Osmanlı dostu Karl Marx
Karl Marx hakkında olumsuz yorumlar mevcut olsa da aslında Karl Marx'ın sıkı bir Türkiye dostu olduğunu söylemek gerek
Türkiye’de retrospektif açıdan Karl Marx hakkında genelde olumsuz imgeler mevcuttur. Oysa insanlarımızın çoğunluğu Marx’ı yeterince bilmemektedir. Sıradan insanları bir kenara bırakmak gerekirse siyasiler de Marx’ı iyi çözümleyebilmiş değildir. Örneğin; Marx’ın sıkı bir Türkiye dostu olduğunu söylemek elzemdir. Marx, Osmanlı’nın Çarlık Rusya ile girdiği mücadelelerde sürgit biçimde Osmanlı’nın tarafını tutmuştur. Hatta Ruslar İstanbul’a kadar geldiklerinde İngiltere başbakanı Lord Palmerston’ın müdahale etmemesinden dolayı ateş püskürmüştür. Sekiz dizilik yazısında Marx, Palmerston’a: “Rus çıkarlarının yorulmaz ve sarsılmaz bir avukatı” demiştir. Ayrıca Marx, Türkler’e Polonyalılar ile birlikte “Avrupa’nın en cesur iki soyu”(1) ifadesini kullanarak moral vermeye çalışmıştır. Marx’ın Osmanlı’ya destek vermesinin iki sebebi vardı: 1) Çarlık Rusya’sını Avrupa’da gericiliğin kalesi görmesi. Çarlığın yıkılması sosyal devrime yol açabilirdi; 2) Türk köylüsünün Avrupa köylüsü gibi devrimci olabileceği.(2)
Marx’ın dönem itibariyle Avrupa merkezci düşünceleri olsa da özellikle ölmeden bir sene önce tanıştığı Araplar vasıtasıyla oryantalist düşüncelerinin değiştiğini görmekteyiz. Marx ve Engels, Doğu’da mülkün tamamen hükümdara ait olması ve özel mülkiyetin bulunmayışını Doğu’nun anahtarı olarak görmektedir.(3) Dolayısıyla Marx’ın deneyimleri daha sonra uygar-uygar olmayan halklar diyalektiğindeki düşüncelerine farklı bir boyut katacaktır.
OSMANLICA ÖĞRENMEYE HEVES ETTİ
Marx’ın başından sonuna kadar Osmanlı yanlısı bir tutum sergilemesinin yanında hayatının sonlarına doğru Osmanlıca öğrenmeye heves etmiştir. Türkiye’de Marx’ın anlaşılmamasının tezahürlerinden biri de “Türkiye Üzerine” adlı kitabının uzun yıllar yasaklı olarak kalmasıdır. Hâlbuki bu kitapta Marx, Osmanlı’nın haksızlığa uğradığını anlatmaktaydı. Türkiye’deki egemen erkler geçmişte Marx’ı anlamamıştı hâlâ da anlamamakta diretiyorlar. Marx’ı “Din afyondur” retoriğinden başka bir sözle hatırlamayanlar onu araştırma gereği bile duymamaktadır. Marx’ın diskuru aslında dini avamın anladığının dışında çözümlemekten ileri gelmektedir. Önyargılı beyinler Marx’ın aynı retorikte geçen “Din kalpsiz bir dünyanın kalbidir” lafzını telaffuz etmemektedir.
Sonal olarak neo-Osmanlıcı ve neo-Abdülhamitçi bir çizgide bulunan siyasal erk Marx’ın siyasal paradigmalarını bir yana bırakalım onun Osmanlı dostu olduğunu bilebileceğini kestirmek güç olabilir. Siyasal iktidarın popülist milliyetçilikle karışık siyasal İslamcı duruşu buna engel teşkil etmektedir. Yerel milliyetçilik ve evrensel ümmetçilik arasında bocalayan iktidarın yeni fikirlere son derece kapalı olduğunu da ifade edebiliriz. İktidara yakın gazetecilerin yazıp çizdikleri konvansiyonel bir ilgiyi harekete geçirmeyi başarabildi ancak ekonominin de iyi gitmemesiyle birlikte hamasetin bir yere kadar gidebileceği de kanıtlanmış oldu. Siyasal iktidar yirmi yıl boyunca ülkeyi yöneterek yüz yılda bir kendilerine gelecek fırsatı iyi değerlendiremedi. Giriştikleri toplum mühendisliği çalışmaları da ters orantılı biçimde yüzlerine çarptı.
Ak Parti 2002’den beri Türkiye’de tek başına iktidarda kalabilmeyi başarabilmiş önemli bir partidir. Partinin günümüzde hala toplumsal desteği var. Ak Parti, partinin kuruluşundan günümüze kadar ki süreçte büyük değişimler yaşadı. 2007’ye kadarki süreçte parti muhafazakâr demokrat çizgiyi benimsemişken özellikle 2007’den sonra Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı döneminde kendisine karşı olan herkesi cezalandırma yoluna girmiştir. Bu süreçte dindar(?) nesli oluşturmaya çalışılmıştır. Tarikatların ve cemaatlerin de önü açılıp, destekleri alınmıştır. Ak Parti, ülkenin majör sorunları varken (işsizlik, enflasyon ve üretimsizlik) daha çok toplumu bir yöne kanalize ederek oylarını popülist söylemlerle maksimize etmeye çalıştı. İktidar, Türkiye’deki çeşitli klikleri devlete kazandırmayı bir kenara bırakarak kendi toplum idealini ülkeye tatbik etmek için elinden geleni yapmıştır. Sınıfsal analize en çok ihtiyaç duyulan Kürt sorununda iktidar; yollar, köprüler yapılarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki Kürt vatandaşlarının gönlünü kazanabileceğini tahmin etti. Ancak bu hamleler yeterli olmadı. Meselenin ekonomik, siyasi ve demokratik yönleri ihmal edildi. (4) Bu yüzden Karl Marx’ı incelemenin tam zamanı diyebiliriz.
KAYNAKÇA:
1) Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s. 436.
2) Marx ve Wilhelm Liebnecht Mektupluşma, 04.02.1878.
3) Engels ve Marx mektuplaşma, 06.06.1853.
4) Girayalp Karakuş, Bir Karşı Tarih Okuması, Duvar Yayınları, İzmir, 2020, s. 113-114.