24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk ekonomisi 2

Yazımızın ilk bölümünde Osmanlı ekonomisinin yapısını incelemiştik. Yazımızın bu ikinci ve son bölümünde, sistemdeki bozulmalar ve savaşla birlikte ortaya çıkan yeni iktisadi anlayışı ele alıyoruz.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk ekonomisi 2
A+ A-
SUEDA BABACAN

EKONOMİK YAPIDA BOZULMALAR

Savaşlar daha uzun sürmeye başlayınca mevcut sistemde tıkanıklıklar meydana gelmeye başladı. Burada ticaret yollarının değişmesi, batıda ticaret burjuvazisinin doğuşu, Amerika’nın keşfi ve yeni tarım alanları, bilimsel gelişmenin yön değiştirmiş olması, ayrıca nüfus artışı gibi somut etmenler de meydana gelince ekonomik yapıda ciddi bozulmalar meydana geldi. Savaşların finansmanında nakit ihtiyacının ciddi anlamda yükselmesi de bütün bu sürecin sonucu olarak doğdu. Burada önemli noktalardan biri, mali bunalımların sebebinin ekonominin güçsüzlüğünden ziyade merkezi devletin güçsüzlüğünden kaynaklanıyor olmasıydı.

Bunun yanında merkezi otoritenin zayıflaması rüşvet ve kayırmaları da oldukça artırarak devlet gelirlerinin ve imkânlarının şahsi menfaatler için kullanılmasına olanak tanıyordu. Örneğin en önemli vergi olan aşarın toplanması valiye ihale olunabiliyordu. Bu konu da her zaman suiistimale açıktı. Bölgesel idarenin iyi çalışması için vali makamında adil kişilerin bulunması şarttı. Ancak valiler çoğunlukla rüşvete göz yummaktaydı. Böyle bir düzen ve memurların yolsuzluktan ötürü tatbikata uğramamalarını sağlayan kanuni himaye sonucu yolsuzluk imparatorluk çapında yayıldı. Bu durum kamu çıkarlarının korunmasını oldukça güçleştirmekte ve derinleşen ekonomik bunalımı daha da artırmaktaydı.[2]

Ekonomik yapıda meydana gelen bozulmaların kaynağı bundan sonra büyük ölçüde iç ve dış savaşlardır. Birçok girişime rağmen ortaya çıkan bunalım ancak köklü bir devrimle yeni bir devlet ve inşa edilecek yeni ekonomik sistem ile çözüme kavuşturulacaktır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI EKONOMİSİ

Savaşa girmeden hemen önce Osmanlı devletinin ekonomisine bakarsak; 1855’ten bu yana birikmiş Osmanlı dış borçları ve önemli gelir kalemlerinin Duyun-ü Umumiye (Borçlar) İdaresince toplanması nedeniyle maliye iflas etmişti. Duyun-ü Umumiye’nin yabancıların kontrolünde olduğunu, yabancı şirketlerin pazara hâkim olduğunu, kapitülasyonların devlete ciddi bir yük teşkil ettiğini görürüz. Osmanlı’nın bu ağır şartlar altında savaşa girmesi, onu savaş anında çeşitli ekonomik zorluklarla karşılaşmasına sebep oldu. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle birlikte öncelikli olarak dış borçların ödenmesi durduruldu. Sonrasında ise kapitülasyonları kaldıracağını duyuruldu. Yine savaş, İstanbul ve İzmir’in dış ticaret yollarını kapattı. Para ve kredi savaş ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Savaş gelirleri ise vergiler ve borçlanmalardan oluşmaktaydı. Osmanlı devleti kağıt para basarak savaşı finanse etmeye çalışmaktaydı. Nitekim öyle yaptı ve enflasyon ile karşı karşıya kaldı. Yılda yüzde 400'e varan fiyat artışıyla Osmanlı toplumunun gelir dağılımında ciddi bir alt üst olma durumu yaşandı. Avrupa ülkeleri savaş finansmanından borçlanmaya önem vermişti. Savaş giderlerinin hemen hemen yüzde 95’i borçlanmalarla sağlandı. Vergi gelirleri savaş gelirlerinin çok sınırlı kısmını oluşturuyordu. Örneğin Avrupa’da savaş gelirleri savaş giderleri içinde en yüksek paya sahip olan İngiltere’de bu oran yüzde 17 dolayındaydı.[5] Birtakım zorunluluk ekonomik yapıda aslında olumlu bir süresin başlamasına da vesile oldu. Mesela gıda maddeleri Anadolu’dan sağlanmaya başlandı. Anadolu büyük şehirlerin ihtiyacını karşılamak için üretim yapmak zorunda kaldı. Bu olgu, ulusal bir ülke ekonomisinin şekillenmesinin önünü açmış oldu.

ULUSAL KAPİTALİZM GELİŞİYOR

Savaş yıllarında ulusal ekonomiyi güçlendirecek kararlar da alındı. Gümrük resimleri Almanya’nın karşı çıkmasına rağmen önce yüzde 15’e daha sonra ise yüzde 30’a çıkarıldı. İthal edilen malı, ölçü birimi ve adedi üzerinden hesaplamaya olanak veren spesifik gümrük tarifelerine geçildi. Kapitülasyonlar tek yönlü olarak kaldırıldı. Bütün bu kararlar, önceki yıllarda Batı ülkeleriyle imzalanmış dış ticaret politikalarını ipotek altında tutan ticaret anlaşmaları aşılarak alındı. Savaşların mali kaynağını ülke içinden yaratmak için yapılan zorlamalar ülke ekonomisinin merkezileşmesine hizmet etti. Sonuç olarak savaş yıllarının büyük çaptaki yıkımına rağmen yukarıda belirtilen etkenler, ülkemizde ulusal bir kapitalizmin gelişmesinin önünü açtı. Anadolu ekonomisi 1922 yılına gelindiğinde eskisine oranla daha fazla bütünleşmiş ve gene eskisine göre ulusal bir karakter kazanmıştı.

Bu anlamda savaş sırasında uygulanan ekonomi politikası kendi hukukunu oluşturmuş oldu. Savaşın zorlu sorunlarını göğüslemek, bu hukukun temelini oluşturuyordu. Kamu yararı için gereğinde özel mülkiyete “elkoymak” bu hukukun karakteriydi. Öncelikli görev, insan hayatını sürdürmekti, halkın iaşesini sağlamaktı. Bu amaçla çiftçilere tarım üretimi için mükellefiyetler yüklendi. Halkın geçimi, sağlığı ve savaşın ihtiyaçları için, bankacılıkta, kambiyo rejiminde ve dış ticarette devletçilik uygulandı. I. Dünya Savaşı’ndaki birçok uygulama, Kurtuluş Savaşı’na da örnek teşkil etmiştir. Kurtuluş Savaşı’ndaki Tekalif-i Milliye’nin temellerini, I. Dünya Savaşı’ndaki Tekalif-i Harbiye ile oluşturmuştur.

CUMHURİYET’İN DEVRALDIĞI MİRAS

Cumhuriyetin devraldığı ekonomik yapıya baktığımızda, nüfusun beşte dördü doğrudan veya dolaylı olarak tarım ile uğraşmaktaydı. Tarımda üretim el emeği yoğunluklu daha ilkel yöntemler ile ilerlemekteydi. Köylüler, çoğunlukla, yetiştirdiklerini kendileri tüketiyordu. Tarımsal ürünlerin pazarlara ulaşmasını sağlayacak ulaşım kanalları olmadığından tarım ürünlerinin diğer ürünlerle değişimi sınırlıydı. Bu sebeple şehirler gıda gereksinimlerini ancak civar bölgelerden karşılıyorlardı. Ekonomide iç ve dış ticaretin hemen hemen tamamı azınlıkların elindeydi. Batılı ülkelerin bir taraftan elde ettikleri kapitülasyonlar, diğer taraftan empoze ettikleri serbest ticaret Anadolu'da sanayinin kurulmasını engellemiştir ve mevcut olanları da geriletmiştir. Türk halkının sınai ürün gereksinimleri ithal yoluyla karşılanıyordu. Bu ithalat ise fındık kuru üzüm, incir, tütün gibi sınırlı sayıda tarım ürünü ve halı gibi birkaç el sanatı ürününün dış satımı ile karşılanıyordu.

Ayrıca devralınan dış borç tutarı 216.2 milyon dolardı. Bu Cumhuriyet kurulurken GSYH’nin yaklaşık yüzde 40’ına yaklaşan bir dış borç yükünü ifade etmektedir.

CUMHURİYET’İN EKONOMİ POLİTİĞİ

Kurtuluş Savaşı’nın önderleri, askeri zafer kazanıldıktan sonra, çalışmalarının merkezine hızlıca ekonomiyi aldılar. Mustafa Kemal, daha Lozan Antlaşması imzalanmadan önce düzenlenen İzmir İktisat Kongres’inde ekonomik sorunların yakıcılığını ortaya koyarak dikkatleri buraya çekmekteydi:

“Bir milletin doğrudan doğruya yaşantısı ile ilgili olan, o milletin ekonomik durumudur. Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalan bu hakikat, bizim milli yaşantımızda ve milli tarihimizde, tamamen kendisini göstermiştir. Gerçekten de Türk tarihi incelenecek olursa, gerileme ve yıkılma nedenlerinin, ekonomik problemlerden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır. Kılıç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan kol, her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün daha çok toprağa sahip olur. “Efendiler; Yüce Kurulunuzla bugün başlamış olan Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir. Çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarma konusunda, Misak- ı Milli’nin ve Anayasanın ilk temel taşlarını sağlamada neden olmuş, etken olmuş, öncü olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, milli tarihimizde en önemli ve en yüksek hatırayı yaratmış ise; kongreniz de, milletin ye memleketin yaşantısını sağlayarak, gerçek kurtuluşuna yardımcı olacak kanunun temel taşlarını ve esaslarını ortaya koymak suretiyle tarihte çok büyük bir ad ve çok kıymetli bir yer almış olacaktır.”[7]

1923’te bir iktisadî kopuştan ziyade daha çok bir siyasi kopuşun varlık gösterdiğini söylemek mümkün. İktisaden 1908-1922 döneminin millî iktisat görüşü süregeliyordu ve ılımlı bir korumacılık ve sanayileşmeci yaklaşım ön plandaydı. 1925 yılında yarı-feodal tarım vergisi aşar kaldırılıyor, ama bu vergi gelirinin bütçeye oranı yüzde 22 olduğu için birtakım dolaylı vergilerin devreye sokulduğunu görüyoruz. 1923-1939 döneminde ulusal gelirin yüzde 46’sı tarımdan, yüzde 11’i sanayiden geliyor. Milli gelir yüzde 8.6 büyüyor. Bu dönem geniş köylü kitleleri için iyi bir çağ olurken, memurların gerçek gelirlerinde ilerleme yaşanmakta; kısaca milli gelirde sağlanan artışın sosyal sınıf ve katmanlara dağıldığı belirtilebilir. 1923-1939 yıllarında dünya ekonomisi bunalımdayken, Türkiye Cumhuriyeti dışa kapanarak, devlet eliyle bir ulusal sanayileşme denemesi içine girmiştir. 1934-1938 yıllarına ait Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı da ciddi bir örnektir. Büyük bunalımın etkisiyle tarım ürünlerinin fiyatı düşünce, çiftçi nüfusun yaşam koşulları bozuldu. 1932 yılında devletçilik uygulamaları gündeme sokuldu. Bu atılım aşırı bulunduğu için maalesef iktisat vekilimiz Mustafa Şeref Özkan istifa etti(rildi). Celal Bayar iktisat vekili olup, politikalarda törpülenmeler olduysa da devlet hem yatırımcı hem de denetimci olarak, iktisadî yaşamın mekanizmasına ciddi ölçüde egemen olmuştu. Sanayi kesimi, cumhuriyetin daha sonraki hiçbir döneminde bu dönemde olduğu kadar (yıllık ortalama yüzde 10.3) büyüyemeyecektir. Dünyada düşmeler yaşanırken, Türkiye milli geliri bu dönemde yılda ortalama yüzde 7.9 büyümüştür. Cumhuriyet iktisat tarihinin en parlak sayfası olarak değerlendirilebilir. Devletin kararlılığı, halkın disiplini ve çabaları ile İstiklal Savaşını başarıya ulaştıran program böyle uygulandı. Buradaki başarılar bugün açısından tarihi dersler barındırmaktadır.

Kaynakça:

2) Donald Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa Mali Denetimi, Doğu – Batı Yayınları, İstanbul: 1979, s.17-18-19.

3) Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII.yydan Tanzimat’a Mali Tarih), Alan Yayıncılık, 1986

4) Mustafa Cüneyt Uzun, Osmanlı Ekonomisinin Temel Unsurlarının Ekonomik Yaklaşımlar Çerçevesinde Değerlendirilmesi

5) Zafer Toprak, İttihat Terakki ve Cihan Harbi-Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2016,s.138

6) Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, ss. 105

Osmanlı Cumhuriyet ekonomi