MEDYANIN HALLERİ... Magazin ve dedikodu değil gerçek gazetecilik yapalım
Narin 8 yaşında bir cinayet sonucu yaşamdan koparıldı. Tüm Türkiye üzgün, herkes bunu yapanı merak ediyor. Doğru... İki gündür televizyonlarda yapılan yayınlara bakıyoruz. Uzmanlar ekranda, sanık sandalyesine sırayla herkes oturtuluyor... Deliller, soruşturma yerine tahminler havada uçuşuyor...
Diyarbakır’daki Narin cinayeti hepimizi üzdü.
Hukuku süreçte bütün gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyoruz.
Bu işin insanî, hukukî yönü bir yana bir de gazetecilik yönü var.
Maalesef sosyal medya ve televizyonlardaki gündüz kuşakları, gazeteciliği olumsuz etkiledi.
Artık ekranlarda mahkemeler kuruluyor, bilgi diye dedikodular yayılıyor, hükümler veriliyor…
Olayın şahsiliği bırakılıyor, siyasî bir yöne çekilmeye çalışılıyor.
Yayın yasakları çiğneniyor. İnsanlar yargılanıyor, dedikoduya zorlanıyor. Haber sunmak yerine yorumlar, beddualar yapılıyor.
İşin magazin boyutu öne geçiyor.
Akşam kanalları açıyorsunuz, yorumcular oturmuş saatlerce “dedikodu” yapıyor.
Siyaset programları bile, Müge Anlı, Esra Erol programlarına dönmüş durumda.
Narin olayında kim ne kadar suça karıştı, bilip bilmeden anne ve babadan başlayıp aileyi ve köyü bütünüyle suçlu ilan edenler, dedikoduları kamuoyuna servis edenler, mahkeme gibi hüküm verenler...
Hizmet ettikleri algı, yönlendirme çok zehirli... Anne çocuk, baba çocuk, abi kardeş, dayı yeğen, amca yeğen ilişkisine ve aile kurumuna güveni yerle bir etmeye sözleşmişler gibi.
Aileler, çocuklar izliyormuş kime ne!
Aile kurumunu sakatlamak değil, çocuğu her zaman kurtaracak ve koruyacak kurumun başta aile olduğuna ve böyle olmaya devam edeceğine dikkat çekmek gerekiyor.
Toplumun psikolojisi, doğru bilgiye ulaşma hakkı düşünülmüyor elbette.
İşin sosyolojik, kültürel boyutları atlanıyor. Çözüm arıyor gözlerimiz… Hak getire!
Öncelik reytingde.
Aramızda yaptığımız eğitimlerde usta gazetecilerden Şule Perinçek hep vurgulardı: Gazeteci olacaksınız, gaz tenekeci değil.
Maalesef artık gazetecilik, gaz tenekeciliğe dönmüş durumda.
Bunun sorumlusu başta hükûmet ve RTÜK.
Yıllardır sosyal medya denetimsizliğinin, magazin kültürünün, gündüz kuşağının yarattığı tehlikelere dikkat çekiyor. RTÜK ve hükûmetten ancak ürkek açıklamalar geliyor. Ne yaptırım, ne yasa… Bakınız, hükûmetimiz hem fonlananlara hem de yaygarayı, dedikoduyu gazetecilik sayanlara göz yumuyor.
Bu kültürel ortam, basın ahlâkını daha da çürütüyor.
Gazetecilik, bir kamu hizmetidir. Bilgilendirme hizmeti.
Kamuya karşı sorumluluk gerektirir.
En doğru ve gerçeğe ulaşmada aracı olmaktır.
Türkiye’nin ihtiyacı bu.
İç cephede bölünmenin önüne geçmek de buralardan başlıyor.
Bu yüzden Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın önemi buradadır.
Türk basınını sorumluluğa, hükûmetimizi ve yetkili kurumları da görevini yapmaya çağırıyoruz.
Narin’in katillerine yardım etmeyin…
ÖZAY ŞENDİR-MİLLİYET
Narin cinayetiyle ilgili farklı senaryolardan oluşan komplo teorileriyle dolu mesaj kutum.
İnsanlar, sosyal medyada dolaşıma giren bu teorilere inanıyor ve daha kötüsü yayılmasını sağlıyorlar.
Narin’in bir kayalıkta helikopterler tarafından canlı bulunduğundan tutun da uzunca bir süre bir evde saklandığına dair onlarca farklı senaryo dolaşımda, herkes görünenden bir başka şeye inanma eğiliminde.
Kimse bu tarz saçma sapan komplo teorilerini yaymanın aslında Narin cinayetindeki sır perdesini kaldırmayı zorlaştırdığının farkında değil.
İyi niyetli olmak ile Narin’in katillerinin ekmeğine yağ sürmek arasındaki çizgi çok ince.
O çizgiyi aşmamak lazım...
Mısır’la yeni dönemde imkânlar, fırsatlar ve sınamalar bir arada...
SEDAT ERGİN-HÜRRİYET
Türkiye ile Mısır arasında girilen yakınlaşmanın öncelikle test edileceği başlıklardan biri herhalde Libya olacaktır. Aslında geçen zaman zarfındaki dikkat çekici bir gelişme, her iki tarafın da, Libya’da Trablus ve Tobruk merkezli olarak doğu ve batı diye ayrılan iktidar merkezleriyle belli bir normalleşme sürecine girmiş olmalarıdır.
Örneğin Türkiye, son zamanlarda Trablus’taki BM destekli hükümetin en sıkı destekçilerinden biri olmakla birlikte, Hafter’in ana aktörlerden biri olduğu Doğu kanadı ile de ilişkilerini belli ölçülerde normalleştirmiş bulunuyor.
Geçen ağustos ayı sonunda Libya’da patlak veren büyük krizde Trablus’taki ulusal uzlaşı hükümetinin görevden almak istediği Merkez Bankası Başkanı Sadık el Kebir’in yaşanan bazı sıkıntılı olayların ardından hayatının tehlikede olduğunu söyleyerek Türkiye’ye sığınmış olması hadisesi üzerinde durulmalıdır.
Vatandaşı bankaların kucağına bırakmayın!
DİLEK GÜNGÖR-SABAH
Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon nedeniyle kredi kartı borçları artıyor. Önceki gün Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi'nin son verileri yayınlandı. Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ocak-temmuz döneminde 784 bin kişi oldu. Geçen yılın aynı döneminde bu rakam 461 bin 496 kişiydi. Aylık bazda da artıyor. Aynı dönem için bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ise 642 bin kişi. Geçen yılın aynı döneminde de bu rakam 486 bin 347 kişiydi. Ocak-temmuz döneminde, bir önceki yılın aynı ayına göre bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı yüzde 41 artarak 1 milyonu geçti. (…)
Vatandaşı bankaların inisiyatifine bırakmamak gerekiyor.
Ne yapılmalı?
Borç yapılandırmasında 12 ay vade sınırı var. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun yapılandırma vadesini 36 aya çıkarabilir. En azından vatandaş ödeyemediği borcunu daha uzun taksitle yapılandırıp, daha az miktarda aylık taksitle kapatabilir.
Böylece, vatandaş nefes alır.