Neden Kavur olamıyorum?
Yaklaşık altı ya da yedi yıl önceydi. Yeni bir sinema öğrencisi olarak onun filmini izlediğimde sinemanın tam olarak ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Gizli Yüz (1991) filmini ilk izleyişimde uzun süre düşüncelere daldım.
Fotoğraftaki bir yüzü arayan insan çoğu zaman bendim aslında. Bu filmde beni çeken bir şeyler vardı. Manzaralar, karakterler ve soğuk hava içimdeki kasveti yeniden canlandırmış, içimde uzun süredir yaşadığım duyguların perdede yansımasını bulmuştum. İşte Ömer Kavur ile benim tanışmam böyle oldu.
3. İzmir Film ve Müzik Festivali’nde tam da Ömer Kavur’un doğum günü olan 18 Haziran günü ‘Kavur (2023)’ filmini izleme imkanı buldum. Fırat Özeler’in yönetmenliğini yaptığı, Cem Yılmaz ve Funda Eryiğit’in sesleriyle destek verdiği bu film seyir deneyimi, tam da yüksek lisans tezimin yazmamın ardından ruhumu yeniden çeşitli düşüncelerle gark ettirmişti.
Filme giderken aklımda bir Ömer Kavur belgeseli izleyeceğim beklentisi vardı. Fakat film bir süre ilerlediğinde aslında bu beklentimin boşa düştüğünü anladım. Çünkü izlediğim şey bir belgesel olmanın ötesinde Ömer Kavur gibi bir film çekmek isteyen ve bu filmde Ömer Kavur’un kişiliğine odaklanmayı amaçlayan bir yönetmenin hikâyesiydi. Uzun manzara çekimleri, kimsesiz mekânlar, kasvetli bir atmosfer ve güçlü bir rock müzik esintisi filmin en dikkat çeken biçimsel özelliklerindendi. Fırat Özeler, çektiği filmde sinematografisini Kavur’un biçimsel özelliğine o kadar yakınlaştırmıştı ki sanırım Ömer Kavur filmi tam da böyle olurdu.
KENDİMİ SORGULADIM
Bunların yanında Kavur sadece sinematografik özellikleriyle dikkat çeken bir film de değildi. Filmin içinde yönetmen tarafından çeşitli röportajlardan ve söyleşilerden derlenmiş bir metin, bize Ömer Kavur gibi sesleniyordu. Bu metinde Kavur, film çekmeye nasıl başladığını, hayatında sürekli taşıdığı yalnızlığını ve 61 yıllık yaşamında aradığı ‘sır’ı anlatıyordu. Burjuva bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş fakat asla gerçek bir aile ortamının sıcaklığını görememişti. Fransa yolculuğu da onu çeşitli maceralarla karşılaştırmış fakat onun bir türlü içinden atamadığı yalnızlığı bu yolcukta da kendisinin peşini bırakmamıştı. Tüm bu düşüncelerle yeniden haline üzüldüğü fakat çok da sevdiği ülkesine, Türkiye’ye dönme kararı almıştı. İlk başlarda kendince istemediği Yeşilçam kopyası filmleri çekmiş, sonrasında bundan pişman olarak sinemaya ihanet ettiğini düşünmüştü.
Festivaldeki gösterim salonundan eve giderken aklımda hep aynı düşünceler vardı. Kavur’un yalnızlığı aslında benim de uzun süredir çıkamadığım düşüncelerimin, kimseyle paylaşamadığım hislerimin ve hayatta bulamadığım amacımın bir yansıması olmuştu. Uzun süredir sürdürdüğüm tez çalışmam nihayet sona ermiş ve mezun olmuştum fakat bu süreç anksiyete ve kaygı bozukluğumu tetiklemişti. Bu dönemde hayatımdaki sevdiğim insanları kaybetmiş, yaklaşık 10 yıllık süren yalnızlığımın yeniden farkına varmıştım. Kendi kendime düşünürken bir an bu hislerimin sebebini araştırmaya başladım. Sanırım bunda küçük yaşlardan beridir okuduğum Rus Edebiyatı’nın ve izlemekten büyük keyif aldığım Sovyet filmlerinin etkisi olacaktı. Varoluşsal durumlara uzak değildim nitekim okuduğum her Dostoyevski romanında kahramanla hemen özdeşleşiveriyordum. Fakat son bir yılda yaşadığım bu varoluş sorunlarını genellikle karşımdaki insanlardan kaynaklığını düşünüyordum.
'BELKİ DE HAYAT ARAYIŞTAKİ UMUTTADIR'
Ömer Kavur’u sanırım bu yüzden kendime oldukça benzetiyordum. Belki de onun karakterleri ve mekânlarındaki silikliği, yalnızlığı seviyordum. Dünya’da yaşanan felaketler, ülkemizin son dönemde başına gelen acı olaylar beni herkes gibi melankoliye sevk etmişti şüphesiz. Fakat ben aslında umutlu olmayı da seven biriydim. Her umudumu yitirdiğim anda yeniden bir umutla hayata sarılıyorum, hep bir çıkmazın içinde dönme dolap gibi gidip aynı yere geliyorum. Tüm bunların aslında sokağa çıkarken taktığım maskelerden ötürü olduğunu keşfetmem tam da bu anda yüzüme çarptı. Kendi kendime “Sen bu hayattaki bir palyaçodan ibaret değilsin.” dedim. Bu hayatta bir davam, bir amacım vardı benim. Sürekli kendimden insanlara bir şeyler vermek, bazı isteklerimi istemeden feda etmek sonunda hep benim canımı acıtıyordu. Bu düşünce atmosferinde “Yaşamak güzel şey içindeki tüm acılara rağmen.” dedim içimden. Kavur filmindeki “Belki de hayat arayıştaki umuttadır.” cümlesi yankılandı kulaklarımda. Arık tüm bunları bir kenara bırakıp hayatta istediğim şeylere odaklanmanın vaktinin geldiğini anladım. Şimdi uzun süredir düşündüğüm “Neden Kavur olamıyorum?” sorusunun cevabını bulmuştum. Hayattaki ‘sır’ oldukça basitti. Artık yeni bir yolculuğa çıkıp umudu hayatımın merkezine koymam gerekiyordu ve her yaşadığım deneyimin hayatımdaki yeri en büyük sırdı. Benim için hayattaki ‘sır’ı keşfetmemi sağlayan Kavur, umarım sizlerin de sevdiği bir film olur…