22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Müteferrik politikalar

Biraz da güncel konular üzerine fikir fırtınası yapalım. Konu başlıklarına göz atmanızı ve ilgilendiğiniz konuya atlamanızı önerebilirim

Müteferrik politikalar

SİSLİ HAVADA TERÖRİST BASKINI NASIL ENGELLENİR?

Geçtiğimiz aylarda bazı askerlerimiz sisli havada teröristlerin yaptığı saldırıda şehit olmuşlardı. Bu tür havalarda malum İHA ve kamera gibi saha koruması sağlayan sistemlerin etkinliği azalıyor. Peki sisli havada sınır dışındaki kamplarındaki askerlerimize nasıl ilave koruma sağlayabiliriz? Bazı zırhlı birliklerin üzerinde ses dalgası algılayan alıcılar olur. Bir örneğini aşağıdaki linke ekledim. Üçgen bir şamdan düşünelim, uçlarına, bir de tepesine mikrofon takıyorsunuz ve böylece etraftaki ses dalgaları bu mikrofonlara (ses dalgası alıcısı) farklı zamanlarda ulaştığı için ses kaynağının yerini 2-3 derecelik hassasiyet ile tespit edebiliyorsunuz. Muhtemelen ses dalgası işleyen programlar ile de ortam sesini insan, silah ve mekanik seslerden ayırabiliyorsunuz. Aselsan bu aletlerden yapabilir. Bunlar küçük hafif, portatif cihazlar hem zırhlı araçlarımıza monte edilebilirler hem de askeri kamplarda kullanılabilirler. Konaklamanın yapılacağı alanın çevresine bu aletlerden 2-3 adet konabilirse muhtemelen sis şartlarında dahi güçlü bir alansal farkındalık sağlanabilir. Ortam koruması sağlayan kara dronları ile bu sistemler beraber çalışabilir. Farklı kullanım alanları da bu aletler için düşünülebilir. Misal belirli bölgelerde sisli havalarda yapılan sınır kaçakçılığını veya gizli geçişleri tespit etmek için kullanılabilirler. https://www.metravib-defence.com/our-solutions/vehicle-protection/

Müteferrik politikalar - Resim : 1

MADEN FİRMALARINA ZORUNLU KARŞILIK GETİRMEK

Geçtiğimiz günlerde Erzincan'da bir altın madeninin atık toprak yığıntısında kayma meydana geldi ve bazı maden emekçilerimiz hayatlarını kaybettiler. Dönem dönem ülkemizde ve farklı ülkelerde benzer kazalar oluyor. Kazalara yol açan kök sebepler genelde açgözlülük, tedbirsizlik, denetim eksikliği vs. Bu maden özelinde konuşursak, madeni işleten ve sorumlu olan asıl büyük ortak Kanada-Amerikan firması. Madenin büyük karlılıkla çalıştığını da firmanın finansal tabloları ve yöneticilerinin beyanından biliyoruz. Burada ahlaki bir sorun da var. Neden altın madenciliği gibi binlerce yıldır yapılan geleneksel bir madencilik faaliyetini biz kamunun imkanları ile yapmıyoruz ve işin büyük miktarda kazancını yurtdışına kaptırıyoruz? Hadi Türkiye'nin beceremeyeceği teknolojik bir sanayi olsa belki durum değişir ama dünyanın her yerinde binlerce senedir yapılan eski bir ticari aktivitedir bu. Belli ki politika yapıcılarımız, milletimizin çıkarlarını önceleme gibi temel görevlerini ihmal etmekteler ve yüksek karlılıktaki kaynaklarımızı yabancı firmalara muhtemelen bireysel menfaatler karşılığında peşkeş çekme eğilimindeler. Yıllarca geçerliliği olan lisansları ve anlaşmaları iptal etmek de kolay olmuyor, muhtemelen bu anlaşmalarda yabancı firmaların ticari çıkarlarını koruyan hükümler, yurtdışı hukuk sistemlerine dayandırılmıştır ve Türk hukukunun ilgili firmalardan hesap sorması dahi etkisiz olabilir. Diğer taraftan son dönemde bazı çevrelerin ajitasyon amaçlı faaliyetleri artmış durumda, bu tür kazaların arkasında seçim öncesi ajitasyon peşinde olan bazı çevrelerin olma ihtimali küçük de olsa vardır ve bu ihtimaller de araştırılmalıdır.

Müteferrik politikalar - Resim : 2

Madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılması gereken diğer önemli konu ise gerekli şeffaflığın sağlanmasıdır. Her madenin faaliyet raporu altı ayda bir veya yılda bir olarak yayınlanması için zorunluluk getirilmesi faydalı olur. Nasıl ki Borsaya açık firmalar 3 ayda bir finansal tablolarını açıklıyorlar, Türkiye'de işletme altındaki tüm madenler de, ilgili firmaların borsaya açık olmalarına bakılmaksızın kritik faaliyet metriklerini kamuya şeffaf şekilde açıklamalıdırlar. Kamuoyu Aydınlatma Platformu (KAP) bu işler için doğru adres olabilir. Bir maden için kritik faaliyet metrikleri neler olabilir? Misal Altın madenini ele alalım. İlgili dönemde kaç kilo altın üretti? Kaç ton cevher çıkardı? Kaç ton atık üretti? Hangi kimyasallardan kaç ton kullandı? Kaç ton atık depolamaktadır? İlave güvenli atık depolama kapasitesi nedir? Ürettiği madenin satışından geliri ne oldu? Ne kadar kamuya vergi, lisans vs. adı altında ödeme yaptı? Sahip oldukları işletme lisansının ana unsurları neler? Kaç adam*saatlik istihdam sağladı? Türkiye için oluşturduğu net katma değer ne kadar oldu? Madenin tahmini kalan rezerv miktarı ve ömrü ne kadar? birim üretim maliyeti ne oldu? Cevher ihracı ne kadar yapıldı? En büyük 5 müşterisi bu dönemde kimler oldu? Ortalama ihraç fiyatı ne oldu? Bu bilgiler tüm madencilik firmalarından istenebilir ve Borsadaki şirketler gibi rakamların yetkilendirilmiş muhasebe firmaları tarafından denetlenmesi ve onaylanması da sağlanabilir. Bu verileri bazı yabancı firmalar vermek istemeyeceklerdir, ticari gizlilik vs. diyeceklerdir, onların lisansını iptal edip, çevre cezası kesip, kapının önüne koymakta fayda vardır. Her maden tipi için istenen ortak bilgiler ve madene özel farklı veriler olabilir. Misal mermer ocağı için toplanacak veriler ile altın madeni verilerinin bir kısmı farklı olacaktır. Günün sonunda verileri KAP yayınlayabilir, TÜİK’te ilgili istatistikleri üretebilir. Bu bilgilerin büyük kısmını ilgili maden firmaları zaten kendi performanslarını ölçmek için tutuyorlar, yani aslında onlara büyük zorluk getirmiyoruz, firma genel sekreteri bir zahmet oturacak ilgili raporu hazırlayıp KAP'a gönderecek. Bu veriler önümüze şeffaf şekilde geldiğinde bazı sahalar için oluşacak kamuoyu ve medya baskısı ile 10 sene içinde ulusal madencilik faaliyetlerinden alınan kamu paylarının ve kamusal faydanın misli ile arttığını göreceğiz. Kanada'ya ve ABD'ye çuvallar ile götürülen dolar miktarının azaldığını göreceğiz.

Madenler ile ilgili yapılabilecek diğer bir kanuni düzenleme ise, bankacılık sisteminin Merkez Bankası'nda tuttuğu zorunlu karşılık benzeri bir uygulamanın hayata geçirilmesi olabilir. Prensip aynı. Özel bankalar batarsa veya fazlaca kredi verip risklerini artırırlarsa maliyet kamuya biniyor, bu yüzden bir zorunu karşılık tutuluyor. Madenlerde de benzer şekilde kamu riski var. Madende kaza olursa, insanlar ölür ve çevre felaketi olursa, maden firmasının içerde bloke edilebilecek parasının olması lazım. Maden firması tam olarak yükümlülüklerini getirip faaliyetlerini sonlandırıp, maden sahasını yemyeşil şekilde teslim ettiğinde içerdeki parasını alır. Bu bağlamda, madenin yarattığı kamusal ve çevre riski ile orantılı şekilde makul bir miktarın kurulacak bir Maden Bankası'nda bloke edilmesi uygun olur. Misal ilk üç senelik yatırım döneminde zorunlu karşılık uygulanmaz, dördüncü yıldan itibaren kademeli olarak karşılık uygulanır ve altıncı faaliyet senesinde maksimum karşılık oranı uygulanır. Misal, her ay sonunda cironun yüzde yirmisini teminat olarak Maden Bankası'na yatırır. Maden Bankası ise madencilik alanında kamu yatırımları yapabilir, sektöre uzmanlık, sigorta, ekipman, denetim sağlayabilir, batan firma durumunda ilgili madenlerin yönetimini kamu adına devralabilir, maden araştırması yapabilir, mahkemelere uzman bilirkişi heyetleri tayin edebilir, cevher işleme ve rafinaj tesisleri kurabilir, cevher veya maden ucuza ihraç edilirse (örtülü kaynak transferi) alıcı pozisyona geçebilir, maden borsası kurabilir vs...

TPAO'DA GÖREV DEĞİŞİMİ

TPAO'nun genel müdürü Melih Han Bilgin geçenlerde emekli olmuş. 2017 Eylül'ünde göreve başlamıştı yani damat Berat'ın Enerji bakanlığı zamanında. İkinci dünya savaşı döneminden sonra malum Türkiye kapitalizmin kucağına oturtuldu ve petrol işlerinde yerinde sayıyordu. Berat Bey'in bakanlığı döneminde şeytanın bacağını kırdık diyemesek de sakatladık diyebiliriz. Zaten yıllardır Romanya'nın gaz ürettiği Karadeniz bölgesinin karşısında bir zahmet sondaj yaptık ve gaza ulaştık. Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeterli derinliğe inilmediği için bulunamayan (!) petrole nihayet gerekli derinliğe inildiğinde ulaştık. Karadaki petrol üretimi çok değerli çünkü üretim yatırımı çok daha ucuz. Denizdeki işler biraz zahmetli ve yabancı firmalara fazlaca bağımlılık var. Trakya'da zaten işini bilen uyanık bazı firmalar yıllardır düşük maliyetler ile güzel gaz üretiyorlar, bize yüksek karlılık ile satıyorlar. Neredeyse İstanbul'da ayağımızın altındaki gazi yabancı çıkartıp bize yüksek fiyattan satıyor. Neyse. Son dönemde bizimkiler de uyanıyorlar olaylara anlaşılan, Trakya'daki üretim de artırılıyor. Velhasıl güzel işler yapıldı Berat Bey ve Melih bey dönemlerinde.

Müteferrik politikalar - Resim : 3
Melih Han Bilgin

Berat Bey’den sonra Fatih Dönmez bakan oldu ve Melih Bey ile verimli işler devam etti. Fatih bey Yıldız Teknik mezunu, İGDAŞ, EPDK, TANAP, Enerji Bakanlığında müsteşarlık vs. yapmış biri yani bu işleri biliyor. Derken Haziran 23’te Dr. Alparslan Bayraktar Enerji Bakanı oluyor Şubat 24’te de Melih Bey emekliye ayrılıyor. Melih Bey’in döneminde TPAO'ya dev sondaj ve arama gemileri alındı, Fatih, Yavuz, Kanuni, Abdülhamid, tüm bu gemiler Melih Bey’in döneminde alındı ve türlü türlü yabancı yaptırımlara karşı koyuldu. Bu gemiler ile Karadeniz'de gaz bulundu ve sondaj yapıldı. Gabar petrolü Melih Bey döneminde bulundu ve yatırımlar başlatıldı. 1970 doğumlu olan Melih Bey gayet iş yapabilir durumda gözüküyordu biraz erken olmadı mı bu emeklilik işi? TPAO'nun yeni genel müdürü Ahmet Türkoğlu, Çalık grubunda ve Öztürk (Opet) gruplarında çalışmış. Kamuda da görevler almış biri. Hem Karadeniz hem Gabar keşifleri onlardan önce yapıldı. Bayrağı hayli başarılı bir ekipten yüksekte devraldılar, kendilerine başarılar diliyoruz, bakalım seleflerinin başarısına ulaşabilecekler mi?

ABD'DEN NEDEN DOĞALGAZ SATIN ALIYORUZ?

ABD'nin Ankara büyükelçiliğinde çalışan Serdar Çetinkaya, ABD'nin ticaret web sitesi olan trade.gov sitesinde Türkiye'nin mevcut enerji yatırımları ve Amerikan firmaları için oluşabilecek fırsatlar konusunda ocak ayında bir rapor hazırlamış. (https://www.trade.gov/knowledge-product/turkey-oil-and-gas-equipment-lng-and-lng-terminals-upstream-downstream)

Bu rapora göre halihazırda Türkiye yılda tükettiği 55 milyar metreküplük doğal gazın 10% kadarını zaten Amerika'dan LNG tankerleri ile satın alıyormuş. Türkiye'nin boru hattı ile tedarik ettiği doğal gazı da hesaba katınca Türkiye gazinin 37% kadarını ABD sağlamış oluyormuş. (Irak'tan boru ile gelen gazi da Amerikan şirketi filan mı satıyor acaba? nasıl bulmuşlar bu oranı?)

Müteferrik politikalar - Resim : 4

Verileri TÜİK’ten doğrulamaya çalıştım ama TÜİK’te enerji bölümünde linyit üretimi filan var, düzgün işe yarar veri bulamadım. EPDK web sitesinde en güncel Kasım 2023 tarihli gaz raporunda tek aylık veri var ve buna göre ABD'den ithal edilen LNG miktarı 2023 Kasım'ında, 2022 Kasım'ına göre önemli ölçüde azalmış. Anlaşılan bu spot ithalat işi bir aydan ötekine büyük değişkenlik gösteriyor.

Türkiye'nin doğal gaz tedarikini çeşitlendirmek için dahi olsa ABD'den bu derece yüksek, yüz milyonlarca dolarlık, belki milyarlarca dolarlık gaz ithal etmesi doğru bir iş midir? ABD'nin ucuza doğal gaz sattığını varsaysak dahi bu ticaret ahlaken doğru değildir. Neden? Öncelikle ABD zaten zengin bir ülkedir, gaz satan bunca fakir Afrika ülkesi varken ABD'den gaz satın almak ahlaken hatalıdır. Çoğu Afrika ülkesinin doğal kaynaktan başka satıp gelir üretebileceği alan yok, ABD ise zaten her sektörden para kazanıyor. Diğer konu ise ABD'nin Türkiye'nin ve hatta Dünya'nın güvenlik ve huzuruna tehdit oluşturan eylemleri desteklemesi konusudur. Gazze'deki katliamları ABD desteklemektedir. PKK ve FETO gibi terör örgütlerini ABD desteklemektedir. Durum ortadayken ABD'den doğal gaz almak nasıl bir gerekçe ile açıklanabilir? Kaldı ki ABD'nin ucuza gaz satması mümkün değildir. Tavsiyemiz, ABD gibi zengin olan ve Batı Asya'nın istikrarsızlığı için para harcayan bir ülkeye bu şekilde maddi destek aktarılmaması ve kaynak çeşitlendirmesi kapsamında alınan LNG'nin öncelikle fakir Afrika ülkelerinden tedariğinin sağlanmasıdır. ABD zaten ürettiği gazı son derece kirli ve yüksek CO2 emisyonu yaratarak üretmektedir, bu iş çevreci politikalar ile de uyuşmamaktadır. ABD ve Kanada’nın kirli ve çok CO2 salan kaya petrolü ve kaya gazı faaliyetlerini sonlandırması konusunda çevreci örgütler ile ortak kampanyalar başlatılabilir. Bu alanlarda ilgili ülkelerin ihracatına yasak ve yaptırımlar getirilebilir.

Benzer şekilde Avusturalya'dan kömür satın alınması da hatalıdır. Avustralya'da kişi başı gelir 60bin dolar gibi çok yüksek bir seviyededir. Üstelik Avusturalya Türkiye'den son derece az miktarda mal ithal etmektedir. Dünyanın öbür ucundan kömür getirmek de çok anlamlı değildir.

Dolayısı ile kömür alınacaksa dahi fakir ülkelerden alınmalıdır. Kömür parası aktarılan ülkenin dönüp o paralar ile Türkiye'den ithalat yapması sağlanmalıdır, misal Güney Afrika ile bu alanda işbirliği yapılabilir.

GÜNEY AFRİKA'YA ENERJİ YATIRIMI

Müteferrik politikalar - Resim : 5

Konu Güney Afrika'ya gelmişken bu ülkedeki enerji darboğazına dikkat çekelim. Ülke doğal kaynaklar ve kömür açısından çok zengin ama ülkede düzgün elektrik dağıtım hatları çalışmıyor. Ülkenin madencilik alanındaki üretimi her ay hızla düşüyor. Su tedariği konusu da kronik kuraklıktan dolayı çok kötü durumda. Bu olacak iş değil. Güney Afrika’nın dost bir ülke olduğunu ve pek kimsenin Türkiye'ye askeri ekipman satmadığı dönemde Türkiye'ye cephane satışı yaptığını hatırlayalım. Gazze'de yapılan katliamlar konusunda Güney Afrika'nın en omurgalı duruşu sergilediğini ve hukuki alanda eyleme geçtiğini hatırlayalım. Bu bağlamda Güney Afrika'nın elektrik, su üretimi ve dağıtımı sektörüne Türk firmaların yatırım yapmasını teşvik etmek faydalı olur. Karşılığında zaten Güney Afrika'nın satabileceği çok miktarda doğal kaynak ve sanayi ürünü mevcut. Hem dostluğu hem ticareti artıracak bu işleri yapmamak hata.

AFRİKA'YA BİSİKLET KAMPANYASI, İSTANBUL'A ELEKTRİKLİ BİSİKLET

Afrika ile ticarette tüccar gözlüğü ile "üçe aldım beşe sattım" yaklaşımı bu devirde yeterli ve doğru olmaz. Türkiye'nin hayli gelişmiş bir bisiklet montaj sanayisi mevcuttur. Bu tür üretim hatları nispeten ucuz işlerdir. Türkiye'nin genel olarak Afrika ile ilgili destekleri kapsamında belirli Afrika ülkelerine bisiklet montaj fabrikası kurması ve üretilen bisikletleri Türkiye'nin satın alarak Afrikalı çocuklu ailelere hediye etmesi güzel ve etkili bir sosyal yardım projesi olabilir. Hem fabrikalar istihdam sağlar hem Türkiye için bu sosyal proje birçok Afrika ülkesinde kapıları açar hem de ağır fakirlik altındaki yüzbinlerce çocuk zaman içinde bisiklete sahip olur. Bisikletlerin bazı parçaları yerel ülkeden tedarik edilir, bazıları Türkiye'den gönderilir, bir kısmı da Çin'den ithal edilebilir. Yerel şartlara göre tasarlanmış, ucuz yedek parçalı ve uzun ömürlü modellerin üretilmesi faydalı olur.

Müteferrik politikalar - Resim : 6

Bisiklet demişken, Londra başta olmak üzere Avrupa'daki şehir merkezlerinde elektrikli bisiklet olayı son derece artmış durumda. Muhtemelen sigorta şartlarından dolayı motosiklet yerine elektrikli bisikletler şehir içi kuryeli dağıtımda tercih ediliyorlar. İstanbul'un bazı ilçeleri başta olmak üzere belirli Türk şehirlerinde de bu elektrikli bisiklet olayının daha hızlı gelişmesini teşvik etmek faydalı olabilir. Kurye işinde motosiklete göre elektrikli bisikletler daha güvenli olabilir. (Gerçi sessiz olmaları sebebiyle yayaya çarpma durumları Londra'da da çok sık oluyor.)

BEYRUT'TA KAYAK ZAMANI

Beyrut sevdiğim bir şehir, Liman patlamasından önce birkaç kez ziyaret etme şansı bulabilmiştim. Son dönemde Lübnan'ın güneyinde de İsrail saldırılarının arttığı yönünde haberleri okumaktayız. Bunlar endişe verici gelişmeler. Beyrut şehri zaten liman patlamasından sonra kendine gelemedi, şehirde bildiğim kadarıyla hala düzgün elektrik, su verilemiyor. Paraları pul olmuş durumda. Sözüm ona geleneksel destekçileri ve koruyucuları olan Fransa zaten kendi sokaklarına hâkim olamıyor, kendi dertleri başlarını aşmış durumda.

Müteferrik politikalar - Resim : 7

Türkiye'nin bu zor zamanına Lübnan'ın ve Beyrut'un yanında olması gerekir. Devlet seviyesinde yapılması gereken işler vardır ama bireysel seviyede de yapılabilecek destekler vardır. En kolayı ise vatandaşımızın tatilini Beyrut'ta geçirmesi olabilir. Lübnan'da da kış turizmi tesisleri vardır. Lübnan parası bu kadar ucuzken muhtemelen son derece ucuza o bölgelerde kayak tatili imkânı olabilir, hem de Lübnan ekonomisi desteklenmiş olunur. Diğer taraftan Lübnan'ın doğal güzellikleri vardır. Hem Beyrut hem Lübnan, er veya geç bu zorlukları atlatacak ve çekici bir turistik bölge tekrar olacaktır. Türk yatırımcılarının mevcut ekonomik kriz döneminde emlak yatırımları ve çeşitli altyapı yatırımları ile bu gelişmeye katkı vermeleri uygun olur. Yeni yapılan Çukurova Havalimanı ile bağlantılı olarak Mersin'den Beyrut'a yolcu gemilerinin kaldırılması (belki KKTC ve Lazkiye'yi de ekleyerek) güzel bir gezi rotası olabilir. Beyrut'taki Ermeni bölgelerinde, özellikle Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtarmasından sonra Türkiye'ye karşı artmış bir tepki mevcuttur. Bu bölgedeki Ermenileri de kucaklamak, hayatlarını kolaylaştıracak şekilde mahallelerinin gelişmesine yardımcı olmak hem Lübnan’a hem Türkiye'nin Kafkasya'daki politikalarına fayda sağlar.

DEPREMİ TETİKLEMEK

Geçende Ulusal Kanal'da, yurdumuzda depremlerin olduğu dönemde bölgede bazı Amerikan Savaş gemilerinin olduğundan ve bunların elektromanyetik dalgalar ile depremleri tetiklemiş olabileceğinden bahsediliyordu. Bu konuda uzmanlığım yok fakat deprem konusundan bağımsız olarak deniz, kara ve hava sahalarımızdaki her türlü ses ve diğer frekanslardaki dalgaların alıcılar ile tespit edilmesi mümkün. Yani hem sivil hem askeri amaçlı olarak ülkemizdeki farklı (yerli ve yabancı) unsurlar tarafından üretilen dalgaları dinleyen kulakları ilgili bölgelere koymak, bu dalgaları analiz etmek, frekanslarını, kaynaklarını bulmak, haritalamak mümkündür. Bunu yapmaz isek sivil görünümlü gemiler dahi bazı frekanslarda yapacakları yayınlar ile deniz hayatına olumsuz etki edebilirler veya askeri amaçlı bazı haritalama ve tespit işleri yapabilirler. Sinyal istihbaratı konusu kapsamında bu konu değerlendirilebilir. Kuşkulanılan askeri gemileri de benzer şekilde dinlemek ve anormal frekanslarda ve hedefli şekilde sinyal gönderimlerinin tespit edilmesi de mümkündür. Bunlar pasif sistemlerce yapılabilir yani sinyali yayan taraf, sinyalin dinlendiğini anlamaz ve düşük enerji tüketimli cihazlarca bu dinleme yapılabilir. Nispeten ucuz maliyetler ile değerli bir dinleme ve farkındalık sistemini ulusal çapta geliştirmek faydalı olacaktır. Bu sistemin büyük kısmı mobil bileşenler tarafından da oluşturulabilir. Çanakkale boğazı ve İstanbul boğazı bölgelerinde öncelikli olarak bu sistem devreye alınabilir. Bu bilgiler müttefik dediğimiz ülkeler dahil kimse ile paylaşılmamalıdır. Haritalanan radar izleri ilgili radar sistemlerimize tanıtılabilir.

Müteferrik politikalar - Resim : 8

Diğer konu ise depremi tetikleme konusudur. Teorik olarak fay hatlarının belirli bölgelerine gerekli miktarda enerji gönderilirse, küçük bazı çatlaklar oluşturulabilir ve bunların kırılması daha büyük kırılmaları tetikleyebilir. Fay hatlarını tam olarak haritalamak ve tam olarak hangi bölgeye ne kadar enerji gönderilmesi gerektiğini bulmak ise imkansıza yakın bir iştir. Belki ileride süper bilgisayarlar ve bu konuda uzmanlaşmış yapay zekâ ile bilinmesi mümkün olabilir. Her durumda Türkiye'nin bu konuda araştırma fonları ayırması ve depremleri tetikleyebilecek teknolojileri araştırması ve bunu becerebilecek hale gelmesi önemlidir. İstanbul depremini tetikleyebilecek teknoloji seviyesine gelebilirsek, bu depremi kontrollü olarak tetiklemek ve önemli miktarda can kaybının önüne geçmek mümkün olabilir.

Depremlerin insan yapısı ile tetiklenmesi konusunda literatür taraması yapınca önümüze daha çok baraj projeleri ve madencilik aktiviteleri gelmektedir. Madencilikteki olay, yerin dibinde sürekli bomba patlatmak, yeraltına çeşitli sıvılar pompalamak ve Isı ve basınç etkisi ile bu sıvıların çatlaklar oluşturmasıdır. Yani bazı madencilik ve petrol/gaz aktiviteleri, nispeten sağlam kayaç zeminleri daha kırıntılı zeminler haline getirebilir. Bunların küçük depremleri tetiklediğini biliyoruz.

Baraj konusu ise daha ciddi bir risk olabilir. Bir bölgeye baraj yapılınca o baraj milyonlarca ton su tutar. Bu ağırlık da bölgedeki faylardaki basıncı değiştirerek kırılmaları ve depremleri tetikleyebilir. Baraj havzasındaki suyun, ay ve güneşin pozisyonuna bağlı olarak farklı miktarlarda gel git etkisine maruz kalması da muhtemeldir. Bu etki, 12 saatlik döngü ile faylardaki basıncı kayda değer miktarda değiştirebilir mi? Belirli sezonlarda barajdaki su alçalır, bahar ve kış döneminde ise muhtemelen artar. Bizde son depremlerin Adıyaman, Malatya gibi bölgelerde etkili olduğunu hatırlayalım. İki bölge de dev baraj havzalarının yakınındadır. Türkiye'deki büyük depremlerin tarihine baktığımızda, ya kışın en soğuk döneminde veya yazın en sıcak döneminde oluştuğunu görmekteyiz, belki bu hava sıcaklıkları ve ayın konumu ile ilgili fay hatlarında oluşan basınç değişimleri arasında bir ilinti olabilir. Yeraltındaki su havzalarında da değişen (genelde tarımsal aktivite yüzünden azalan?) su seviyesi ile benzer bir basınç değişikliği etkisi oluşması mümkün olabilir. Bu konularda bilgi seviyemiz ve farkındalığımız artar ise depremin oluşma riskinin en yüksek olduğu zamanları da tahmin edebiliriz.

SURİYE'DE NORMALLEŞMEYİ DESTEKLEMELİYİZ

Suriye, Ahmet Davutoğlu'nun Hillary Clinton ile müttefiklik yaparak Suriye'nin parçalanması projesinin eş başkanlığını yaptığı dönemden beri huzur yüzü görmedi. Bir yandan İsrail güneyden saldırıyor, uçakları ile Şam'ı bombalıyor, bir yandan ABD petrol bölgelerine çökmüş ve etnik bölücülüğü destekliyor. Üstüne bir de lanet bir deprem oldu ve önemli miktarda yıkım yaşandı. Cumhurbaşkanı Esad, yıllardır tüm bu yıkıcı ve bölücü politikalar ile mücadele ediyor ve ülkesini ayakta tutuyor.

Müteferrik politikalar - Resim : 9

Türkiye'nin Suriye'de normalleşme politikalarını desteklemesi gerekli. İki ülke başkanları istemiyorlarsa görüşmezler ama iki dost ve komşu halkın önünü tıkamaları doğru değil. Eskiden olduğu gibi karşılıklı olarak vizeler kaldırılmalı, Halep başta olmak üzere Suriye'nin yıkılmış şehirlerinin tekrar ayağa kaldırılması için iki millet beraber çalışmalı, Suriye'nin üretim mekanizmaları ayağa kaldırılmalı, Suriye'yi işgal eden, doğal kaynaklarını çalan ve saldırılar düzenleyen güçlere karşı koyabilmesi için halk ile dayanışma halinde olunmalı. Kök sebebi çözmeden Türkiye'deki Suriyeli mülteci konusunu çözmek hayaldir, bu kafa ile durum daha da kötüye gider. Suriye ile hızla dostluk ve kardeşlik politikaları devreye alınmalıdır, bunu yapmayan Müslüman geçinen politikacılar ve kamu görevlileri öldüklerinde helallik beklemesinler. Onları iyi bilmeyiz. Hakkımızı helal etmeyiz. Nereye giderlerse giderler.

Suriye Terörist Maden ABD Güney Afrika elektrikli bisiklet Beyrut Deprem