Müge İplikçi: Harflerin attığı çığlık
Müge İplikçi, sekiz roman, sekiz öykü kitabı, altı çocuk edebiyatı metni ve dört anı-inceleme kitabıyla edebiyatımızda önemli yere sahip üretken bir yazar
Yoksulluk ya da yoksun bırakılma hallerini Müge İplikçi’nin hemen hemen bütün kitaplarında görmek mümkün. Bazen bir alegori biçiminde; bazen farklı simgelerle… Gençlik romanları olan Yalancı Şahit ve Saklambaç yazarın, dolaylı olarak yoksulluğu işlediği eserleri. Babamın Ardından ya da Civan gibi romanlarında da göç ve göçmen sorunlarının izlerini görmek mümkün.
Uçan Salı, yazarın kaleme aldığı ilk çocuk kitabı. Bu kitapla birlikte, yayıncısı Günışığı Kitaplığı’nın desteği ile başka kitapları da beraberinde getirir.
Yetişkin edebiyatında ise bir etnografik çalışma olan Yıkık Kentli Kadınlar’ı yazarın önemli eserlerindendir. Bu kitap, daha sonra yazdığı bütün kitapları da etkiler.
Columbus’un Kadınları ise aslında hem etnografiyi hem de kurguyu birleştirebilme fırsatını sunar yazara… İlk romanı bu kitabı için İplikçi; “Şimdi yazma cesaretini gösteremezdim! Alzheimer’li bir beyine girme ‘cüreti’ diyeceğim o cesarete, bugünden şaşkınlıkla bakıyorum. Ancak o kitabı yazarak, zihnimde romanla verdiğim bir sınavın eşiğini aşabildiğime inanıyorum” der.
Müge İplikçi edebiyatta 25. yılını geride bıraktı. 1996 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nün edebiyat hayatında mihenk taşı olduğunu söyleyen İplikçi ile ilk kitabı Perende’den son kitabı Ah be Melek’e geçen 25 yıllık edebiyat serüvenini konuştuk.
- Yazarlıkta 25 yılı geride bıraktınız. Bu 25 yıl içinde, okura çokça hikâye anlattınız. İlk öykünüzden bu yana edebiyat alanındaki çalışmalarınızı ve geçirdiği evreler konusunda neler söylersiniz?
Çok hikâye… Haklısınız. Ne mutlu bana. İlk öyküm Şakayıklar Varlık’ta yayımlanınca dünyalar benim olmuştu. O zamandan bu zamana, yani son kitabım Ah be Melek’e kadar hem dünyada hem de Türkiye’de birçok şey oldu. Artık dünya doksanlı yıllardaki o dünya değil… Her şey hızla farklı bir noktaya evriliyor.
Dijital çağın sayesinde çevrimiçi olarak okurla buluşuyor ve o hikâyeleri konuşuyoruz…
Bu buluşma türü zaman kazanmak, mekânı farklı değerlendirebilmek için ideal. Ancak insan ruhunun bu hıza ne ölçüde yetişebildiğini tam olarak ölçemiyorum! “Işınlanabilecek” duruma çok az kaldığını fark ediyorum, ama insana dair olan acıların bitmediğini de görüyorum, görüyoruz…
İşte tam bu noktada edebiyatın ve sanatın paha biçilmez fısıltısını duymak beni çok duygulandırıyor. Belki bu yüzden de yazmaya devam ediyorum. Ah Be Melek de böyle bir fısıltı zaten…
YÜREKLENDİREN EŞİK
- 1996 yılında, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü aldınız. Bu sanat anlamında yürüdüğünüzü yolu nasıl etkiledi?
Genç bir kalem olarak beni yüreklendiren bir eşikti. O jüride Leyla Erbil gibi kıymetli yazarların olması da ayrı bir ödüldü! O ödülden yıllar sonra onu tanıma şansım oldu. Onun ödüller konusundaki tavrını ve ödüllerin bir yazar için ne anlama gelmesi gerektiğini ise yine o yıllarda kavrayacaktım: “O ödülden bu yana çok aşama kaydettin sen Müge” demişti bana “doğrusu bu kadar olacağını tahmin etmezdim!”… Sanırım en büyük ödülü de o zaman kazanmıştım!
- İlk kitabınız Perende’den Ah be Melek’e geçen süreçte çocuk kitapları da kaleme aldınız. Çocuk kitabı hep daha kolay yazılır sanılır. Sizin için nasıl oldu?
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR
Çocuk kitabı yazmak, bence, yetişkinler için yazan bir yazar açısından bir tür sırat köprüsüdür. İnatla denemek istedim.
Uçan Salı bu anlamda gerçek bir sınavdı benim için. Öyle böyle değil bugüne kadar yirmi altı baskı yaptı! Sonrası ise daha kolay geldi. Taş atan çocukları anlattığım Yalancı Şahit ise, gençlik edebiyatı açısından bambaşka bir deneyim oldu.
- Son kitabınız Ah be Melek’te yoksulluk temasının öne çıktığını görüyoruz. Diğer kitaplarınızda da bu tema var. Günümüz edebiyatı açısından baktığımızda bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Son kitabınızda bu temayı seçmenizin özel bir nedeni var mı?
MELEK’İN FISILDADIKLARI
Çok teşekkür ediyorum. Elbette özel bir nedeni var. Yaşadığımız zaman diliminde “o melek”in bize fısıldadıklarını takip edersek hem dünyanın halini daha iyi çözebilir hem de kendi kaçışlarımızı bulmamız mümkün olabilir diye düşünüyorum. Kitabın sonundaki “ah be dünya!” feryadı da bu yüzdendir zaten.
- Sizce yazar, toplumda insan ilişkilerine, yoksulluğuna, yaşadığı sıkıntıları duyarlı olmalı mı? Ya da prim yapan konular yerine, gerçek toplumsal sorunları mı konu edinmeli?
Benim yazarlıktan anladığım ilk “cümlenizde” mevcut. Prim yapan konularda yazmayı bugüne kadar pek başaramadım! Belki bundan sonra…Kim bilir.
Toplumsal acıları çok yüklü bir toplumuz. Bundan kaçabilmek benim için mümkün olmadı bugüne kadar. İyi ki de öyle oldu.
DÜNYA İYİLİKLER SAYESİNDE AYAKTA
- İyilik Meleği öykünüzde “İyilik meleği kim, onu bulsak hiç değilse” diyorsunuz. Siz nasıl bir iyilik meleği arıyorsunuz?
Aradığım melek mi ondan da emin değilim! Bu dünyada melekleri çağrıştıran kalpleri arıyorum desem belki daha doğru. Dünyayı iyiliğin kurtarmaya yetmeyeceğini bilsem de bugüne kadar bu kürenin böylesi iyi insanlar sayesinde var olabildiğine inanıyorum!
- Kitabınızda dünyaya hınzır bir meleğin gözüyle bakıyorsunuz. Öyle baktığınızda dünyaya dair neler söylersiniz?
Devam edelim… Umutla devam edelim. Birbirimizi kırmadan da yaşamak mümkün. Şefkat, barış ve huzurla yaşamak mümkün. Kendi yaralarımızı sararak ve dünyayı suçlamaktan vazgeçerek- yaşamak mümkün. Bu dünyayı şiddetten kurtarmak mümkün gözükmese de böyle…
GÜNÜ KURTARACAK PARAGRAFLAR
- Son 25 yıldır aktif olarak edebiyatın içindesiniz. Şu anda edebiyatımızın içinde bulunduğu durum hakkında neler söylersiniz?
Biz yazarlar sözünü ettiğim hıza ayak uydurmaya çalışıyoruz gibi geliyor bana. “Zaman konusunda şüphesi olan nasıl sonsuzluğa ya da hakikate doğru adım atabilir” sorusu ise çoğu insan gibi benim de kafamı kurcalıyor. Günü kurtaracak paragraflar mı yoksa zihnimizin dehlizlerinde bekleyen yaratıcı dünyaların harfleri hatta çığlıkları mı edebiyata yol gösterecek…
Bunu gerçekten merak ediyorum. Dürüst olmak gerekirse bu konuda kafam karışık…
- Şimdilerde sosyal medya üzerinde bir kanalınız var. Çokça yazarı konuk alıyorsunuz. Bu alandaki çalışmalarınız nasıl başladı?
Çevrimiçi Mikroscope dergimiz üçüncü yılını dolduruyor. Kendinden emin adımlarla devam ettiğimizi düşünüyorum. Nitelikli ve genç (ya da benim gibi genç kaldığını savlayıp ya da en azından buna inanıp duran!) bir ekiple nice değerli yazarı konuk ettiğimiz sayılar çıkarıyoruz.
MÜGE İPLİKÇİ KİMDİR?
Müge İplikçi, 1966’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bolümü’nden mezun oldu. 1996 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri birinciliğini ve 1997 Haldun Taner Öykü Ödülü üçüncülüğünü aldı. Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar koleksiyonu için yazdığı ilk gençlik romanı Yalancı Şahit, yayımlandığı yıl Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) tarafından, Yılın En İyi Gençlik Romanı Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. İstanbul’un semt tarihi dizisi kapsamında, çocukluk anılarını Koşuyolu: Dünyalar Kadar adıyla kitaplaştırdı.
İlk çocuk kitabı Uçan Salı’dan sonra, Kibele adlı Antik Çağ teknesinin Akdeniz’deki yolculuğundan esinlenerek Acayip Bir Deniz Yolculuğu’nu yazdı. Kömür Karası Çocuk’la göçmenliğe çocuk gözünden selam yollayan İplikçi’nin Saklambaç adlı gençlik romanını, Babamın Ardından adlı romanı ve çocuk kitabı Dondurmam Tılsım izledi. Çok Özel İsimler ve Sil Baştan adlı romanlarının ardından çocuk romanı Günaydın Bendi’yle çevre kirliliğine dikkati çekti.