Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ölümünün 83. yılında Mehmet Akif Ersoy: Bağımsızlıkçı ve halkçı şair

Savaşlar, yoksulluklar, yıkılma ve yeniden var olmanın tozu dumanı içinde, yapıtlarında ‘halkı aydınlatma ideali’ ağır basmıştır. Bugünün aydınının Mehmet Akif’ten bağımsızlık ve halkçılık konusunda alacağı çok ders var!

Ölümünün 83. yılında  Mehmet Akif Ersoy: Bağımsızlıkçı ve halkçı şair
A+ A-
Mustafa Pala / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni


"Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: ne geri!
Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri!"

Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873’te doğdu ve 27 Aralık 1936’da öldü. Ancak bu kısacık cümlenin içini inançları, vatanı ve halkı uğruna verdiği onurlu bir mücadeleyle doldurdu. Hayata veda edişinin 83. yılını fırsat bilerek onun bağımsızlıkçı, halkçı mücadelesini ve bu mücadelede bir tüfek gibi kullandığı şiirini, hiç değilse şiirinin köşe taşlarını anımsayalım istedik.
Mehmet Akif, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süren duraklamasının ardından bütün kurumları ve yapılarıyla sancılı bir çöküşü yaşadığı yıllar içinde, kültürel ve siyasal olarak biçimlenir. İçte millî isyanlar, sefalet, düzensizlik ve yokluklar; dışta yenilgiler, cephelerden gelen bozgun haberleri, yitirilen topraklar ve işgaller... Neye uğradığına bir anlam veremeyen, toz duman içinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçemeyen, el yordamıyla tutunacak dal arayan bir halk...

AKİF’İN İSLAMCILIĞI
Umutsuzluk, karamsarlık ve kararsızlık içinde ağır bir ruh çöküntüsünü yaşayan bir milleti inançla, aşkla ve umutla donatmanın soylu mücadelesi içinde Mehmet Akif de vardır.
O, "Kur’an İslamcılığı"nın, İslam Birliği"nin savunucuları ve ilerici ve liberal İslam reformistleri olan Cemaleddin Afganî ve öğrencisi Şeyh Muhammed Abduh’un derin etkisi altındadır. Namık Kemal’in Osmanlıcılığı, Ziya Gökalp’in Türkçülüğü benimsediği gibi o dabir dünya görüşü olarak, bugünkü anlamından çok farklı olan bir İslamcılığı benimsemiştir. Onun benimsediği İslam, eleştiriye tabi bir İslam’dır:
"Bakın mücahid olan Garb’a şimdi bir kere:
Havaya hükmediyor kâni olmuyor da yere,
Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: ne geri!
Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri!"
(Fatih Kürsüsünde)
Burada "Şark"tan Müslüman, "Garp"tan gayrı Müslüm toplumları anlamalıyız.

FİKRET’LE YAN YANA
Evet, güncel politik çekişmeler içinde Tevfik Fikret’i "Protestanlara zangoçluk etmek"le suçlar; ama onunla birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde istibdata karşı mücadele etmekten de geri kalmaz. Fikret’le "Kavmiyetçilik" fikrine aynı mesafede uzaktırlar. Hatta Akif, manzum hikâyecilikte, yoksulların yaşamını yansıtmada da sanatının ikinci dönemindeki Fikret’le beraberdir. Fikret Balıkçılar’ı, Nesrin’i, Ramazan Sadakası’nı, Hasta Çocuk’u yazar; Akif Hasta’yı, Küfe’yi, Selma’yı, Bayram’ı, Bebek’i, Köse İmam’ı, Hürriyet’i...
Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuvayı Milliye cephesine tereddütsüz katılır Mehmet Akif ve bir milletin yeniden var oluşunun temel şartını, yine o milletin değerlerine yaslanmakta görmekle, döneme ait olan koyu bir ihanet dalgasının dışına atar kendini. Manzumelerinde, manzumelerinin ulaşamadığı yerde hitabelerinde, vaazlarında kimi zaman bir öfke kimi zaman kabına sığmayan bir heyecan, yakıcı bir soluk, bir ses, bir çığlık olur:
"Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın!"

YOL AYRIMI
Bir yapı çöker dağılırken, yepyeni düşünceler, bambaşka seçeneklerle pırıl pırıl bir aydınlanmanın içinden laik, demokratik ve sosyal Türkiye Cumhuriyeti, kurumlarını kura kura kendi var oluşunu gerçekleştirir.
O alacakaranlıkta halkın sesi soluğu olmasını bilen, Kurtuluş Savaşı’nı, bağımsızlık idealini coşkuyla manzumeleştiren Akif, bu yeni oluşumda da temiz bir aydın kimliğiyle düşüncelerini terennüm etmeye devam eder. Savaşın son, yeni devletin ilk yıllarında milletvekili olan, Cumhuriyet’in laik yapısı içinde seçeneklerine uygulama alanı bulamayacağını anlayan Mehmet Akif Ersoy, kendi doğrularına bağlı kalacak; ama İslam birliği için çalışamayacağı bir yerde yaşamanın hayatını anlamsızlaştıracağını düşünerek 1925’te Mısır’a gidecek, Cumhuriyet’le yolunu ayıracaktır.
Savaşlar, yoksulluklar, değerler çatışması, yıkılma ve yeniden var olmanın tozu dumanı içinde, özellikle aydın sanatçı, elbette ki sanatına halka eğilmenin, onun derdiyle yoğrulmanın sorumluluğunu yükleyecektir. Öyle olunca "sanat ideali" değil, "halkı aydınlatma ideali" ağır basacaktır yapıtlarında.
Mehmet Akif Ersoy ileri düzeyde Arapça, Farsça ve Fransızca bilir. Geleneksel Divan şiiri terbiyesini Muallim Naci’den yenilikçi şiirimizin esintilerini de Abdülhak Hamit’ten alır. Bu arada İranlı şairler Şirazlı Hafız ve Şirazlı Sadi’nin hayranıdır. Öte yandan şiirlerinde dinî lirizm bulduğu Fransız şair La Martine’ye ve yazdığı küçük öykülerinde büyük gerçekler barındıran oğul Alexandre Dumas’a duyduğu yakınlık, onda manzum hikâyeciliğin kültürel alt yapısını oluşturur.
Genel olarak sanattan "nesnel gerçekliğin zihinsel ve imgesel olarak yeniden üretimi" gibi bir tanım anlaşıldığında, Akif’in özellikle de belli bir hikâyeyi anlattığı manzumelerinde, özgün imgeler, sanatlı söyleyişler aramak boşunadır. Çünkü o, sezdirmekten çok doğrudan anlatmayı amaçlar. Bellidir ki şiir, salt bir toplumsal bildiri niteliğine büründüğünde kendinden çok şey kaybeder. Ne var ki bu Akif’in aydın tavrının zorunlu bir sonucu olduğu kadar bilinçli bir seçimidir de. O nedenle şu dizeler bir itiraf değil, tercihtir:
"Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü ne san’atkârım."

FİKRET’İN AÇTIĞI KANAL
Türkçeyi Arap edebiyatının bir ölçüsü olan aruza uydurmanın iki büyük şairinden biri olan Fikret (diğeri Akif), Divan edebiyatının Arap nazmından gelen beyit biriminin ve dizenin egemenliğini Fransız şiirinden aldığı"enjambement" (anjanbman, ulantı) ile yıkmış; dizenin bölünebilirliğini ve kırılabilirliğini sağlamıştır. Böylelikle aruz kalıplarına bağlı orkestrasyon ve ton bırakılmış, şiirin bütününde, dizelerin kuruluşlarında kelimelerin anlamlarıyla ilişkili bir ölçü oluşturularak yeni şiirimizin ses temeli atılmıştır.
Mehmet Akif’e gelince o, Fikret’in açtığı bu ses kanalından yürümüş ve edebiyatımızın manzum hikâyeciliğinde çok önemli bir damar yakalamıştır. Divan edebiyatının, tekrarlanan bir uyak örüntüsü olmayan ve bu yüzden hikâye gibi uzun anlatılara uygun olan mesnevi nazım biçimine yakınlık duymuştur. İşte Akif’in şiirsel sesi yakaladığı, ama şiirsel anlama ulaşamadığı manzum hikâyeciliği, onun bu mesnevi nazım biçimine yakınlığından ve yatkınlığından gelmektedir.

AKİF’TE SES-ANLAM İLİŞKİSİ
Üstelik Akif, Türk dilinin yapısına ters düşen aruz veznini konuşma diline yakın ve oldukça rahat kullanmıştır. Divan şiiri örneklerinde ağır bir dile karşın çok sık görülen aruz hatalarına onun bu yalın dilinde bile pek rastlanmaz. Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgali üzerine yazdığı ve zengin bir aliterasyon (aynı sessiz harfin tekrarı) yanında kusursuz bir aruz becerisiyle yüreğinden kopan acıyı sese dönüştürmeyi bildiği 4 ‘me fâ î lün’lü Bülbül, bunun güzel ve güçlü bir örneğidir:
"Tesellîdennasîbim yok, hazan ağlar bahârımda
Bugün bir hânümansızserserîyim öz diyârımda"
O halde Akif, çok çeşitli duyguların sesini bulmuş bir nâzımdır dersek, yanılmış olmayız. Özellikle manzum hikâyelerindeki temiz Türkçe, konuşma dilinin canlılığı ve kıvraklığı yabana atılır bir dil hâkimiyeti değildir. İşte Küfe’de babasını yitirmiş çocuğun hüznü ve öfkesi:
"Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye.
Küfe tekermekerbitâb düştü ta öteye:
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!"

MANZUM GERÇEKÇİLİK
Öte yandan Mehmet Akif’in gözlem gücünü ve gerçekçiliğini de anmadan geçemeyiz.İnsanları, olayları ve mekânları ustalıklı öyküleme vecanlı betimlemelerle resmederek, birçok alt hikâyeylebirlikte manzumelerini örer. Bunun yanında aydın sorumluluğunun gereği, sosyal duyarlığı,halktan uzak bir estetiğe tercih ettiğini de kendisi söyler:
"Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!"
Mehmet Akif Ersoy şiirlerini yedi kitaptan oluşan Safahat’ta topladı. 1. kitap Safahat, sosyal ve tarihsel manzumeleri; 2. Kitap Süleymaniye Kürsüsünde, olayları ele alışındaki İslami perspektifi; 3. kitap Hakkın Sesleri, Balkan Savaşları’nda ülkenin yaşadığı sıkıntılara isyanını; 4. kitap Fatih Kürsüsünde, yarı satirik, yarı didaktik eleştirilerini; 5. kitap Hatıralar, Berlin ve EI-Uksur seyahatlerini; 6. kitap Asım, aydın ve vatansever gençlik idealini; 7. kitap Gölgeler kısa ama derin ve duygulu şiirlerini içerir. Mehmet Akif, İstiklal Marşını halkın bir yaratısı olarak gördüğünden kitabına almamıştır. Daha birçok anı, söyleşi, makale ve çevirisiyle geniş bir düşünce dünyası kurmuştur.

‘AKİF, İNANMIŞ ADAM’
İşte Nazım Hikmet’in inandıklarının tümüne inanmasa da "Akif, inanmış adam" diye övdüğü, bir gerçeklik ve doğruluk adamı olan Mehmet Akif Ersoy budur.
Geriye söylenebilecek çok az söz kalıyor. O da Mehmet Akif’in edebiyatımızdaki öneminin, manzumeyle düşünen iki büyük şairimizden biri, diğeri Fikret, olduğudur. Ve bu az bir önem değildir.
Bugünün aydınının Mehmet Akif’ten bağımsızlık ve halkçılık konusunda alacağı çok ders var!

Son Dakika Haberleri