Ödenekli sanat kurumları
Bir kimliğin başına “yeni” yazarak hiçbir şey yenilenemez. Yılların birikim ve deneyimini silmek büyük bir iddiadır. Şüphesiz her eski zamana yeniktir ama ondan alınacak dersler mutlaka vardır. Sanat Kurumlarımızın türlü sorunlarını yıllar içinde dile getiren, çözümler arayan çok sayıda buluşma, tartışma yapıldı. Ödenekli sanat kurumlarımızın yapısı ve özeli hakkında türlü düşünceler dile getirildi. Bu kurumsal yapıların özeline uygun, çalışma verimini artıracak, mali yükünü azaltacak, insani değerlerini kıymetlendirecek, çalışma barışını sağlayacak, özlük haklarını koruyacak, psikolojik yönden destekleyecek en önemlisi de sanat yapmalarına olanak verecek, engelleri kaldıracak çözüm modelleri üzerinde duruldu.
İdari, mali, sanatsal özerklik vazgeçilmez ön şarttır.
Sonuçta İdari, mali, sanatsal özerklik sağlanmadan, sanat kurumları üzerindeki siyasi vesayet ve baskı kalkmadan, ehliyet, liyakat koşulu önemsenmeden, çalışma koşulları, iş tanımları, sorumluluk takibi yapılmadan bu sarmalın içinde sanat yapılamayacağı görüşü netlik kazandı.
Gündeme “TÜSAK” (Türkiye Sanat Kurumu) dâhil pek çok yukarıdaki saptamaları ıskalayan, teğet geçen öneri geldi. Ödenekli sanat kurumlarının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceğe mirası olduğu göz ardı edilecek şekilde, dünyada örneği olmadığı, kalmadığı söylemleri ile felsefi sıkıntılar taşıyan siyasi söylemler dile getirildi. Elbette her düşünce kıymetlidir ama eski bir tabirle “muteber”/ geçerli değildir. Konunun detaylarına girerek bu sınırlı alanda sizleri sıkmayacağım.
Zamana yenik düşüldüğü ortak görüştü.
Aksayan bir şeylerin olduğu, zamana yenik düşüldüğü ödenekli sanat kurumları içinde ve dışında genelde de siyasi erk tarafından her dönem doğal olarak gündeme geliyordu. Atılacak adım konusunda arayışlar ise bir yol kazasının önüne geçmeyi hedefliyordu.
Süreç içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Anayasal düzenini tehdit eden hain “FETÖ” örgütünün girişimi yaşandı. Ülke güvenlik önlemleri içinde tüm tartışmalara kulağını kapatarak “beka” sorununu gündemine aldı. “GBT” (Genel Bilgi Toplama) sorguları, “hain içimizde” baskısı, demokrasi yolculuğumuzun deneyimlerini bir şekilde sorgulamaya açtı. Dış baskılara, Coğrafi jeopolitik sıkıntılara, iç güvenlik sorunları öncelikle eklendi.
Bu noktaya nasıl ve neden geldiğimiz sorgulanmadı.
Bir gecede anayasa dâhil her şey halk iradesiyle yenilendi… Bürokrasiyi silen, karar almayı hızlandıran, hiyerarşinin gücünü sergileyen öncelikler devreye girdi. Yaşananlara sonradan eklenecek olan “Covid 19” da bu sürecin sosu oldu…
Artık bir başka noktadan şekillenen “yeni” bir dönem başlamıştı.
Alanı, sahada çalışanın pratiğini sorgulayan, izleyen “yeni” bir dönem... Cadde, sokak, şehir, ülke genelinde birçok tehdidin önüne geçmeye çalışan irade sanat gibi naif ve kıymetli bir alanı maalesef bu heyecan içinde siyasete, ekonomiye, tehditlere kurban verecek aceleci kararlar aldı. Sanat kurumları zamana yenik noktaları değişmeden, iyileştirilmeden, sıkıntıları çözülmeden, çözümlenmeden tek madde değişikliği yapılarak bir noktaya, tek söze, tek iradenin atama yetkisine hukuki olarak bağlandı. Şimdi çözüm de doğal olarak aynı noktadan beklenmekte…
Bugünü özetleyen küçücük samimi birkaç ayrıntı ile konuyu sonlandırmak istiyorum. Ödenekli sanat kurumlarında artık çok yerde sizi karşılayan smokinli papyonlu yer göstericiler, kırmızı halılar yok. Gardırop kültürü de pek çok salonda terk edildi. Zaten çok salonun yapısal özelliklerinin tek bir amacı yok. Üstelik sorunlu. Çalışanların eşit işe eşit ücret ve performans öncelikleri gibi konular yetersiz ve gündem dışı. Yapılan işin değerini kavramaktan uzak, sevgisiz en önemlisi de psikolojisi sınırda, yılgın, çaresiz, ilgisiz bir ortamda sanat deneniyor. Güvenlik görevlisinin maskeni tak, “HES” kodunu söyle dediği bir alana girip ruhunuzu doyurmayı, kültürel beslenmeyi düşünüyorsanız, o alanın perde arkasını artık siz hayal edin… Tarım alanına haksızlık etmek istemem ama toleransınıza sığınarak teşbih yoluyla konuyu özetlersek, Sanat manav sandığını dolduran salatalık olsaydı köşedeki pazardan kiloyla almak, bozulanı da çöpe atmak bu kadar kolay olurdu. Konu ülkenin geleceği, gelecek kuşakların aydınlık yarınları olunca sanat kurumlarını da “beka” noktasında düşünmek, düşündürmek gerekiyor.