Müzisyen olmak bir aşk işi
Oya Ergün opera sanatçısı. Billur gibi bir sesi var, soprano. Hemen aklınıza Napoliten şarkıları, Carmen, Aida aryaları geliyorsa yanıldınız. Halk şarkıları, caz ve Azeri müziği de seslendiriyor, flüt, piyano çalıyor. Eğitimci ve Türkiyemizin Bakü’deki başarılı müzik elçisi...
Onu ilk kez TRT Radyo3’de dinleme şansını bulduk. Nasıl oldu da bugüne kadar tanımamışız diye hayıflandık. Sonra öğrendik ki, uzun yıllardır Bakü’de yaşıyormuş ve dört albümü varmış... Son albümü Oyalı Türküler, bambaşka bir seçki sunuyor. Oya Ergün’ü daha yakından tanımak ve tanıtmayı görev bildik. Albümlerine satış mağazalarından, Itunes ve Spotify’dan ulaşabilirsiniz.
MÜZİK YAPILAN BİR EVDE BÜYÜDÜM
-Şan seçiminiz nasıl oldu?
Kendimi bildim bileli şarkı söylemek benim en sevdiğim uğraş olmuştur. O nedenle seçim yapmak çok kolay ve kendiliğinden oldu.
-İlk şarkı söylediğinizde kaç yaşındaydınız?
Hep müzik yapılan bir ev içinde büyüdüm. İlkokula başlamadan önce babamın bizim seslerimizi kaydedip dedeme gönderdiği kayıtlarda şarkı söylediğimde sanırım 4-5 yaşlarındaymışım. Tabii evveli de vardır bu işin. Ama kendimi en net şarkı söyler hatırladığım yaşlar sanırım ilkokul yıllarımdır. İlk başladığımda öğretmenim kim şarkı söyler dediğinde bütün sınıfın önünde söylediğim şarkıyı hiç unutmam.
-Şancı olmaya ne zaman karar verdiniz?
Bu işi profesyonel olarak yapmayı her zaman istemişimdir. Çocukken televizyonda Suna Korad’ı piyano eşliğinde şarkı söylerken gördüğümde, ben de bu işi yapmak istiyorum dediğimi hatırlıyorum.
-Ailede müzisyen var mı?
Ailemde yarı amatör çok müzisyen var. Babam ve ağabeyim hukukçu ve biri keman, biri mandolin çalardı. Amcam ve halamlarla tatillerde birlikte olunca, her günümüz müzikle geçerdi. Hem de iki sesli, üç sesli, dört sesli çalar söylerdik. Babamın birlikte büyüdüğü kuzeni halam Tülun Korman, ailemizdeki benden önceki tek profesyonel müzisyendir. Anne tarafımda da, dayım çok yetenekli bir müzisyendi. Bankacı olmasına karşın, İstanbul’da çeşitli topluluklarla da çalardı.
EDEBİYAT VE MÜZİKLE BİRLİKTE GÜZEL ÖRNEKLER
-Kendinize kimseyi örnek aldınız mı?
Babam derin müzik, edebiyat tutkusu ve dünya görüşüyle hep örnek aldığım bir insan olmuştur. Annemin nezaketi de öyle. 17 yaşımda onlardan ayrıldım. Sonraki hayatımda, ilişkiler ve müzik üzerine derin sohbetler edebildiğim çok güzel hocalarım ve insanlarım oldu. Hocam Yıldız Dağdelen, Leyla Pamir ve Hollanda hayatımda da Margreet Honig ve Irthe Engelhard, hem derinlikleriyle, hem de sonsuz iyi kalpleriyle beni derinden etkiledir. Güzel örneklerle kuşatılmak büyük bir şanstı.
-Çocukluk ve ilk gençlikte neler dinler neler söylerdiniz?
İlkokulda, 7-8 yaşlarımda da Mozart, Bizzet, Beethoven, Bach, Handel dinlerdim. Ama popüler müziğe de kulağım kayardı. Örneğin San Remo ya da Eurovision’da beğendiğim bütün şarkıları ezberleyip söylerdim. Küçük yaşlardan beri blok flüt ve keman çalıyorum, örneğin Vivaldi benim için çok özeldi. Ortaokuldan sonra klasik müziğe daha çok kendimi verdim. Lise yıllarımda tam bir Bach aşığı olarak, Beethoven aşığı babamdan farklı bir dünyaya açılmaya başladım ve hayatıma orotoryolar, liedler, operalar daha çok girmeye başladı.
‘BEN MÜZİK OKUMALIYIM’
-Şan okumaya karar verdiğinizde çevrenizden tepki ya da destek aldınız mı?
Çok özgürlükçü düşünen bir babam olması ne kadar değerliymiş, şimdi anlıyorum. Ne istiyorsanız onu olun derdi hep. Ama için için müzisyenliği hiç bırakmamı isterdi sanıyorum. İkinci tercihim, Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesini kazanmıştım. Sanırım, bir ay kadar sonra da yetenek sınavıyla Marmara Üniversitesi müzik bölümünü. O zaman kendin seç dedi, edebiyat okumak istersen, bütün kitaplarım senin, müzik okumak istersen de bu kemanılardan birini alırsın dedi. O günlerde bir akşam yine amcamlara gitmiştik ve Itzak Perlman’dan Beethoven keman konçertosunu izledik. ‘Ben müzik okumalıyım’ dedim babama. Çok sevindiğini gördüm. Onun daha çok kemancı olmamı istediğini düşünüyorum ama şan okumama asla karşı çıkmadı. Eğitim konusunda ne kadar ileri gidersem destek vermek isterdi babam.
-Türkiye’deki eğitimi, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırır mısınız?
Bu karşılaştırma üzerine kitap yazılabileceğini düşünüyorum. Size sadece iki örnek vermek istiyorum. Amsterdam’da okul müziği üzerine Post Graduate uzunca bir eğitim aldım. Müzik öğretmeni olacak bireyler çok zorlu bir sınavla ve eğitim vermeye uygun olup olmadıkları test edilerek okula kabul ediliyordu ve ancak yarısına yakın bir bölümü mezun oluyordu. Okula kabul edildikleri ilk haftadan itibaren pilot okullarda hoca ve diğer arkadaşlarının gözlemi altında ders veriyorlar, ders sonrası eleştiri bombardımanına tutuluyorlardı. Neden bu hafta şu konuya değinmedin, arkadaki öğrencinin derse katılmadığını farketmedin mi, bak geçen hafta şu dersi verdin de neden bu hafta bunu eklemedin, biraz donuk kalmadın mı vs vs.... Aynı şekilde Singing okurken de 3 yıl şarkı metodiği dersimizde, her birimizin staj öğrencisi olurdu ve her ay bu öğrencinin bir dersini bizi kamerayla izleyen sınıf arkadaşlarımız ve hocamız izlerdi. Ders bitince öğrencimize hoşçakal der, kamerayla bizi izleyen hoca ve arkadaşlarımızın yanına çıkar, kırmızı bir koltuğa oturup eleştirilirdik. Hem negatif hem pozitif. Şan öğrencimizin gelişimi, repertuarı, dersi veriş şeklimiz, nefes, teknik, egzersizler yıllar yıllar boyunca eleştirilirdi. Şan öğretmenliği diplomasını öyle 4 yıl lisans bitirip alamzsınız. Okula zor kabul edilir ve kolay mezun olmazsınız. İşte bu tek örnek staj dersi, çok ciddi bir farkı açıklıyor sanıyorum. İkinci örneğinse şu: Konservatuar, bütün derslerini öğrencinin kişiliğine, isteğine ve yeteneğine göre donatır. Çünkü konservatuarlar sanatçı yetiştirir. Nasıl tıpta hastalık yok hasta vardır derler ya, aynı şekilde her bir öğrenci de ayrı alanlarda gelişmek istyecektir, kendini ortaya koyacaktır çünkü. Dünya kadar seçmeli ders şansı sunacaktır ona...
SADECE İKİ MÜZİK VAR: İYİ VE KÖTÜ MÜZİK
-Halk türküleriyle klasik batı müziği karşılaştırması yapar mısınız?
Hayatımda uzun yıllar sadece klasik batı müziği egemen oldu. Ama sonunda geldiğim nokta, Armstrong’un dediği oldu ‘’Sadece iki tür müzik vardır, iyi müzik ve kötü müzik’’. Halk müziğimiz naif, içten, yanık, kırık ezgiler ve zengin ritmlerle dolu. Müzik üç ögeden oluşuyor, ritm, ezgi ve armoni.. Klasikleşebilmesi, gücünün artırması ve armonik zenginliğe ulaşması için ustaca dokunulması gerekiyor diye hissettim hep. Kalinka mesela, bir Rus Halk şarkısı ama dünya onu Kızıl ordu korosunun o çoksesli ve muhteşem yorumuyla duydu. Birşeyleştirmeye çalışmak değil, özünü koruyarak dokunmaktan sözediyorum. Bizim gibi eğitim almış bireyler buna kafa yormalı diye düşünüyorum. Ben Oyalı Türükler’de bunu yapmak istedim.
-Opera söyleyen bir şancı halk türküsüne yabancılaşır mı?
Opera şarkıcılığı farklı bir disiplin olagelmiş. Ama bu fark artık batıda çok değişti. Şarkı söylemeyi öğrenmenin metodu tektir. Bu bir bilimdir ve kuralları kesindir. İnsan doğasını dışlamadan, kendi sesinizi optimal şekilde kullanabilmeyi, doğru bir nefes alıp vermenin üzerine inşa ediyorsunuz. Bu eğitimle herşeyi söylersiniz. Amsterdam konservatuarında caz bölümündeki arkadaşlarım da aynı sesi kullanmayı öğenme dersleri alıyordu. İşte burada çok önemli bir bilgi, stil bilgisi devreye giriyor. Stil öğrenmek çok önemli. Daha önce de bir röportajımda söylemiştim. Bir Mahler şarkısını Handel arya gibi davranmazsınız. Farklı nüanslar, süslemeler, tını, çağ bilgisi, besteci bilgisi gibi birçok şey devreye giriveriyor. Ve bütün stillerin ötesinde, yorumcunun karakterinden ve çağından geçecek o melodi, onun özgünlüğü de sinecek... İşte siz bütün bu iç dinamiklerden yola çıkarsanız, insana ait olan hiç bir şeye yabancılaşmadığınız gibi, halkınızın türkülerine de yabancılaşmazsınız. Neyi severseniz onu söylersiniz. Bize yabancı gelen, yirminci yüzyılın ilk yarısındaki sesi ve vibratoyu büyüten teknikle Allı Turnam söylenmesi sanıyorum.
ARABESKİN TOPLUMDAKİ ZARARLI SONUÇLARI
-Arabesk müzik sizce nedir? Dinlenmemeli, zararlı vb. gibi bir görüşünüz var mı?
Arabesk konusuna çok kafa yordum. Size bir müzisyen olarak düşüncelerimi anlatacağım. Ben arabesk müzik dinleyicisi hiç olmadım. Ama anlamak için dinledim bir dönem. Nikah Masası’nı çocukken sınıf arkadaşımdan duyarak, Bir Teselli Ver’i de Amsterdam da söylemek üzere öğrenmişimdir. Arabesk, kelime anlamıyla, arap müziğini andıran, genellikle karamsarlığı konu edinen müzik türüdür. Şimdi, her insanın arabesk bir yanı vardır, zaman zaman karamsar tarafımıza seslenen bir müzik duygularımıza tercuman olabilir. O kültürdeyseniz, batsın bu dünya diye seslenince müzik, içinde eşitsizlik, haksızlık dolu bir dünyaya başkaldırmışlık duygusuyla, duyulduğunu hisseden ciddi bir çoğunluğa ulaşabilirsiniz. Bunu seviyor diye onu küçümseyerek hiç bir yere varılmayacak. Arabesk müzik yapan insanlara değer verince ayağa kalkmanın ve dönüp onları topa tutmanın hiç anlamı yok. Onları güçlendiririz sadece. Sev Beni diye bir şarkı daha yaptırır bu tavır. Oturup uzun uzun dinleyince, ciddi bir moral yıkımı, atalet duygusu ve bezginlik verdiği için, toplumca bu müziğin uzun süre dinlenmesinin zararlı sonuçları olacağına, olduğuna inanıyorum. Bu da yozlaşmayı getirecektir. Ama bir müziği yasaklamak ya da yermekle hiç bir yere varılmaz. Bunun yerine iyi alternatiflerini ortaya koyar ve destekleyebilirsiniz. Toplumun iyi müzik dinleyicisi olmasını istiyorsanız, kafalarını eğitirsiniz, çoksesli düşünceyi yerleştirirsiniz.
MÜZİK YENİDEN HATIRLANIŞ GİBİ
-Müzik, özel olarak şan, insan hayatını nasıl etkiler?
Şan eğitimi bana, sosyal kurallar, insan doğasına uymayan ve savaşlarla dolu dünyanın ötesinde kocaman bir sevgi penceresi açtı. Şarkı söylemekle size kendi doğanızla ilgili, çoktan kaybettiğiniz doğru nefesinizi, vücudunuzun değerini, duyguları daha derinden anlamayı öğreniyorsunuz. Ama zaten varolan doğanız bu, sizi de hasta etmiş, hasta toplumlarla dolu dünyada, yaşayamadığınız doğanız. bu. Yeniden hatırlayış gibi.
-Sanat olmazsa ne olur? Sanat bize ne kazandırır?
Sanatın işlevi büyük çoğunluğun farkına varmamasına rağmen, zannettiğimizden çok daha büyük. ‘’Sanatsız bir toplum, hayat damarlarından biri kopmuş demektir’’ ne kadar dahiyane bir söz değil mi. Aynen böyle. Robotlaşmış, yaşama sevinci tüketilmiş, daha da zalimleşmiş insanların artması demek benim için. Yarı felçli, aç, susuz ve daha az yaşamak gibi. Sanat bize çok şey kazandırır en çok kazandıracağı şey barış olmalı diye düşünüyorum. Çünkü dünyanın en çok barışa ihtiyacı var.
-Müzik ile toplum yapısı, tarihi dönem arasında bir ilişki var mı sizce?
Sanat tarihinde bir besteciyi incelerken üç ögeyi incelersiniz: çağını, milletini ve bestecinin karakterini... Dolayısıyla bir akım ya da bir çağ da, toplumun yapısına, tarihine birebir bağlıdır. Ama, sanatçının karakteriyle farklanır...
RADYO DİNLEMEK VE CANLI MÜZİK OLMAZSA OLMAZ
-İnternet-dijital hayatın gelişmesi müzik dünyasını nasıl etkiledi?
İnternetin gelişmesi büyük bir devrimdir. Ama bunun kötüye kullanması ve olağansüstü bir bağımlılık yaratmış olması bir faciadır bence.
-Konser ve canlı müziğin yerini dijital platformlarda dinlenen müzik tutar mı?
Ben plak ve radyo dinleyerek büyüdüm. Ne Suna Korad’ı ne Elly Ameling’i canlı dinleme olanağım yoktu. Hikmet Şimşek’in hazırlayıp sunduğu pazar konserlerini asla kaçırmadım. Tek başıma saatlerce müzik dinledim hep. Kimse yokken Beethoven 5. piyano konçertosunu sesini iyice açıp kendime karanlık ortam yaratarak dinlerken duyduğum zevki küçümseyemem. Ama canlı müzik de bambaşka, harika bir atmosferdir. İstanbul’da yaşarken AKM’ye, CRR’ye, Amsterdam’da yaşarken Concertgebouw’a da neredeyse her hafta giderdim. Her ay canlı konserler veriyorum mesela. İkisinin de yeri ayrı diye düşünüyorum. İkisi de olmazsa olmaz. Yalnız dijital ortamlarda, ciddi bir arka planı duyamama, armonikleri kaybetme, stereo etkisinin kaybı gibi sorunlar oluşabiliyor. İşte bu çok üzüntü verici.
-Baroktan Anadolu türkülerine uzanan çok geniş bir repertuvar sunuyorsunuz... Albüm ve performans seçimlerinizde neleri gözetiyorsunuz?
Sadece sevdiğim şeyleri söylüyorum. Sevip içime sindirdiğim şeyleri.
EN BÜYÜK EĞİTİMİ EVİMİN İÇİNDE ALDIM
“Evimiz kitaplarla ve plaklarla dolu bir evdi. Diyebilirim ki, eğitimimin en büyük bölümünü evimin içinde aldım. İlkokul ve ortaokulu Anadolu’nun çok çeşitli kentlerinde okuduktan sonra, Marmara Üniversitesi müzik bölümünden mezun oldum. Bu arada Yıldız Dağdelen’le şan çalıştım ve Amsterdam Konservatuvarı’na kabul edildim. Oradan da mezun oldum ama hem okul yıllarımda, hem mezuniyet sonrasında Avrupa’nın çeşitli kentlerinde şarkı söylemeye devam ettim. Ülkeme de Yıldız Dağdelen gibi bir hoca olmak ve durmadan şarkı söylemek için dönmüştüm. Ama işte, yine uzun yıllardır ülkemden uzakta yaşıyorum...
Oyalı Türküler müzik türleri arasındaki sınırı kırıyor
‘Oyalı Türküler albümü, benim uzun yıllar boyunca kurduğum bir hayalin gerçeğe dönüşmüş halidir. Benim ülkemin türkülerini söylemek istedim ve bunu kendi çağımdan, kendi ruhumdan geçirerek, varolan bütün müzik türlerini de kullanarak, daha doğrusu bütün türler arasındaki sınırları kırarak yapmak istedim. Klasik, caz, halk, new age ne varsa bagajımda. Çok zorlu bir süreçti. Ama çok değerli besteci arkadaşım Uğraş’la sonuçtan memnunuz. O armoni değil, bu tını değil, bu onu anlatmıyor bunu anlatıyor, hayır öyle değil gibi ciddi ciddi kavga da ettik. Ama ben onun besteciliğine, o benim müzisyenliğime güvenmese bunu başaramazdık. Ve çevremde bu kadar iyi müzisyenler olmasa...’
Bu işle geçinmek çok zor
‘Eğer özel dersler vermiyorsanız, sanatçı olarak kendinizi geçindirmeniz neredeyse imkansızdır. Müzik yaparak geçinebilen iyi müzisyen sayısı, müzik yaparak geçinemeyen iyi müzisyen sayısından kat be kat azdır. Devlet kurumlarındaki kadroların son derece kısıtlı olması, öğretim görevlisi ya da müzik öğretmenlerinin maaşlarının azlığı ortadadır. Bir müzisyen her zaman dibi görmeye hazır olarak yaşıyor. Çok zor bu işle geçinmek. Geçinebilen, hakettiğini kazanan müzisyen dostlarım var elbette. Ama sayısal olarak bir karşılaştırma yapacak olursan, korkunç bir tabloyla karşılaşırsınız... Hal böyle iken, sanıyorum müzisyen olmak bir aşk işi. Cesaret mi, adanmışlık mı nedir bilmiyorum.’