları, nehir safarisi, kara safarisi, gün batımı-dolunay etkinlikleri, köprüden atlayış, hediyelik eşyalar her şey turistler için. Her iki tarafta da nehir kıyısında çok şık ve “beyazların” hayallerindeki Afrika’yı yaşayabilecekleri oteller yapılmış. Zambiya’da şelalelere yakın bir sınır köyünü ziyaret ettikten sonra dönüşte böyle bir otelde dinlenme molası verdik. Ormanla iç içe otelin bahçesinde dolaşırken ağaç yapraklarıyla karnını doyurmaya gelmiş bir zürafa ile karşılaştık. Zürafanın hareketleri öylesine kibar ve nazlı ki, gözleri ve kirpikleri, dudakları öylesine güzeldi ki koşup o upuzun boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum, biraz da ürktüm. Çok heybetliydi. Yavaşça aramızda 2 metre kadar bir mesafe kalana kadar yanaştım. Yapraklarını keyifle yemeğe devam ederken kuyruğunu hızlıca sallayarak beni uyardı. Haklı!
Zimbabve’de ilginç ve güzel bir su sebili uygulaması gördük. Birçok yerde su sebili gibi otomatlar var. Oteller, restoranlar, milli park gibi birçok yerde bu otomatların yanında üzerinde şelale, safari hayvanları basılı, metal su şişeleri satılıyor. Fiyatı 10 dolar. Sonra aynı yerlerdeki su otomatlarından şişelerinizi ücretsiz ve sınırsız dolduruyorsunuz. Ortalıkta hiç pet şişe çöpü görmedik.
Haftaya Zambezi nehri ve etrafındaki ülkelerde buluşmak üzere…
[1] Belçika Kongo’su bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır.