Öğretmenler Günü: Nasıl kutlayalım?
Meslektaşlarımızın gününü, Başöğretmenimizin 14 Ekim 1925 günü İzmir Erkek Öğretmen Okulu’nda öğretmen adaylarına söylediği şu sözlerle kutlayalım: ‘Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden ve eğitimciden yoksun bir millet, henüz millet olma yeteneğini kazanamamıştır’
1981’den bu yana her 24 Kasım günü kutlanan Öğretmenler Günü’nün "gün" olarak kabul edilmesiyle ilgili olarak yıllardır yeterince tartışma yapılmış olsa da bunun bütünüyle sona erdiği söylenemez. Konuyla ilgili iki ayrı tutum şudur, bilindiği gibi: 1. 24 Kasım, "Öğretmenler Günü" olamaz, çünkü o, 12 Eylül darbecilerinin eseridir. 2. Kimin eseri olduğuna değil, anlamına bakar ve 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü olarak kutlarız.
Günün "12 Eylülcülerin eseri" olduğu doğru elbette. Ama konunun şu yönünün dikkatlerden kaçmaması gerek: 24 Kasım, TBMM’nin Mustafa Kemal’e (henüz Soyadı Yasası yoktur) verdiği "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sanının yasalaştığı gündür (24 Kasım 1928). Bu "gün", hem eğitim kamuoyu hem halkın büyük çoğunluğunca benimsenmiştir. (Bu arada, Mustafa Kemal’e "Atatürk" soyadının verildiği günün de 24 Kasım -1934- olması, ilginç bir rastlantı olabileceği gibi, özellikle düşünülmüş de olabilir.)
Konunun hâlâ bu düzlemde tartışılmasının artık bir yararı yoktur. Çünkü 12 Eylülcüler darbecilikleriyle tarihin kara sayfalarına yazılmış, ama 24 Kasım "Öğretmenler Günü" -içinin doldurulmasıyla ilgili biraz sonra değinilecek olumsuzluklar bir yana- 38 yıldır bütün canlılığıyla "Öğretmenler Günü" olarak kutlanmaktadır. Tarihin ayıklayıcı eli bu gerçeği değiştirememiştir. Çünkü toplum, bu kabulde 12 Eylülcüleri değil, Atatürk’ü, O’nun başöğretmenliğini ölçü almıştır. Gözlemler, bu "gün"ün, 12 Eylül ürünü olması nedeniyle karşı çıkanlarca da çeşitli biçimlerde kutlandığı yönündedir.
HAK ETTİĞİMİZİ ALAMIYORUZ!
Dünyada olduğu gibi bizde de hangi özel gün ya da hafta olursa olsun, o gün ya da haftanın konusuna ilişkin sorunlar ve bu sorunlarla ilgili çözüm önerileri gündeme getirilir. Sorunların beklentiler yönünde çözüme kavuşma olasılığı ise iktidarların ideolojisine, ilgili alana ilişkin düşünce ve programlarına bağlıdır, doğal olarak. İktidarların ekonomik, siyasal, toplumsal vb. konulardaki ideolojisi ve buna bağlı programları, ülke gereksinmelerinden öte, eldeki iktidar olanaklarını kullanma ve koltuğu elde tutmakla sınırlı olduğunda, sorunların çözüme kavuşması bir yana, katlanarak artması söz konusudur. Öğretmenler Günü’yle ilgili söylem ve eylemlerde de bugüne dek belleklerde kalanlara bakıldığında sonuç birkaç cümle ile özetlenebilir: Öğretmenlik mesleği çok kutsaldır! Biz öğretmenlerimizi çok seviyoruz! Bize bir harf öğretenin kölesi oluruz! Öğretmenlere çok yakında müjdeli haberlerimiz olacak!...
Konumuz öğretmenlik mesleğiyle ilgili olduğu için örneklerimizin de o alandan olması yanıltıcı olmasın. Aynı cümlelerdeki "öğretmen" sözcüğünün yerine örneğin maliyeci, hemşire, çiftçi, polis, eczacı... gibi sözcükler kullanılabilir. Günümüzde 1 milyonu bulan sayılarıyla en kalabalık meslek grubunun öğretmenlerden oluşması, dikkatlerin bu yöne çekilmesinde bir etkendir, doğal olarak. Ama çıplak biçimiyle gerçek neyse ona bakmakta yarar vardır. Öğretmenlik de ancak her meslek kadar kutsaldır! Öğretmenlik de her meslek kadar baş tacıdır! Öğretmenler de bütün emekçiler gibi hak ettiklerinin karşılığını alamamaktadır!
O güne özgü olmak üzere öğretmenler için örneğin tren ve kargo ücretlerinde, giyim kuşam mağazalarında indirim yapılması, seçilerek çağrılan birkaç öğretmenin özel mekânlarda ağırlanması, öğrencilerin öğretmenlerine armağanlar vermeye zorlanması gibi uygulamaların bu mesleğe duyulan saygıyı mı yoksa tüketimi özendirmek için bu günün araca dönüştürülmesini mi anlattığı bir daha düşünmeye değer.
İSTİSMARA AÇIK
Her Öğretmenler Günü’nde öğretmenlerin yoksulluğu çevresinde bir duyarlığın, daha doğrusu söylem birliğinin öne çıkması, rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır. 24 Kasım’ın bir gün öncesinde, o gün ve 1 gün sonrasında gazete manşetlerinin, televizyonlarda sunulan haberlerin öğretmenlerin yoksulluğuna yapılan vurgularla öne çıkması, ne yazık ki yıllardır değişmeyen eksik, yanıltıcı bir yaklaşımın ürünüdür. Öyle ki, yıllar içinde bu yönde oluşan algıdan dolayı gerçekle bağdaşmayan, istismara açık tutumlara ilişkin sayısız örnekle karşılaşıyoruz. Özellikle batı ülkelerindekiyle bizdeki öğretmen maaşlarının karşılaştırılması, 30 yıl önceki bir öğretmen maaşıyla alınan çeyrek altın sayısının bugünküyle karşılaştırılması, ek iş yapan öğretmen sayısında patlama yaşanması gibi sıklıkla verilen örnekler üzerinden yaratılan duygu sömürüsü, toplumsal konumunun ayrımında olan her öğretmen için rahatsız edici bir durumdur. Çünkü, ücret konusunda örneğin Batı ülkelerindeki öğretmen ölçü alınırken o ülkelerde kişi başına düşen gelir göz ardı edilmektedir. Otuz yıl öncesiyle bugün karşılaştırıldığında, ekonomik değeri olan öbür mülkiyet unsurları (konut, araba, teknolojik ürünler...) göz ardı edilmektedir. Aynı biçimde, ek iş yapan öğretmen oranı da bilimsel verilere dayandırılmadan dillendirilebilmektedir. Geçen yıl, öğretmenlerin yüzde 80’inin ek iş yaptığına ilişkin demeçler vardı gazetelerde. Bu sav, gerçeğin en az dört kat abartılmış biçiminden başka bir değer taşımamaktadır.
Bunları söylerken öğretmenlerin maddi açıdan bir sorunları olmadığını savunduğum anlamı çıkarılmaz, umarım. Bütün meslek grupları, emeğiyle yaşayan herkes gibi öğretmenlerin de hak kaybı yaşadığını, dahası hak gaspına uğradıkları örnekleriyle ortadadır. Ataması yapılmayıp işsiz bırakılanların sayısı 500 bini buldu. "Esnek çalışma" dayatmasıyla başlatılan hak budamasıyla sözleşmeli çalıştırılan öğretmen sayısı 100, ücretli çalıştırılan öğretmen sayısı 75 binlerdedir. Bu statülerde bulunan meslektaşlarımızın gerek ücret gerekse özlük hakları bakımından yığınla mağduriyet yaşadığı da bir gerçekliktir. Özel okullarla dershane görevi gören, türlü adlarla yaşamlarını sürdüren ‘merdiven altı’ sektöründeki on binlerce meslektaşımızın içinde bulunduğu koşullarsa başlı başına bir yaradır. Sağlıklı hiçbir denetimin işlemediği bu tür iş yerlerinde çalışanların bir trajediyle iç içe yaşadıklarını belirtelim.
MİLLET OLMA YETENEĞİ
Ancak... Bu koşullarda yaşayan bir meslek alanıyla ilgili sorunların bütünden yalıtılarak "vah garipler" yaklaşımıyla çözülemeyeceği, bugüne kadarki deneyimlerle anlaşılmış olmalıdır. Özetle, hakları gasp edilen yalnız öğretmenler değildir. Yoksulluk sınırının biraz üstünde ya da altında yaşayanlar da yalnız öğretmenler değildir. Sorun bu sistemsel bütünlükten kopartılarak her 24 Kasım’da "Öğretmenler geçinemiyor!" demek doğru değildir. Acıma/acındırma psikolojisi içinde yaşamak, örgütlü mücadele tarihimizde önemli birikimleri bugüne taşıyan bir meslek grubu için gerçekçi değildir. Yöneticisinden eğitim alanındaki emek örgütlerine dek söz sahibi bütün kesimlerin her Öğretmenler Günü’ndeki törensel programların ön sırasından son sırasına dek öğretmen ücretlerine kilitlenen bakış açısından vazgeçmelerini diliyoruz. Altı yıl (1965-1971) gibi kısa bir ömrü olan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) gerek üyeleriyle gerekse ülkemizle ilgili sorunları nasıl ele alıp çözümler ürettiğine bakmak, doğru tutum alma konusunda hepimiz için yol göstericidir. Başka türlüsünün bugüne dek bir yararı olmadı, bundan sonra da olmayacak.
Meslektaşlarımızın gününü, Başöğretmenimizin 14 Ekim 1925 günü İzmir Erkek Öğretmen Okulu’nda öğretmen ve öğretmen adaylarına söylediği şu sözlerle kutlayalım: "Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden ve eğitimciden yoksun bir millet, henüz millet olma yeteneğini kazanamamıştır."