Nereden çıktı bu şefler?
Türk mutfağının çok zengin olduğu bilinir. Çok unsurlu, çok yönlü bir mutfaktır. Peki bu 'şef' kavramı nasıl çıktı? Bir moda aldı başını gidiyor... Mutlaka önlem alınmalı...
Etli, sebzeli, balıklı çoğunlukla zeytinyağının, otların eşlik ettiği bin bir türlü yemeğin ardından gelen bin bir türlü meyve ve tatlı ile devam eder ziyafet.
Şarapları, rakıyı unuttum sanmasın kimse…
Ardından gelsin kahve; eskiden Yemen’den gelirmiş, şimdilerde Brezilya’dan, Etiyopya’dan geliyor; ne fark eder.
Yemek sadece tıkıştırma, açlık giderme değildir; bir kültürdür. Varlıklı toplumlar yemeği başlı başına bir kültürel şölene dönüştürürler. Sahillerde yaşayanlar balıkları, yaylalarda yaşayanlar kebapları, bağ-bahçe sahipleri sebzeleri öne çıkarır. Sıcak yörenin yemekleri farklıdır, soğuk yörelerin farklı…
Yerel mutfaklar ulusal mutfaklara karışır, ulusal mutfaklar yerel tatlarla zenginleşir. Karadeniz’in hamsisi, Boğazların lüferi, Anamur’un muzu, Ege’nin, Trakya’nın otları, zeytinleri, Doğu’nun kebapları Türk mutfağının çeşit yelpazesini benzersiz kılar. Üstelik bu mutfak her keseye göredir. Hünkarbeğendi başkadır ama akşamüstü çayın yanına ilişen peynirli simidin tadına da doyum olmaz.
Kim ne derse desin, milli yemek kuru fasulye ile bulgur pilavıdır. Bir bardak ayran eşlik ederse bu ikiliye, tadına doyum olmaz.
NEREDEN ÇIKTI BU 'ŞEF'LER
Şimdilerde bir moda aldı başını gidiyor. TV ekranlarında “şef” programları artıyor. İşin başını bu alanda da ülkenin en Batıcı medya patronu Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu 8,5 çekiyor.
Biri yabancı (İtalyan) iki Türk’ün oluşturduğu jüri, şef olmak isteyen kadınlı-erkekli gençleri geniş bir mutfak ortamında sınava çekiyor. Yarışmaya giren adaylardan (çoğu genç, işsiz) “nice dining” (şık yemek?) tarzında yemekler yapmaları isteniyor. Yemek süslenecek, kokulanacak, sunum göz alıcı, eh biraz da lezzetli olacak, olabildiği kadar.
Batıdaki büyük otellerin kimi müşterilerine sundukları fan fin fonlu yemekler bunlar. Jüri tadıyor, şöyle bir göz atıyor; ardından başlıyor fırçalar: Eti fazla pişirmişsin, yağı az kaçmış, maydanoz koymamalı idin vb. türü ipe sapa gelmez ukalalıklar...
İşsiz gençler sabırla, boynu bükük dinliyor bu koca koca hakaretimsi lafları...
Üstelik TV programına görsel malzeme sunmaktan başka bir işe yaramayan o süslü püslü yemekleri kim yemek ister acaba? İnsanın parası çoğalınca sağduyusu azalıyor, ağzının tadı kaçıyor sanki.
VEDAT MİLOR OKULU
Vedat Milor gazetelerde lokantaları, lokantalardaki yemekleri tanıtıyor. Eskiden oldukça aristokrat, ensesi kalın burjuva gördüğüm Milor’a bir ölçüde haksızlık ettiğimi “Şefler” rezaletinden sonra anladım. Milor, zaman zaman yabancı mutfakları zaman zaman da Türk mutfağının iyi örneklerini tanıtıyor. En iyi lokantaları (restaurantları değil!) kamuoyunun önüne getiriyor. Evet, bu lokantaların bir bölümü orta halli insanların ancak zorlanarak gidebileceği yerler ama bunu Vedat Bey’e fatura etmek haksızlık olur.
Vedat Milor sık sık esnaf lokantalarına da uğrayarak, belli yemeklerin markalaşması için öneriler sunuyor. Kulak vermekte fayda var. Ara sıra ev kadınlarının yaptığı yemekler de ekranlara taşınıyor. Sıradan mutfak emekçileri atadan görme usullerle yaptıkları çok güzel, lezzetli yemekleri ekranlara taşıyorlar.
TÜRK MUTFAĞI
Türk kültürü her alanda saldırı altında, Türk mutfağı da öyle. Üstelik çok sayıda özel üniversitenin aşçılık bölümleri açtığını da dikkate alırsak, konunun önemi daha iyi anlaşılır. Bu kadar zengin bir mutfağı elinin tersi ile itmek binlerce yıllık tarihi geçmişi inkâr demektir. Türk kültürünün ana halkalarından Türk mutfağı mutlaka korunmalı, “Şefler” saçmalığının saçtığı zehirlere karşı önlem alınmalı. Nasıl mı? İşte onu tartışmalıyız.